Gölgelenen Zamlar ve Hükümetin İktisadi Politikası
4+4+4 ve Kuran’ın okullarda seçmeli ders okutulması üzerinde bir hayli tartışma yaşandı. Tartışmanın bir tarafı sol gözünü kapatarak, diğer tarafı da sağ gözünü kapatarak gördükleri üzerinden değerlendirmeler yapıyorlar. Tabi, bu arada okurken bakılan gözler de, baktığı göze uygun okuduğuna hak veriyor. Böylece illüzyon devam ediyor.
Tartışmaların sosyo-kültürel, teknik ve iktisadi üç boyutu var. Tartışmanın asıl konusunun ilgili olduğu sosyo-kültürel ve teknik açılardan hükümet argümanları oldukça güçlü. Muhalefetin içerisinde dobra dobra konuşarak sosyo-kültürel bazda İslami olana açık cephe alanları da var ama bunların popülist getirisi olmadığından konuyu zayıf olduğu bu alanlar yerine, hükümetin son zamları örtmek kastı ile ve zamanlaması üzerinden tali bir boyuta dikkat çekiyorlar.
Bizim cenahta da (Kuran dersleri daha netameli olduğundan birazcık es geçilerek) 4+4+4 üzerinden yazılanlarda da Hükümetin zamların (ve dolayısı ile iktisadi politikasının) arkasından haklı eleştiriler getiriliyor. Burada küçük bir sıkıntı var; “A! kuşa bak” nidası ile deveyi hamudu ile götüren portresi bir gerçeğe işaret için argüman kullanabilirsiniz, ama “kuş” olarak nitelediğiniz, zorunlu eğitimin tarumar ettiği sosyo-kültürel haklar ve eğitim sisteminin teknik yönünü mahvettiği konuları “kuş” olmaktan, hatta iktisadi politikalardaki yanlışlardan çok daha vahim, bunu şimdilik geçelim.
İktidar kendi yol haritasını oluştururken, yükselen Anadolu burjuvazisini arkasına almıştır. Oluşan İslami sermaye sınıfının nimetlerinden bazıları bilinçli bazıları ister istemez kendisi de yararlanmaktadır. 4+4+4 ve Kur’an derslerinin geniş toplumsal talepler etrafında ve onların desteğini alacak şekilde yasallaştırmasının yanında, geçirdiği zam politikası da iktisadi politikanın geniş sosyal alt sınıfların değil de bu yeni yetme burjuvazinin çıkarları doğrultusundaki boyutunu açmakta yarar var.
Birincisi “burjuvazi” olarak tanımlanan sınıfın bütünü ile ticaret, esnaf ve üretici güçlerin girişimci sermaye kesimini külliyen kapsadığını göz ününe alınarak ve doğrudan bu sınıfların ezen boyutu üzerinden günah keçisi ilan edilmesi güdük bir Marksist jargon olarak kalır. Bu sınıfların lehine emekçi sınıfının aleyhine zam tanımlaması daha gerçekçi olacaktır. Dolayısı ile iktidar hâkim ekonomik-politiğin içerisinde böyle bir misyonu ya sahiplenmiş ya da dışına çıkamamış durumdadır.
Türkiye Cumhuriyetinin 1920’ler iktisat politikasında Türk-yerli burjuvazi oluşturmak üzerine hareket tarzı ne kadar tutarsız anti-emperyalist ve anti-kapitalist ise, hükümetin anti-kapitalistlik iddiası da o kadar tutarsız olur. Zaten hükümet bu iddiada değildir ama bazı arka bahçe konumundaki bazı Sivil Toplum kuruluşlarının böyle bir popülist izlenim oluşturmaya çalıştıkları da bir gerçek. Günümüz hükümet kökenleri itibarı ile Batıcı Türk Aydınlanmacı Sekülerlerinden farklı bir gelenekten gelmekte ama uyguladıkları kendilerine ait bir iktisat politikaları yoktur veya uygulama olanakları yoktur. Belki buna zemin oluşturma çalışmaları vardır, ama bu kuvvetli bir toplumsal dönüşüm olmadığında yozlaşma ile akim kalma durumundadır.
