Gerçek provokasyonlar!
"Fala inanma, ama falsız kalma" demişler. Bunun bir hakikat değeri yoktur. Ama "komplolara inanma, ama komplosuz kalma" demenin bir değeri vardır.
Öylesine dehşet verici olaylar vuku buluyor ki, insan "bunlar niye oluyor?" diye hayret ediyor. Suikastlar, cinayetler, kundaklamalar, terör eylemleri vs. İnsanların bir kısmı aptalca işler yaparlar, bir kısmı da buna müsait olanlara bu işleri yaptırırlar.
Toplum şeffaflaştıkça ve kitle iletişim araçları güç kazandıkça bazı şeyler daha iyi anlaşılıyor. İttihatçı gelenek içinde siyasetin takip ettiği gayri meşru yollar birden fazladır. 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta ateşe verilen Madımak Oteli'nde çıkan yangında onca insanın hunharca hayatını kaybetmiş olması bunun örneklerinden biridir. Bu feci trajedinin Sivas veya Anadolu'da var olan Sünni-Alevi gerilimiyle ilgili tabii ki bir boyutu var, ancak ilave faktörler araya girmedikçe, bu gerilimler bu boyutlarda trajedilere dönüşemezler. Demek ki, birileri bu iki toplum kesimini birbirine düşürmek istiyorsa, küçük bir alev tutuşturarak maksadına ulaşabilir. Bunu, komplo ve provokasyonların ötesinde kendi zaafımız olarak not etmeliyiz.
Olayın üzerinden sis perdesi kalktıkça, profesyonel bir gücün oteli yakarak, masum insanların ölümüne sebebiyet verilmesini Sünni Müslümanların üstüne atmak suretiyle, kendi amaçları doğrultusunda önemli adım attığı anlaşılıyor. Sivas olayları, bundan önce ve sonra faili meçhul cinayetler serisine eklenen önemli bir halkadır. Ve ayrıca Erzincan Başbağlar köyünde bir o kadar masum insanın feci şekilde katledilmesi de bu bağlamda ele alınmalıdır. İlk defa bu sene, otelde dumandan boğulanlar arasında iki istihbarat görevlisinin olduğunun açıklanması dikkate alınması gereken bir nokta oldu.
Ancak burada üzerinde durulması gereken konu, tepeden tırnağa provokasyon ürünü olduğu anlaşılan bu tür cinayet ve katliamlara karşı belli çevrelerin tepki gösterirken kullandıkları dille ilgili olmalıdır. Bu 'çevreler'den kastım bazı sol, sosyalist, Alevi ve ulusalcı gruplardır. Bunlar, sosyal demokrat partilerden tirajı düşük marjinal gazete ve dergilere, kimi sendikalardan kapitalist şirketlerin ürünlerini pazarlayan reklam firmalarına kadar yayılmış gruplardan oluşurlar. Değişen dünyada, ayaklarının altındaki kilimin çekildiğini görerek kapıldıkları panik havası içinde sağa-sola saldırıyor, öte yandan İttihatçı babalarını ve dedelerini izleyerek askerlerle ittifak kurup yeni bir darbeye ne kadar katkı yapabileceklerinin hesabını yapıyorlar. Bunların yaptığı, kirli bir siyasi çıkar uğruna ateşin üstüne benzinle gitmekten ibarettir. Fakat devir değişti. 28 Şubat'ta askerleri provoke edenler, bugün küçük dillerini yutmuş vaziyette mahkemede neyle karşılaşacaklarını düşünüyorlar. Ergenekon operasyonlarının, artık askerlerin, özellikle üst komuta kademesinin bu tür maceralara girmek istemediğini bize yeterince anlatmış olması gerekir, çünkü her askerî darbeden sonra ülke gerilere gitmiş, askerlere de ağır maliyetler çıkarılmıştır.
İstanbul'da ABD Başkonsolosluğu önünde düzenlenen amatör terör saldırısının da bu genel konjonktürden bağımsız olmadığını düşünüyorum. Sanki birileri "Eğer siz Ergenekon oluşumunu bir 'terör ve çete' kapsamına sokuyorsanız, alın size 'dinci terör' demek istedi" veya en azından böyle bir algı oluştu. Henüz hayatının baharındaki polisleri katletmenin meşruiyeti nedir? Ambulansta hastaneye götürülürken durmadan kelime-i şehadet getiren masum insanları öldürmenin hangi ulvi davayla bir ilgisi olabilir? Bu eylemi yapanlar, politik hedefler açısından ortaçağ şatoları gibi inşa edilmiş muhkem bir binayı basıp amaçlarına ulaşabileceklerini düşünmüşlerse, zaten burada akla herhangi bir rol kalmamış demektir. Demek ki, bu eylemin amacı konjonktüre uygun bir iş yapmaktan ibarettir. Şu veya bu maksatlı olsun, teselli verici olan husus şu ki, artık kimse bu numaraları yutmuyor, bu eylemler hiç kimseye meşru ve sevimli gelmiyor, nefrete yol açıyor. İnsanlar yorum yapabiliyor, kimin neyi ne amaçla yaptığını anlayabiliyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT