Gezi Ruhu’yla nasıl hesaplaşmalı(ydık)?
Gezi Ruhu neydi, kimler tarafından ve hangi şartlarda oluşturuldu? Bir yönüyle doğal hayatı korumaya matuf çevreci bir hassasiyet, betonlaşmaya karşı İstanbul’un tarihi dokusunu koruma yönünde sivil bir direniş hattı ve tek adam despotizmine boyun eğmeyen devrimci bir özgürlük mücadelesi olarak niteleniyor. Peki, bu tür olumlu nitelemeler doğru mudur veya ne kadarıyla doğru ve ne kadarıyla asli pozisyonları perdeleme gayretidir?
Doğal hayatı koruma yönündeki çevreci hassasiyetleri kınayıp ayıplamak, betonlaşmaya karşı İstanbul’un tarihi dokusunu korumak üzere sivil bir direniş hattı oluşturan kitleleri ve despotizme boyun eğmeyen devrimci örgütleri bastırmaya kalkışmak düpedüz despotizmdir. Fakat Gezi Ruhu bunları değil de ahlaki ve hukuki açıdan meşruiyeti bulunmayan başka birtakım hedeflerin araç ve yöntemlerini inşa sürecini temsil ediyorsa bizim için ona karşı kavga vermekten başka ihtimal kalır mı?
Seçime Karşı Sokak Hareketleri
28 Mayıs’ta başlayıp Ağustos 2013’e kadar Türkiye’nin belli başlı şehirlerini etkisi altına alan Gezi Parkı olayları Türkiye’de siyasetin de toplumun da dengesini sarsan, sadece ekonomik açıdan değil diplomatik açıdan da ülkeyi hedeflerinin epeyce uzağına düşüren bir mahiyete sahipti. Psikolojik harekâtın hemen bütün unsurları, güçlü propaganda ve sosyal medya takviyesiyle devreye sokularak birbiriyle alakasız hatta karşıt kutuplarda bulunan irili ufaklı onlarca farklı örgüt ve örgütsüz binlerce insan sevk ve idare edilebildi.
Ağaç sevgisi, parkına sahip çıkma refleksi Kemalist-sol söylemin öncülüğünde Maocusundan liberaline, Türkçüsünden Kürtçüsüne değin serbest seçimler yoluyla iktidara gelme ümidi olmayan hemen bütün örgütleri AK Parti hükümetine karşı mobilize olmasını kolaylaştırdı.
İslami camia içerinde kırk yıla yakındır yüzlerce protesto gösterisi ve yürüyüşe katılmış bir kişi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, emniyetin müdahalesi ne derece şiddet içermiş, devlet merkezli provokasyonlara muhatap olmuşsak da hiçbir eylemimizde cam-çerçeve indirme, otobüs-ambulans yakma, polis ve basın araçları devirme, geniş kitlelere korku salma gibi en küçük bir sapmanın, en hafif bir saldırganlığın içerisinde olmadık. Gezi Ruhu’nun en baskın ve en tehlikeli yüzü kendisini bu şiddet dalgasında gösteriyordu.
Gezi Ruhu sokaklarda şiddetin yaygınlaşması ve kesintisiz sürdürülmesi üzerine kurulmuştu neredeyse. Meseleyi basit bir dizi söylemle “illegal örgütlerin manipülasyonu, birtakım istihbarat örgütlerinin sızma çabası” gibi izahlarla geçiştirebilmek mümkün değildir.
İş makinalarıyla Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisini basmaya yeltenen, çözüm sürecini bitirmeye yönelik gayretlerin kendini iyice gösterdiği ve kimyasal katliamlar dâhil Suriye halkına karşı her türlü cinayete hız veren Esed rejimine desteğin bariz bir nitelik kazandığı eylem iklimini sivil bir özgürlük mücadelesi olarak tanımlamak nasıl mümkün olacak? Protesto ve itiraz hakkını seçimle iktidar olmuş bir hükümeti sokaklara egemen kılınan anarşi ve kaosla düşürme yönündeki gayretlerle telif etmeye girişmek hukukun en temel ilkelerini çiğnemeden gerçekleştirilemeyecektir elbette.
