Goa’dan Xiamen’e BRICS’de Rekabet, Ortaklık ve Kriz
Batıya karşı bir statü yükseltme politikası izleyen yükselen güçler, zaman zaman kendi aralarındaki rekabetten ve çıkar farklılıklarından kaynaklanan statü çatışmaları da yaşıyor.
Doç. Dr. Emel Parlar Dal / Anadolu Ajansı
Kurulduğu 2008 yılından itibaren Batı hegemonyasına meydan okumayı hedefleyen ve büyüyen ekonomilerin temsilcisi olarak Batı karşısında meşru bir siyasi güç olmayı da büyük ölçüde başaran BRICS grubu ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) küresel ekonomi, yönetişim, enerji, iklim değişikliği ve uluslararası politikayla ilgili bir çok alanda ortak bir politika ve pozisyon yaratmayı başardı.
Dünya nüfusunun %40’ını, dünyadaki ekonomik büyümenin yaklaşık çeyreğini temsil eden grup, özellikle Çin ve Hindistan’ın önemli katkılarıyla Dünya Bankası, IMF gibi Bretton Woods kurumları içinde de konumunu güçlendirdi ve özellikle de bu iki kurumun kota reform sürecinde önemli rol oynadı. Öte yandan, dünyanın en çok büyüyen iki ekonomisi olan Çin ve Hindistan’ın, Batı’nın ve diğer gelişmekte olan ekonomilerin gözünde BRICS’in kurumsal kimliğini güçlendirmede ve uluslararası görünürlüğünü artırmada merkezi bir rol oynadığı inkar edilemez bir gerçek. Böyle olmakla birlikte, BRICS ülkelerinin kendi aralarında tam bir uyum içinde hareket ettiklerini ya da çıkarlarının uyuşmadığı çatışma alanlarının olmadığını iddia etmek gerçekçi bir tespit değil.
Yükselen güçlerin ikili bir statü politikası izlediği gözlemlenebilir. Batıya karşı bir statü yükseltme politikası izleyen yükselen güçler, zaman zaman kendi aralarındaki rekabetten ve çıkar farklılıklarından kaynaklanan statü çatışmaları da yaşıyor. Çin ve Hindistan arasında kısa sürede diplomatik bir krize dönüşen ve 3-5 Eylül Xiamen zirvesinden önce -nihai olmasa da- bir çözüme kavuşturulan Doklam sınır anlaşmazlığı, BRICS özelinde genel anlamda yükselen güçler arasında bir statü yarışı ve çatışması olduğunu açıkça göz önüne seriyor. Çin ve Hint medyasında yer alan haberler takip edildiğinde, Haziran ayından itibaren tırmanan Doklam geriliminin yansımalarının, gerek Çin-Hint ikili ilişkilerinde gerekse de üyesi bulundukları BRICS gibi kurumsal platformlarda karşımıza çıkmasının mümkün olduğu anlaşılıyor. Öyle ki her iki devletin Batı’ya meydan okuyan tavrı ve Batı dışı ya da hegemonya sonrası olarak adlandırabileceğimiz değişen uluslararası sistemde statü arttırma ve uluslararası aktörlüklerini her türlü güçlendirme arzusu, beraberinde hem birbirlerini dengeleme hem de ortak hareket etme ihtiyacını ve zorunluluğunu doğuruyor.
Doklam sınır anlaşmazlığı ve ötesi
Esasen Çin ve Hindistan arasındaki sınır ve toprak anlaşmazlıkları yeni değil. Yarım yüzyılı aşkın bir zamandır iki ülke Himalaya sınırında bulunan bir platodan dolayı toprak uyuşmazlığı yaşıyor. Fakat Haziran 2017’de patlak veren yeni krizin, Çin’in “Tek Kuşak-Tek Yol” ya da diğer bir adıyla modern “İpek Yolu” projesini tekrar hayata geçirmek için projenin parçası olmayı taahhüt etmiş devletlerin liderlerinin katılımıyla 14-15 Mayıs tarihlerinde Pekin’de gerçekleşen uluslararası zirveden hemen sonra vuku bulması, krizin sınır uyuşmazlığının ötesinde başka bir arka planı olduğu izlenimini veriyor.
Çin’in İpek Yolu projesinin tanıtımının ardından, Haziran ayında Himalayalar üzerinde Doklam platosunda otoyol inşasına başlamasına karşı çıkan Hindistan, Doklam’ın kendi sınırları içinde bulunan Sikkim eyaletinin doğal bir parçası olduğunu iddia ederek bölgeye askerlerini göndermişti. Bu harekete karşı çıkan Çin ise bu bölgenin Tibet’in bir parçası olduğunu iddia ederek otoyol inşasının meşru hakkı olduğunun altını çizmiş ve gönderdiği askerlerini bölgeden çekmediği takdirde savaşın da dahil olduğu bütün seçenekleri kullanabileceğini Hindistan’a bildirmişti. Gerilimin tırmanmasının ardından Hindistan ise bölgeye 10 bin yeni asker gönderdi ve Çin’e karşı Tibet kartını oynadı.