Sorun haklar ve özgürlükler açısından ve bilimsel-teknik açılardan hükümetin açtığı alanlar değil, oluşan yeni kapitalist sınıfın, yükselen Anadolu kökenli ticaret, esnaf ve üretici güçlerin girişimci sermaye sınıfındaki kültürel yozlaşma ve bunlar lehine, emekçi dar gelirli sınıflar aleyhine adaletsiz düzenlemelerdir. Bundan dolayı 4+4+4 ve Kuran eğitimi gibi doğru düzenlemelerin etrafında bunu tartışmak hoş değil belki “4+4+4 ve Kuran eğitimi ile gizlenmeye çalışılan iktisadi politikanın hataları” diyebiliriz ama bu bile önemli bir konu olan sosyo-kültürel ve teknik boyutları hafife almaya dönüşür. Ama sekülerler gibi iktisat ana belirleyici alt yapıdır diyorsanız o başka.
İşte burada Türkiye’nin kadim sorunu devreye giriyor.
1- Emekçi sınıfın haklarını koruyanlar arasında baskın guruplar, seküler zihin problemli topluma yabancı, toplumsal değerlere düşman tiplerdir.
2- Geniş halk tabakaları, İslami değerleri iktidar ve sermaye sınıfı üstünlüğü esası etrafında, emekçi sınıfı aleyhinde değerlendiren klasik sağ-muhafazakâr zihin tahakkümü altındadır
3- Kültür işgalin etkisi altında, toplumsal değerleri ve özellikle bizim kimliğimizi oluşturan İslami referansları yine iktisat temelli değerlendiren, eklektik sol-seküler ve sorunu sınıf çatışması olarak algılayan söylem sahipleri problemleri saptırmaktadır.
Bu meselelerin tartışılması bir hayli akademik, soyut, reel-pratik çalışma ile incelenmekte, şekillenmektedir, şimdilik sorunu tespite ve analize çalışıyoruz.
Uzun vadeli toplumsal yarar, ne halk tabakalarının hak ve özgürlüklerini çiğneyerek ne de rızıklarının gaspı yolu ile gerçekleşemez.
Türkiye tarihinde sol-sekülerlerle toplumsal değerlerin çatışmasını ve toplumsal değerlerin sağ-sekülerler tarafından dejenerasyonunu göz ardı edemeyiz. Bu dejenerasyon tartışmasında teknik gelişmelerin dejenerasyona hizmet edeceği çelişkisi bir yanda, teknik ortamın değerlerden bağımsız oluşmadığı diğer yanda değerlendirilmelidir.
Yine Kuran dersleri gibi İslami söylemlerin gündeme gelmesi, bunun istismar edilerek iktidar aracı olarak kullanılacağı tehlikesi olmasına karşılık, buna karşı çıkmak; kendi söylemine güvenmemenin sonucudur. Kuran’ın gündeme gelmesi demek, asıldığı yerden indirilmesi demektir. Birilerinin bu çalışma ile iktisadi problemleri gölgelemeye çalışması buna karşı çıkmayı gerektirmez.
Toplumsal siyasetin legal alanlarında, özellikle hükümet talepli parlamenter siyaset erbabının mevcut muktedirliklerinin ön şartı görülen bu iktisadi uzlaşma zorunluluğu, zaten bizi bu alanlardan kısmen de uzak tutan ana saik gibi görünüyor. Bunun mümkün uygulama alanları var mıdır?, o da ayrı bir yol haritası çalışmasıdır.
Ama kesin bir gerçek var ki, söylemi ve eylemi birlikte yürüten ‘Adil Şahitlik’ çalışmaları önemli misyon yüklenmektedir.
Adil şahitler, toplumsal ve siyasal problemler karşısında sosyo-kültürel, teknik ve iktisadi alanları hem birbirinden ayrı ve hem de birbirine bağlı değerlendirmelere tabi tutmalıdırlar. Söylemlerinde toplumsal değişim ve gelişimi olduğu kadar anlık sosyal, ekonomik ve siyasal hakları da gündemde tutmalıdırlar.
