Gezi’nin Öğrettiği: Ulusalcı-Laik ve Sol-Kemalist Kimliği Asla Unutma ve Rehavete Kapılma!
Mayıs ayının son günlerinde başlayıp Haziran ortasına kadar süren Gezi Parkı olayları laik-Kemalist bir azgınlık tablosu olarak zihinlere kazınmıştır.
31 Mayıs 2013 tarihinden itibaren çevre duyarlılığını vurgulayarak başlayan protestolar “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!” çağrılarıyla kısa bir süre sonra Hükümete karşı bir isyan gösterisine dönüşmüştü. Gezi Parkı olayında hükümet karşıtı eylemlilik içine giren, sokaklara çıkan ya da bulundukları mevzilerden bu hareketliliğe destek olanların ideolojik açıdan ortak paydası olan ulusalcı-laik ve sol-Kemalist kimlik, aradan geçen yedi yılda o dönemki protestoların mahiyetini en net tanımlayan kimliktir.
Rıdvan Kaya’nın Gezi Olayları sonrası kaleme aldığı ‘‘Laik Duyarlılığın Yeni Bir Mevzisi Olarak Gezi Parkı Olayı’’ başlıklı yazısı, Gezi Olayları'na nasıl bakmamız gerektiğini ortaya koyuyor:
Türkiye Mayıs ayının son günlerinde filizlenip Haziran ortasına kadar süren yoğun ve sarsıcı bir eylemliliğe sahne oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Taksim’de Gezi Parkı’nın bulunduğu alana Topçu Kışlası’nı inşa etme gayretine karşı çevreci duyarlılığa dayalı bir itiraz şeklinde başlayan eylemler kısa sürede Erdoğan Hükümetine karşı bir isyan görünümüne büründü ve ‘Gezi Parkı direnişi’ şeklinde literatüre geçti. Sadece Taksim’de veya İstanbul’da değil, Türkiye’nin pek çok ilinde eş zamanlı olarak geçekleşen protesto eylemleri dışarıda da büyük yankı uyandırdı ve Türkiye bir anda Gezi Parkı olayları vesilesiyle dünya gündeminde tartışılan ülke konumuna oturdu.
Kavganın Zemini ve Arkaplanı
Türkiye kutuplaşmış bir siyasal-toplumsal yapıya sahip, geçmişten bugüne iktidar kavgasının çok yoğun ve sert seyrettiği bir ülke. Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuran bu çatışma olgusunun Cumhuriyetle birlikte tam tekmil bir savaşa dönüştüğü biliniyor. İstiklal Mahkemelerinden askeri darbelere kadar çeşitli baskı aygıtlarını da kullanarak toplumsal yapıyı arzu edilen istikamette dönüştürme-yönlendirme çabasının yol açtığı ulusal-laik despotizm ve bunun ortaya çıkardığı gerilim bu ülke insanının hafızasına kazınmış durumda. Bunun neticesi olarak ülke gündemine giren hiçbir konu dar anlamıyla kendi bağlamına hasredilmemekte, daha geniş çerçevede politik bir zemine oturtulup öyle ele alınmakta, tavırlar da buna bağlı olarak şekillenmekte.
Küçük-büyük hemen her siyasal-toplumsal olayın böylesi bir arkaplan dahilinde algılanıp yorumlandığı bir vasatta Gezi olayının da bu çerçevede ele alınıp değerlendirilmesinin kaçınılmaz olduğu açıktır. Bu yüzden birilerinin “insanları canından bezdiren bir diktatörlüğe karşı halkın şanlı isyanı” şeklinde yorumladığı gelişmeleri, başka birilerinin “seçilmiş iktidara karşı uluslar arası güçlerin desteğiyle kotarılmış darbeci bir kalkışma” olarak yorumlaması şaşırtıcı görülmemelidir. Bu gayet doğaldır çünkü birbirine karşıt konum alan kişilerin aynı olayı birbirlerinin tam tersi bir yaklaşımla ele almaları beklenen bir şeydir.
Yenisi Buysa Eskisi Neydi?
Bu hususun altını çiziyoruz çünkü birileri illüzyonist bir yaklaşımla adeta asırlık gerçekleri bir anda ters yüz etme çabası içerisine giriyorlar. Gezi olayının mahiyetini değerlendirmeye geçmeden önce bu saptırma girişimine dikkat çekmekte yarar var. Yaşananları tarihsel bir temele oturtup anlamlandırmak gerektiğini savunanlara karşı “hayır, yepyeni bir olgu ile karşı karşıyayız, bu gördüklerimiz öncekilere hiç benzemiyor” deniliyor. Çok yakın geçmişte müşahede ettiğimiz gelişmeleri birebir hatırlatan olaylara şahit oluyoruz ama ısrarla şu an yaşananların ‘çok farklı’, ‘yepyeni’, ‘ilk defa gerçekleşen şeyler’ olduğu iddia ediliyor.