Gidebileceğiniz başka bir yer var mı?
Taraf Gazetesi'nin ödüllü muhabiri, "Kafes Eylem Planı" ve "Koç Müzesi'nde bomba" gibi dudak uçuklatan haberlere imza atan Mehmet Baransu ile...
Star Gazetesi Ankara Temsilcisi, basındaki bir numaralı Ergenekon uzmanı Şamil Tayyar'ın başına gelenleri okumuşsunuzdur.
Şamil Tayyar Ergenekon iddianamesinde yer alan bilgileri "basına sızdırdığı" gerekçesiyle 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mehmet Baransu da Kafes Eylem Planı'nı yazdığı için tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edildi. Tutuklanmaktan kıl payı kurtuldu.
Bu haberleri, biz gazetecileri ilgilendiren haberler gibi okuyorsanız; mağdur olanın bizler olduğunu sanıyor, bizler için ah vah ediyorsanız fena halde gaflet içindesiniz demektir. Asıl tehdit altında olan sizlersiniz. Sizlerin gerçekleri bilme hakkı elinizden alınmaya çalışılıyor.
Şamil Tayyar'ın ve Mehmet Baransu'nun başına gelenler Genelkurmay'ın aylardır yaptığı basını susturma çağrılarının yargıda etkisini göstermeye başladığını gösteriyor.
Açık konuşalım, eğer bu bir operasyonun başlangıcı ise bu şimdiye kadar derin devletin deşifre olmasını engellemek için hazırlanan birçok eylem planından, birçok andıçtan daha tehlikeli bir operasyondur. Çünkü bu, derin devletin temizlenmesi sürecinin durması demektir.
Türkiye'de şimdiye kadar basın tarafından deşifre edilmeyen hiçbir "derin" faaliyet, savcıların gündemine gelemedi. Tersten söylersek, savcıların paçaları ancak basın olayın ipliğini pazara çıkardıktan sonra tutuştu. Bunun sayısız örneği var.
Ama biz sadece son yıllarda yaşadığımız birkaç örneğe bakalım. Nokta Dergisi'ne yollanan Darbe Günlükleri'nin Nokta'ya gelene kadar devletin bütün üst katlarını dolaştığını; neredeyse herkes tarafından bilindiğini ama Nokta'da yayınlanana kadar kimsenin gıkını çıkarmadığını biliyoruz. Yine, bugün önümüzde olan Ergenekon adlı yapılaşmanın şemasının, bundan yıllar önce MİT tarafından bütün devlet yetkililerine gönderildiğini, yani bu yapının varlığını ve yediği haltları halkımız dışında bütün devletin bildiğini de öğrenmiş bulunuyoruz.
Şimdi, yıllardır bütün bu bilgilere sahip olduğu halde kıllarını kıpırdatmayanlar, olayı açığa çıkaran basını "bilgi kirliliği" yaratmakla suçluyor; "basın sussun, söz yargının" diye sözde yargının tarafsızlığını sağlamaya çalışıyor.
Eğer sizin o "bilgi kirliliği" adını koyduğunuz cesur yayınlar olmasaydı, Ergenekon denen örgütle ilgili bilgilerin ilelebet devletin gizli arşivlerinde uyuyacağını, klikler arası güç savaşlarında şantaj unsuru olarak kullanılmaktan başka işe yaramayacağını bilmiyor muyuz?
Özetle söyleyecek olursak, özellikle bizde, yürümekte olan davalarla ilgili yayın kısıtlamaları, zaten basının çabalarıyla zar zor açılmış davaları kamuoyunun gözünden ve vicdanından kaçırmak için kullanılıyor.
Kamuoyu bilgisiz ve dolayısıyla ilgisiz bir halde köşesine çekildi mi, dava önce usulünce soğutulup bir müddet sonra da sessizce "öldürülüyor."
Basının böylesi önemli davalarla ilgili yayın yapması ise davanın sağlıklı ilerlemesini engellemiyor; aksine davanın kamuoyuna mal olmasını sağlayarak hasır altı edilmesini imkânsızlaştırıyor ve bir bakıma davayı kurtarıyor. Zaten bir kısım çevrelerin Ergenekon Davası'nın aslına gösterdikleri ilgiden çok daha fazlasını "kim sızdırdı" meselesine göstermelerinin sebebi de bu.
Açıkça ortaya koyalım: Bilgi sızdıran basın olmasaydı Ergenekon Davası da olmazdı. Şimdiye kadar Savcı Zekeriya Öz'ün ve diğer bütün yürekli savcıların ayağı çoktan kaydırılmış olurdu. Hatta bir kulp takılıp meslekten de men edilmiş olurlardı.
Ergenekon'un başından bu yana gazeteciler için 3 bin dava açıldığını düşünürsek, evet bizim meslek tehlikeli bir meslek, kelle koltukta çalışıyoruz. Ama bizden daha büyük tehlike içinde olan sizlersiniz. Sizler kör ve sağır hale getirilmek isteniyorsunuz. Bize en kötüsünden ne olur? Mesleğimizi yapamaz hale geliriz. Bağrımıza taş basar, gider başka bir iş bakarız. Karnımızı doyururuz. Sizin gidip yaşayacak başka bir ülke arama şansınız var mı?
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT