Gerçek Öldü, Hedef Avrupa’nın 11 Eylül’ü
Merve Şebnem Oruç, bugünkü yazısında Paris saldırısı ile ilgili gerçeklerin manipüle edilmesini değerlendirmiş.
HAKSÖZ-HABER
Saldırı ile ilgili gelişmenin hızla gerçekliğinden kopup bir araç, bir sopa haline geldiğini belirten Oruç, gelişmenin kendisiyle bağlantısının dakikalar içinde koparılmasının daha büyük bir vahametin göstergesi olduğunu ve Türkiye'de artık gerçeğin, gerçekte ne olduğunun hiçbir öneminin kalmadığını vurgulamış.
***
Gerçek öldü, hedef Avrupa’nın 11 Eylül’ü
Merve Şebnem Oruç/ Yeni Şafak
Sadece bize özgü mü bilmiyorum. Evvelden beri, izlediğimiz Türk filmlerini bile, henüz filmin ikinci dakikasında “Tamam buldum, katil uşak”, “Yüzünde meymenet yok, kesin bu öldürmüştür kadını” diyerek sonunu en başta tahmin etmek uğruna harcayan insanlarız biz. Filmin sonunu önceden bilmek, kitabın sonunu dayanamayıp en baştan okumak, asansörün “kapıları kapat” düğmesine tekrar tekrar basmak, trafikte kornaya basınca yolun açılacağını zannetmek... Bunların hepsi bizim, kendimize has, aceleci, tatlı telaşlı üslubumuzdu bir zamanlar. Artık pek de tatlı değiliz.
Zira artık gerçek ölümlerden, katliamlardan, bombalı saldırılardan fal açıyoruz. Dolmabahçe’de bir saldırı olduğunun haberi sosyal medyaya düşer düşmez, “Bomba patlamamış, algı operasyonudur”, “Berkin Elvan demiş, DHKP-C’dir”, “Hayır kesin paraleldir” cümleleri alıp başını gidiyor. Sultanahmet’te canlı bomba saldırısının haberi internete erişir erişmez, “Saldırıyı yapan şucudur,” “Hayır saldırıyı yapan bucudur,” ile başlayan ve ayarın birkaç dakika içinde kaçıp “Oh oh AkaPe polisine iyi oldu”, “Cemaatin polislerini içeri tıkarsan sonu bu olur” seviyesine ulaştığı bir kavga, freni tutmazken yokuş aşağı giden araba misali hızlanarak devam ediyor. Derken Paris’te bir dergiye saldırı düzenleniyor, aman Allahım, saldırıyla ilgili geçiniz detayı, genel bir bilgiye dahi sahip olmadan “İşte Erdoğan’ın desteklediği teröristler”den tut, “Terörü lanetlemedi, ‘İslamofobi’nin yükselmesi’ vurgusu yaptı, demek ki...” tarzı niyet okumalara varan yorumlar bombardıman misali ardı ardına düşüyor. Türkçe yazılan cümleleri, verilen demeçleri çarpıtarak İngilizce’ye çevirenlerden tutun, konuyla ilgili herhangi bir yorum dahi yapmamış olanları İngilizce, Fransızca “İşte Paris katliamını alkışlayan gazeteciler” diye hedef göstermeye çalışanlara kadar yok, yok. Yarım saat bile sürmüyor, Paris’te yaşanan olay, bitmek bilmeyen siz-biz kavgasının ana gündem maddesi, iç meselemiz haline geliveriyor. Küfürler, hakaretler, hedef gösterirken hedef gösterilmekten şikayet etmeler... Tuttuğun taraf mağdursa, maktülse, mazlumsa ağıtlar yakılmaya başlanıyor, elini kana bulayansa kahramanlık türküleri çığrılmaya başlanıyor. Öldürülensen asla hak etmiyorsun ama öldürensen “hak ettiler” diyorsun.