Öte yandan, son yıllarda Pakistan ve Çin yakınlaşmasının bir sonucu olarak, Pakistan denetimindeki Azad Keşmir bölgesinde, Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru girişiminin bir sonucu olarak Çin’in altyapı ve otoyol inşa ettiği gözlemleniyor. Keşmir konusunda oldukça hassas olan Hindistan hükümeti için ise bu büyük bir rahatsızlık teşkil ediyor ve bunun sonucu olarak, sürgündeki Tibet hükümetine bazı konularda taviz vermesine yol açıyor. İşte bütün bu gelişmeler ışığı altında incelendiğinde, Çin ve Hindistan’ın, Doklam anlaşmazlığı üzerinden bir güç ve statü savaşı içine girdiğini ve bu durumun gerek ikili ilişkilere gerekse de BRICS’in son yıllarda yükselen imajına ve profiline zarar verme potansiyelini oluşturduğunu ileri sürebiliriz.
BRICS’in dokuzuncu zirve toplantısı olacak Xiamen zirvesine de gölge düşüreceği tartışılan Doklam sınır anlaşmazlığının, her iki ülkenin de kabul edeceği makul bir zeminin inşası sonucu şimdilik ‘kazan-kazan’ prensibiyle tatlıya bağlanmış olması, tarafların ikili problemleri bertaraf ederek BRICS’in temsil ettiği işbirliğini ve kurumsal politikaları tehlikeye düşürmek istemeyen bir anlayışla hareket ettiğini göstermesi açısından önemli. Diğer taraftan, küresel ekonomik ve siyasi düzenin içinden geçtiği değişim süreci, BRICS ülkeleri için de ortaklığı güçlendiren birleştirici bir etki yapmanın aksine, fazla üretim, aşırı borçluluk ve küreselleşmenin geri çevrilmesi gibi unsurları da içine alan bir merkezkaç etkisi yaratmaktadır. Her ne kadar Doklam sınır anlaşmazlığı şu an için aşılmış görülse ve -bazı uluslararası gözlemcilerin iddia ettiği gibi- BRICS ülkeleri çatışma çözümü alanında ilk büyük sınavını başarıyla vermiş olsa da, görünen o ki bundan sonraki döneme Çin-Hint geriliminin jeo-ekonomik yansımaları damgasını vuracak. Hindistan’ın özellikle Çin’in Tek Kuşak-Tek Yol projesine temkinli yaklaşımı ve Pekin’in Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun kurulması için attığı adımlar dikkate alındığında, bu gerilimlerin artarak devam edeceğini ileri sürmek mümkün.
Goa’dan Xiamen’e ne değişti?
Tutarlı ve sürdürülebilir bir blok olma hususunda, özellikle küresel ekonomik yönetişim konusunda kapsayıcı bir çatı gündeme sahip olsa da, küresel siyaseti derinden etkileyen güvenlik gibi alanlarda BRICS’in henüz tutarlı ve ortak bir duruş ortaya koyduğu söylenemez. Üyeler arasındaki farklılıkları makul bir düzlemde eritebilmek ve hızla değişen küresel gündemde ortak ilkelere dayanan bir duruş sergileyebilmek amacıyla her yıl devlet başkanlarını bir araya getiren BRICS zirvelerinin, bir kulüp kültürü yaratarak üyeler arasında baskı unsuru oluşturduğu ve böylece kendilerini bile karşı karşıya getiren sorunlarda karşılıklı anlayışa dayalı çözüm mekanizmalarını harekete geçirebildiği, Doklam krizinde bir kere daha gözlemlendi. BRICS’in kendi iç dinamikleri arasında kısmen olumlu bir etki yaratan bu zirve, diplomasisinin küresel siyasetin farklı noktalarında diğer aktörlere karşı bir blok olma konusunda nasıl bir etki yaratacağı henüz kesin olmasa da, Hindistan Goa’da 2016’da yapılan zirveden 3-5 Eylül 2017 tarihlerinde Çin’in Xiamen kentinde düzenlenen “Daha parlak bir gelecek için daha güçlü ortaklık” temalı 9. zirveye dönüşen ve genişleyen gündemin kısa bir analizi, BRICS’in özellikle Çin liderliğinde bu yönde bir atılıma geçtiğini gözler önüne seriyor.