Adil şahitlik çalışmalarını yürütenlerin yeni sermaye sınıfı teşekküllerinin yaşam tarzlarından ve nemalanmalarından uzak durmaları esastır.
Adil Şahitler; yaşam tarzlarına ve rızık kaynaklarına dikkat etmelidir.
Adil Şahitler; herhangi bir iktidar kanallı ipotekli arka bahçe olmamaya dikkat etmelidirler.
Adil Şahitler; açık, net beyan’a dayalı sözlerine önem vermelidirler.
YAZIYA YORUM KAT
Aydoğdunun genel tespitleri gayet aydınlatıcı. Ancak yıllardır aşama aşama gelinen süreçle kopartılabilen kısmi özgürlükleri, elektirik doğalgaz zammı gibi şeylere bağlaması beni şaşırttı...Bu tespit sosyoloji açısından son derece güdük kalmış...
Yanıtla (0) (0)Not: Murat Hoca bana bu hafta yemek ısmarlamaz herhalde :)
Yazarında dediği gibi T.C iddia edildiği gibi ne antiemperyalistti ve ne de antikapitalist. Bal gibi, iksini de meczetmişti. Bu, başta batıcı söylem ve o söylemin somut göstergesi hükmündeki sömürgeci mantığı ele veriyordu!
Yanıtla (0) (0)Bu minvalde uzun bir dönem devlet kapitalizmi sol, sosyalist bir görüntüde, ama solu, sözde ilericilik adına kandırıp ikna ederek devam etmişti! Solda o işten epey nemalanmıştı!
Şimdiki duruma baktığımzıda, karşımızda sözde İslamcı çizgiden gelen bir iktidar var ve Müslüman halka daha yakın! Her çalışmasında, her ortaya koymaya çalıştığı reformlarla Msülüman halkın gaspedilen hakllarının iade edilmesini söylemini kullanıyor, ama o da kendi iktidarını -gelecek adına- uzatırken kendi sınıflarını da peyderpey oluşjturuyor, burjuvsı husule geliyor, vs. vs...
Eğitim reformuna işaret ediyor, sonuç alınıyor derken, birde bakıyoruz güne zamla uyanmışız! Yutmasak da, yutturuluyoruz, göz göree göre!
Müslümanız ama, aramızda derin iktisadi uçurumlar oluşuyor, birbirimizle başkalaşıyoruz. Biz zamlı ve kabarık faturalarımızı nasıl öderiz diye canımz çıka çıka yaşarken, diğerimiz bizi, ha bire Kemalist cuntadan kurtarılıyoruz(!) diye ikna etmeye ve kazıklamaya devam ediyor!
Eskisi dediğimiz gibi hiçbirşeyin antisi değildi, şimdiki de halkın zaten elinde olmasıi kullanması gereken haklarını lütfen verirken, kendi burjuvasını palazlandırıken afiyetle kazığını da bir paradigmal tutarlılık içerisinde atıyor!
Şunu da belirtelim; batılı sömürgeciler Afrika'yı ele geçirdiklerinde Afrikalılakrın eline İncil tutuşturup onlakrın topraklalrını ellerinden almışlardı. Bu iktidar da deyim yerindeyse eğitim bahanesiyle elimize Kur'an ve siyer tutuşturup ceplerimizi boşaltıyorlar!
Al birini vur ötekine!
zorunlumu zam bilmiyorum gerekli ise olur degilse vebali o şahıslara ait.kuran ını kerim yüce anayasa.anayasa olarak alınırsa herkesin hakkı korunmuş olur teferruata gerek yok sandığa git sorun varsa çözülme gerçekleşebilir..bildiğiniz gibi......yazı güzel yorumlarda.saygılar
Yanıtla (0) (0)''Kuran’ın gündeme gelmesi demek, asıldığı yerden indirilmesi demektir.''
Yanıtla (0) (0)Bu çok heyecan verici bir durum.
KUR'AN'ın ruhuna dönmek demek, kangren olmuş
tüm bu sosyo-ekonomik-politik açmazlarımıza,
bir REÇETE sunmak demektir.
Geriye bu REÇETE'yi harfiyen uygulayıp
iki dünya saadetine (felah/Kurtuluş) müstehak olmak kalmaktadır.