“Biz ne zaman bu kadar önyargılı olduk?” diye sormak değil niyetim, zira biz hep önyargılıydık. “Biz birbirimize hep mi bu kadar saygısızdık?” diye de sormayacağım, çünkü evet, biz hep bu kadar saygısızdık. Ama 2700 km ötede yaşanan bir gelişmenin hızla gerçekliğinden kopup bir araç, bir sopa haline gelmesi, gelişmenin kendisiyle bağlantısının dakikalar içinde kopması, daha büyük bir vahametin göstergesi: Bu ülkede artık gerçeğin, gerçekte ne olduğunun hiçbir önemi yok.
Gezi’den 30 Mart’a giden süreçte az görmemiştik, “Ne kadar çok kişi ölürse Erdoğan’dan kurtulma ihtimalimiz o kadar artar,” diyenleri. Suriye’ye müdahale ihtimaline karşı ‘savaş karşıtı’ kesilenlerin, Batılı güçleri avaz avaz Türkiye’ye müdahaleye çağırdığını da unutmuş değiliz. Kendi cemaat devleti için gerekirse Türkiye’yi yakabilecek fıtratta olanların, hala her gün yeni bir ruh hastalığına denk gelmekteyiz. Bir tarafta PKK’den örnek vererek AK Parti’ye karşı verdikleri mücadelede başarıya ancak silahlanarak varabileceklerini televizyondan ilan edenler, öte tarafta köşesinden “Azap biçersiniz” diyerek öbek öbek tehdit edenler, beri tarafta sosyal medyada idam çağrısı yapanlar... Ve tabii öteki tarafta IŞİD... İki sene gibi kısa bir süre içinde dünyanın tüm dengesini alt üst eden vahşi bir harici grup. Bunlar son iki senenin gerçekleri haline gelirken, gerçek ‘gerçek’ görünen o ki artık zerre kadar önem arz etmiyor.
Eshilos o meşhur cümlesini herhalde tam da böyle zamanlarda söylemiş: “Savaşta önce gerçekler ölür.” Zira gerçeğin ne olduğu, olay yeri, olay anı, olayın kendi, Paris’in orta yerinde zanlıların nasıl kısa sürede yakalanamadığı, saldırının ardındaki ‘gerçek’ gerçekler kimsenin umurunda değil. Önemli olan, neyi ne kadar kısa sürede nasıl manipule edip istediğin şekilde algılatabildiğin. Bu yüzden bir akıllı “Avrupa’nın 11 Eylül’ü bu,” diye bir cümle kuruyor ve binlercesi bunu, bunun saçmalığını sorgulamadan, papağan gibi şakıyabiliyor ve hatta buna tutunabiliyor, bunun için sevinçten heyecanlanabiliyor.
11 Eylül sonrası Irak’a düşen bombaların Hıristiyan-Müslüman-seküler Arap ayrımı yapmadığını, aslında bombaları tetikleyenlerin de böyle bir kaygı taşımadığını hatırlatmak lazım ülkesi bombalansın diye heyecanlanan bu arkadaşlara, zira teknoloji insansız hava araçlarında dahi Müslüman-seküler sensörü geliştirecek kadar gelişmedi hala.
***
Dün Yemen’de sıradan bir gündü. Bu kez polis akademisine düzenlenen bir saldırıda 35 kişi yaşamını yitirdi. Ajansların geçtiği haberler dışında kimse yazmadı bu 35 kişiyi. Kimse ayağa kalkmadı onlar için ve kimse ağlamadı. Kimse birbirine saldırıp suçlamadı da. Bu saldırıyı kimin kınayıp kimin kınamadığının zerre kadar önemi de yoktu. Kimse bu 35 kişi için yayın akışını da bozmadı.
Kanıksanmış bir ayrımcılığın ölüm hali... Paris’te öldürülen bir Batılı isen dünya yerinden oynuyor, Sana’da öldürülen bir Doğuluysan tek bir yaprak bile kıpırdamıyor.
HABERE YORUM KAT