Görüntüsü olmayan hadiselerin vicdanlarda yansıması da olmuyor!
Aydın Ünal, Esenyurt'ta yaşanan dehşetin sosyal medyaya düştükten sonra bu kadar gündem olmasının ne anlama geldiğini inceliyor.
Aydın Ünal / Yeni Şafak
“Video ne kadar güzel bir alet değil mi?”
Esenyurt’ta yaşanan dehşetin görüntülerini izledikten bir müddet sonra Yılmaz Erdoğan’ın yönetip başrolünü oynadığı filmdeki replik geldi hatırıma: “Video ne kadar güzel bir alet değil mi?”. Bir de filmin adı: “Organize İşler Sazan Sarmalı”.
Esenyurt’takine benzer hadiseler Türkiye’de sıkça yaşanıyor. Mafya hesaplaşmaları, kan davaları, trafik kavgaları hatta kaldırımda yürürken yan baktın tartışmaları silahlı çatışmaya dönüşüp birkaç saniye içinde birilerinin öldüğü, birilerinin müebbet hapse yolculuğunun başladığı süreçlere dönüşebiliyor.
“Sıkça yaşanıyor” derken yanıltmayalım tabii: Türkiye, bu tür suçların sayısıyla dünyada farklı bir yerde durmuyor. Başta ABD olmak üzere dünyanın hemen her ülkesinde sıkça yaşanan hadiseler bunlar.
İnternette “cinayet haberleri” araması yaptığınızda önünüze bir gün içinde işlenmiş onlarca vahşi cinayet haberi düşüyor. Çoğunu hiç duymuyor, görmüyoruz. Esenyurt’taki dehşet, hadisenin güvenlik kameraları ile an be an kaydedilmiş, bu kayıtların da olaydan kısa süre sonra medyaya servis edilmiş olması ile diğerlerinden farklılaşıyor ve dikkatimizi çekiyor.
Videonun sağladığı algıda seçiciliğin, tepkimizde, öfkemizde, hatta merhametimizde seçicilik oluşturduğunu görüyoruz. Görüntüsü olmayan hadiselerin vicdanlarda yansıması da olmuyor. Kitlenin vicdanının video ile, daha genel bir kavram olarak medya ile bu kadar kolay harekete geçirilebildiğini gören bir takım şer odakları da fırsatları değerlendirmekten kaçınmıyorlar. Görüntüler, fotoğraflar, haber metinleri üzerinden vicdanlarla adeta oynuyorlar. Örneğin Filistin’de katliam yapılan günlerde fok balıklarının trajedisini dünya gündeminde ilk sıraya yerleştirebiliyorlar. Çocuk istismarı, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz gibi hadiselerin bir kısmını toplumsal infiale yol açacak kadar büyütebilirken bir kısmını kamuoyundan saklayabiliyorlar. Sıradan bir cinayet toplumu günlerce meşgul ederken bir katliamın üzerini başarıyla örtebiliyorlar. Politik tercihleri, tüketim alışkanlıklarını, toplumsal değerleri, ahlakı dönüştürebiliyor, farklılıkları çatışma alanlarına çekebiliyorlar. Vicdanları, oyun hamuru gibi şekilden şekle sokabiliyor merhameti de öfkeyi de kontrol edebiliyorlar. Tam bir sazan sarmalı.
Esenyurt vahşeti sonrasında da gördük: Önce saldırganlar üzerinden politik mesaj çıkarmaya çalıştılar. Saldırganlar bekledikleri gibi çıkmayınca, yani HDP/PKK sempatizanı çıkınca, bu sefer güvenlik konusu üzerinden topluma karamsarlık pompalamaya çalıştılar. Yeni Şafak’ın önceki günkü haberine göre, PKK ve FETÖ hesapları devreye girerek bu manipülasyonu yaptılar.
Esenyurt hadisesi ve sonrasında oluşan infialden devletin çıkarması gereken dersler var.
Birincisi, emniyet birimlerinin, özellikle de yargının, bu tür hadiseler sonrası oluşan yapay, plastik tepkiden kendisini koruması gerekiyor. Emniyet, suçla ve suçluyla mücadele ederken kendisini video aletinin yani medyanın yönlendirmesine müsaade etmemeli. Her meseleyi sanki videosu yayınlanacak ve infial oluşacak gibi ele almalı. Örneğin video yayınlanıp infial oluştu diye Esenyurt’ta operasyon yapmak, medyanın etkisinde kalmak izlenimi oluşturuyor. PKK ve FETÖ hesapları manipülasyon yaparken emniyetin görevi karşı manipülasyon yapmak değil, suçla mücadele etmek olmalı.
Aynı şekilde yargı da medyanın harekete geçirdiği infialden azade olmalı. Kamuoyu tepkisine göre hareket etmek linçe boyun eğmek olur; hukuk, linçi önlemek için vardır.
Devletin bu hadiseden çıkarması gereken ikinci ders de manipülasyonun artık ne boyutta bir tehdit teşkil ettiğini görmesi olacaktır. Esasen bunu son seçimlerde bariz şekilde yaşadık. Esenyurt hadisesi yeni bir uyarıdır. Bir takım merkezlerin, odakların toplumun vicdanı üzerinde bu kadar kolay oynayabilmeleri, tekrar söyleyelim, milli güvenlik sorunudur.
Video denilen aletin, medyanın, yani algının gerçeğe galebe çaldığı bir çağda yaşıyoruz. Kendimizi ve nesillerimizi korumakta artık aciziz. Devlet, sokakta rast gele kurşun atanlarla mücadele ederken, medyaya karşı da güvenliğimizi sağlamalı. Özgürlük ve güvenlik çizgisi hassastır; biri yoksa, diğeri de yoktur.
HABERE YORUM KAT