Gezi Ruhu ve örgütleyici kadrolarla hesaplaşılabildi mi peki? İşin en zaaflı ve ters tepmeye en yakın veçhesi de burasıdır kanaatimizce. Onca iddialı söyleme, dört yıla yaklaşan tutuklu yargılamalara, suçun niteliğini değiştiren iki ayrı iddianameye rağmen Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırıldığı yargılamada hukuk mantığı açısından da toplumsal ve siyasal işleyiş açısından da ciddi kusurlar, derin çelişkiler içermektedir. Bu yönüyle yargı tarihi için unutulması çok zor bir su-i misal olacaktır.
Şiddet ve Kaosu Üretenler Sırlandı mı?
Suçun niteliğini değiştiren iddianameler kadar mahkeme heyetinde bir hâkimin koyduğu yasak deliller, suç sayılmayan dinleme kayıtları gibi mevzuların altından kalkmak kolay olmayacaktır. Kaldı ki, kamu malına zarar veren eylemlere ilişkin Kavala’nın emir ve talimatını gösteren hemen hiçbir delil sunulamamıştır. Ağırlaştırılmış müebbet cezasını tartışma dışı kılmak, bağımsız ve objektif yargının kamu vicdanına tercüme olan kararı saymak gibi şeyler için aşırı iyimser olmak icap ediyor. Evet, İstinaf süreci, Yargıtay ve AYM aşamaları var önümüzde. Lakin bu karar yargıya olan güveni ileriye taşımak, toplumun siyasi iradeye olan bakışını daha olumlu bir seviyeye taşımak gibi sonuçlar doğurur mu?
Flamalarıyla, lider kadrolarıyla, slogan ve afişleriyle bizzat şiddeti üreten örgütlere dair hiçbir suç tespit edilememiş fakat ne hikmetse militer ve militan tavırların dışında durmaya çalışan bir birey olarak Kavala ile Gezi Ruhu eşitlenip özdeşleştirilmiştir. Çiğdem Mater, Hakan Altınay gibi 7 isme hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardımdan 18’er yıl hapis cezası verilmesine gönül rahatlığıyla “hepsi bu cezayı hak ettiler elbette” dedirtecek güçlü delillerin sunulamamış olması tahmin edilenlerin çok ötesinde sıkıntılar doğuracaktır.
Soros’un artıklarıyla ölçüsüz bir savaşa tutuşurken Kemalizm ve Stalinizm artıklarının bıkıp usanmadan ürettikleri ihtilalci iklimi, darbelere zemin hazırlayan provokasyonları ihmal etmek ağır çekim bir intihar olacaktır. Son elli yıldır sahayı terörize eden legal-illegal aktör ve örgütleri es geçip yabancı ajanlar, ecnebi casuslar arama saplantısından neden kurtulamıyor bu ülke?
Gezi Ruhu’yla hesaplaşmak, bu kirli ve yıkıcı ruhu hortlatan bütün aktör ve faktörleri ortadan kaldırmak siyaset ve toplumun üzerine bir haysiyet borcudur. Ancak bu haysiyet borcu ahlaki ve hukuki bütün ilkelere sadakatle ödenmek mecburiyetindedir. Yargı maalesef hukuka değil konjonktürel gelişmelere ve siyasal konumlanışlara uygun hükümler üretme hastalığından hâlâ kurtulabilmiş değil.
Kavala’nın mağduriyetini gidermek üzere Türkiye’de, Avrupa’da, Amerika’da seferber olan çevrelerin nice mağduriyetleri görmezden geldiği hatta bizzat mağduriyetlere sebebiyet verdiği aşikâr değil mi? Fakat bahsi geçenlerin çelişkileri üzerine siyaset inşa etmek yerine bizzat hasımları için bile adalet ve merhamet ilkelerini hayata geçirecek bir dirayete, basiret ve ferasete ihtiyacımız olduğu açıktır. Çıkış yolumuz milliyetçi-devletçi reflekslere sarılıp günden güne büyüyen beka kaygıları üzerine siyaseti şekillendirmek değil adalet ve hikmetin merkeze alınmasındadır.
YAZIYA YORUM KAT