Gerçekle laik fantezi arasında
Türkiye’deki laiklikle ilgili çok şey söylenebilir... Zihinsel bir sekülerleşmeden ziyade cemaatsel bir kimliği ifade ettiği, kemalist askerî vesayet rejiminin payandası olarak işlev gördüğü, kamusal alanı daraltarak demokratik zemini belirli bir zümrenin imtiyaz kaynağı haline getirdiği, doğrudan bir iktidar alanı oluşturduğu söylenebilir. Ancak otoriter laikliğin pek fark edilmeyen ve aslında gayet eğlenceli sonuçlar doğuran çok kritik bir sonucu daha var: İnsanları cahil bırakıyor... İlk bakışta böyle bir yargıya varmak çok inandırıcı olmayabilir, ama mesele laikliğin cemaatsel bir özellik olduğu için, ‘laiklerin’ de aslında sadece kendi cemaatlerine ilişkin olarak bilgi edinebilmelerinde. Ancak o cemaatin dışında kalanlar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmemelerinde... Tabii bunun önemli nedenlerinden biri de ‘laiklerin’ kendi cemaatleri dışında kalanlar hakkındaki bilgiyi değersiz ve anlamsız bulmaları. Ne de olsa kendileri daha ilerlemiş, gelişmiş, çağdaşlaşmış durumdalar... Henüz geriliğin pençesinden kurtulamamış birtakım ilkel cemaatler hakkında bilgi edinmenin kime ne yararı olabilir ki?
Ancak demokrasi epeyce ironik bir rejim. Hele mecburen uygulamak durumunda kaldığınızda bu ironi daha da derinleşiyor. Örneğin Filistin’de Hamas’ın iktidar olması Batılı laikleri ikircikli bir duruma sokmuştu. Demokrasiyi savunmamak siyaseten yanlıştı, ama sonuç böyle olacaksa demokrasiye nasıl güvenilebilirdi? Aynı tedirginlik AKP iktidarına ilişkin olarak da yaşandı. Batılı laikler aslında sonucu belli olan demokrasilerden hoşlanmaktaydılar. Kendi cemaatlerine benzeyen cemaatleri iktidara getiren demokratik sonuçlar ‘Doğu’ya özgürlük’ geldiğini göstermekteydi ve demokrasinin ne kadar güzel bir rejim olduğunu kanıtlamaktaydı. Ama kendi cemaatlerine benzemeyen insanların iktidara taşınması durumunda aynı demokrasiden pek hoşlanılmıyordu. Öte yandan demokrasiye bir iyi bir kötü de diyemeyecek kadar tutarlı oldukları için, daha ‘sağlam’ bir açıklama yapıyorlardı: İstenmeyen sonuçlar üreten demokrasiler, aslında söz konusu toplumların henüz demokrasiye hazır olmadığının kanıtıydı. İstenen ile istenmeyen sonuçlar arasındaki fark ise, iktidara gelenlerin ‘laik’ olup olmamalarıyla bağlantılıydı. Böylece kendilerini liberal, demokrat vs. sanan Batılı laikler giderek cemaatçi oldular.
Cemaatçilik sosyal hayatı da daraltan bir etkiyi ima eder. Örneğin Türkiye’yi ziyaret eden bir Batılı laik kimlerle görüşür dersiniz? Tabii ki kendisine benzeyen insanlarla. Peki, Türkiye’ye gelmeyen insanlara yönelik nasıl bir bilgilendirme hizmeti anlamlı olur? Herhalde laik kimliğine güvendiğimiz birinin yazdığı bir rapor tercih edilmelidir, çünkü ancak o yeterince ‘nesnel’ olacaktır. Diğer bir deyişle Batılı laikler, laik kimliğini öne çıkaran bir gözlemcinin yazdığı Türkiye raporunu daha ‘nesnel’ bulacaktır. Oysa bu rapor çok büyük ihtimalle ‘öznel’ bile değil, doğrudan çarpıtılmış bir rapor olacak ve sonuçta Batılı laik cemaatin cehaletini pekiştirecektir.