Belki de bu durumun en önemli göstergelerinden biri, bu günlerde Xiamen’de düzenlenen zirveye Çin’in üye ülkeler dışında Gine, Meksika, Mısır, Tayland ve Tacikistan’ı da davet ederek üyeliğe ve genişlemeye açık bir küresel blok olma anlayışını ortaya koymuş olmasıdır. Her ne kadar Goa’da yapılan zirvede de farklı ülkeler misafir olarak davet edilmiş olsa da, Xiamen çerçevesinde gelişen genişleme gündemi bu zirveyi farklı kılıyor. Bu durum dışarıdan BRICS’in genişletilmiş bir blok olabilme ihtimali açısından önemli bir adım olarak görülse de, bu genişleme eğilimi, Çin’in başlattığı Tek Kuşak Tek Yol projesi ile birlikte değerlendirildiğinde, esasında BRICS içerisinde de tartışmalar yaratıyor. Her ne kadar açıkça deklare edilmese de, Asya’nın Çin tarafından domine edilmesi hakkında Rusya’nın kaygısı ortaya çıkarken, Hindistan da Tek Kuşak Tek Yol projesinin bir parçası olmayı reddederek bu noktadaki duruşunu açıkça sergiliyor. Aynı şekilde, genişletilmiş bir BRICS vizyonundaki muhtemel Pakistan üyeliği de Hindistan’ın en büyük çekincelerinden birini oluşturuyor. Dolayısıyla, tam da böyle bir düşüncenin en yoğun şekilde gündeme geldiği bir ortamda, BRICS zirvesinin -yeni projeleriyle alternatif vizyonlar yaratmaya çalışan- Çin’in ev sahipliğinde yapılıyor olması, sadece BRICS’in küresel gündeme karşı tutumunu gözlemlemek açısından değil, aynı zamanda blokun geleceği açısından büyük önem arz eden içerideki dengeleri anlamak açısından da önemli ipuçları veriyor.
2016’da Goa’da yapılan zirve ve sonuç bildirgesi, beklentilerin aksine, çok yenilikçi bir anlayış ortaya koyamamıştı. Xiamen’de bugünlerde gerçekleştirilen zirvenin Çin devlet başkanı Xi Jinping tarafından açıklanan, ortak kalkınma için BRICS işbirliğini derinleştirmek, meydan okumaları ortak bir şekilde yenebilmek için küresel yönetişimi güçlendirmek, BRICS işbirliğini desteklemek için halk bazında teatilerde bulunmak ve kurumsal gelişmeler kaydetmek ve daha geniş ortaklıklar inşa etmek temelli dört önceliğe dayalı resmi gündemi de aynı izlenimi veriyor. Ancak küresel siyasetin bugün ulaştığı boyut ve hemen tüm üyelerinin karşı karşıya olduğu güvenlik sorunları, bu seneki BRICS zirvesinin sonuç deklarasyonunun, bir yenilik olarak güvenlik meselelerine eğilebileceğini ve hatta zirvede bu konuda adım atılmasına dair kararlar alınması gerekliliği düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Özellikle uluslararası terörizmle mücadele ve siber güvenlik konularında ortak bir duruş sergileme beklentisi ve belki de bu konularda ortak hareket etmeyi sağlayabilecek mekanizmalar kurma ihtiyacı hâlâ beklentiler arasında.
Her ne kadar somut bir adım atılmamış olsa da, yeni bir gelişme olarak Kuzey Kore’nin hidrojen bombası denemesinin zirvede ortak bir bildiriyle kınanması, uluslararası güvenliği kapsayacak bir gündeme doğru evrilmenin işaretçisi olarak değerlendirilebilir. Daha da önemlisi, -Pekin ve Yeni Delhi arasındaki temel ayrışma noktalarından birisini teşkil eden- Pakistan’daki çeşitli grupların da terör örgütü olarak listelendiği bir bildiriyle bölgesel güvenliğin geleceğine işaret edilmesi, küresel güvenlik konusunda adım atabilmek amacıyla iç ayrışmaları ortak noktada eritebilecek bir BRICS’in de işaretçileri arasında.
BRICS’i başından itibaren bir araya getiren temel gündem olan küresel ekonomi ve küresel ekonomik yönetişimle ilgili meseleler de bu zirvenin sonuç bildirgesinde değinileceği tahmin edilen önemli noktalar arasında bulunuyor. En somut beklentiler arasında, BRICS’in kendi kredi derecelendirme ajansını kurmaya yönelik bir adım atması yer alıyor. Aynı şekilde küresel ekonomik reform ve daha adil ve bütünlükçü bir ekonomik yönetişim amacıyla Renminbi’nin de IMF’nin birimi olan SDR’ye dahil olması talebi de tartışılan diğer önemli konular arasında öne çıkıyor.
Sonuç olarak, önümüzdeki dönemde BRICS’in kendi içinde çatışan bir kurumsal yapıya dönüşmeden kazanımlarını uluslararası etkiye çeviren bir yapıya evrilmesi, bir ölçüde bu zirve diplomasisinin ve bu kulüp kültürünün üyeleri birbirine yakınlaştırıcı etkisinin sürdürülebilir olmasına bağlı. ABD Başkanı Trump’ın izlemeyi arzuladığı ekonomik korumacılığa bir cevap olarak Batı’nın neoliberal politikalarının bir çoğunu bu dönemde adeta Batı’dan daha güçlü bir şekilde savunmaya başlayan BRICS devletlerinin, önümüzdeki kritik dönemeçte kendi içindeki krizleri çözmeye mi odaklanacağı, yoksa temsil etmiş oldukları yükselen ekonomilerin güçlenmesi için yapıcı ve birleştirici bir rol mu izleyeceğini tahmin etmek zor olsa da, 3-5 Eylül tarihleri arasında yapılan Xiamen zirvesi, bu yeni dönemde BRICS’in önceliklerini ve yol haritasını anlamak için önemli ipuçları veriyor.
HABERE YORUM KAT