Bu durumun sadece Batılılar için geçerli olduğunu sanmayın. Türkiye’deki laik cemaat de en azından Batılı hemcinsleri gibi cehaletin kıskacından çıkamıyor ve üstelik çıkmak da istemiyor. Türkiye’deki laikler giderek cahil olduklarını keşfediyorlar ama cehaletlerine sıkı sıkıya sarılmayı tercih ediyorlar. Israrla bilgiden kaçıyor, Hürriyet, Vatan, Sözcü okuyor ve ortak aldatılmışlığın rahatlığına sığınıyorlar. Türkiye’deki garip Batılı hayranlığının da altında bu eziklik var. Kendi ülkesini tanımayan laik kesim, ‘gerçeği’ kendisine benzeyen laik Batılılardan öğrenmek istiyor. Türkiye’nin şeriat tehdidi altında olduğunu, Doğu’ya kaydığını, eksen değiştirdiğini söyleyen yazarlara can simidine tutunurcasına sarılıyor. Batılı ‘nesnel’ gözlemcilerin bile gördüğü ‘gerçeği’ bir kez daha duyarak tatmin oluyor ve düşünmemeyi mümkün kılan bir atalete geri dönüyor. Oysa o Batılı ‘nesnel’ gözlemciler, gözlemlerini Türkiye’deki laiklerin gözünden oluşturuyorlar ve aslına bakarsanız tek kelimeyle ‘gülünç’ raporlar yazıyorlar.
Bunlardan biri son günlerde çok popülermiş. Jenkins adında biri Ergenekon soruşturmasının tek parti yönetimi doğrultusunda atılmış bir adım olduğunu söylemekteymiş. Cehaletin aptallık haline dönüşmesi, işlerin ne denli kritik hale geldiğinin de göstergesidir. Kendi nesnelliğine fazla güvenerek çıkılan yollar, bir bakarsınız iyice gülünç önermelerle sonuçlanır. Bu durum artık meselenin bir bilgisizlik değil, siyasi manipülasyon safhasında olduğunu da ortaya koyar. Jenkins, raporuna güzel bir ad bulmuş: ‘Gerçekle fantezi arasında’. Herhalde ‘gerçek’ demeye onun bile dili varmamış ki, laiklerin fantezisine güvenmek durumunda kalmış.
Bu tür raporlar açık bir gerçeğe işaret ediyor ve bunu görmeyenleri de ancak ortak aptallıkla teskin edebiliyor: Bu açık gerçek Türkiye’nin demokrasi olmaya yöneldiğidir. Rahatsız olanların kimliği ise, bu gidişin kanıtlarından sadece biri...
***
Geçenlerde İsrail Cumhurbaşkanı Perez de ilginç bir laf etmiş ve orduyla ilgili bir yorumda bulunmuştu: “Türkiye demokratik bir kurum olmayan ordunun, demokrasiyi korumakla görevlendirdiği tek ülkeydi. Ve ordu bunu yaptı. Ama şimdi ordunun rolü değişti.” Perez Doğu’dan bakan biri olduğu için meseleyi doğru koymuştu. Türkiye’deki bazı yorumcular epeyce aceleci ve yüzeysel bir tavırla Perez’i mahkûm etmeye çalıştılar ama denen doğru. Söylenen şey, diplomatik bir dil içinde, geçmişte Türkiye’nin demokrasi olmadığı ama şimdi işlerin değiştiği.
Öte yandan Perez İsrail’in cumhurbaşkanı ve barış yönünde fazla aktif bir Türkiye’den haz etmiyor. Çünkü kendi ülkesinin ‘barış’ koşulları oluşmadan gerçekleşecek bir barışı istemiyor. O nedenle Türkiye’yi bir yerinden vurması da gerek. Nitekim demecinin sonrası şöyle: “Şimdi soru şu: Erdoğan kendi Müslüman halkını demokrasiye doğru mu ilerletecek, yoksa demokratik güçler daha İslâmcı bir devlet mi talep edecek.” Her şeyden önce Erdoğan’ın Müslüman halkı demokrasiye doğru ilerletmek gibi bir seçeneği ikincil önemde, çünkü aslında Müslüman halk Erdoğan’ı demokrasiye doğru itiyor. Ancak asıl dikkat çeken ‘demokratik güçler’ lafı. Acaba ‘İslâmcı devlet’ talep edebilecek olan ‘demokratik güçler’ nasıl bir şeydir? Perez’i böyle bir saçmalığı söylemek durumunda bırakan nedir? Yoksa bu ‘demokratik güçler’ ordu mu? İyi de bir önceki cümlesi o ordunun Türkiye’nin demokrasi olamamasının nedeni olduğunu söylemiyor muydu?
Asıl ironi şurada ki Türkiye’deki ‘demokratik güçler’ ile ‘Müslümanlar’ epeyce iç içe geçmiş durumdalar. Dolayısıyla soru şu: Müslüman cemaatin sürükleyiciliği altında demokratik güçler bu ülkeyi demokrasiye doğru mu götürecek, yoksa kemalist güçler ülkeyi daha faşizan bir rejime geri mi döndürecek. Eğer karşısında bir gazeteci değil de aile dostu olsaydı, eminim Perez de cümleyi böyle kurardı.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT