Generale susup, profesöre gürleyenler!
Bir generalin, darbe iddialarının tartışıldığı günlerde bir bakan için sarfettiği “Gidin, söyleyin o kadına. İleri geri konuşmasın. Gelirsek, İçişleri Bakanlığı önünde onu yağlı kazığa oturturuz” sözleri mi daha ciddidir?.
Yoksa bir profesörün, 100-150 kişilik bir salonda, halktan insanlara konferans verirken, “Bana sorarsanız, ben darbeciler için ‘idam yerine’ eskiden olduğu gibi ‘yağlı kazıklara oturtularak’ cezalandırılması taraftarıyım. Bizler, darbecileri cezalandıralım ki, bir daha başkası darbe yapmaya yeltenmesin” demesi mi, daha ciddidir?
Gazeteci olarak düşünün.
Siyasetçi olarak düşünün..
Vatandaş olarak düşünün..
Olayları izlemeye çalışan kendi halinde bir seçmen olarak düşünün...
Hangi kimlik ile düşünürseniz düşünün.
İki örnekten, hangisi daha ilginç? Hangisi; daha ciddi bir sözdür? Hangisi; daha fazla etkisi olan sözdür? Hangisi; daha caydırıcı bir sözdür? Hangisi; “Ya ciddileşirse” diye üzerinde durmamız gereken sözdür?
Herkes kabul edecektir ki; generalin sözü daha ciddi, daha etkilidir..
Çünkü; her iki açıklamadaki “kazık” hikâyesinin de tarihteki örneği, Kazıklı Voyvoda idi. O da bir bilim adamı değil, başındaki ordu ile savaşa çıkan bir askerdi..
Dolayısı ile, dünya tarihindeki örneği ile de.. Bizim darbelerin yaşandığı dönemlerde kaybolan insanlarımızın örneği ile de.. Generalin sözünü ciddiye almamız, kendi menfaatimiz gereği..
Ama; bizim anlı-şanlı gazetecilerimize bakarsanız, Mümtaz’er Türköne’nin “kazık”lı sözü, 28 Şubat döneminde bir bakan için generalin sarfettiği “kazık”lı sözlerden daha önemli..
Profesörün “kazık”lı açıklaması, generalin “kazık”lı açıklamasından daha ciddi.
Öyle olmalı ki, 28 Şubat sürecinde malûm generalin o sözlerine tık diyemeyenler (daha doğrusu demeyen ve alkış tutanlar), şimdi profesörün sözlerine karşı ayağa kalktılar..
Ruhat Mengi’sinden tutun.. Mustafa Mutlu’suna kadar. Ayşenur Arslan’ına kadar.
Amanin amanin..
Ne de yiğit imişler bunlar.
Ne de, “kazık karşıtı” imişler?
Hukuk dışı bir cezalandırma ihtarını duyunca, nasıl da cesaretle üzerine giderler imiş..
Sevsinler sizin cesaretinizi..
Sanki gerçekten, Mümtaz’er Türköne’nin önerisini alıp, uygulayabilecek bir yönetim var Türkiye’de..
Adamlar daha, darbecileri cezaevinde tutmaya bile güçleri yetmiyor..
İkisini koyuyorlar, üçüncüsü sıvışıveriyor.
Ya hastalık uyduruyor, ya yurt dışı seferi..
Bırakın kazığa oturtmayı falan.. İdam cezası bile yok, kanunların hiçbir yerinde..
Olsa olsa, “üç-beş yıl yatıp”, çıkıverecekler işte.. Ama “kazık karşıtı” yukarıdaki cesur kalemlerin gizli gizli alkışladıkları generaller işbaşına gelse idiler..
Kim kendisini garantide görebilirdi, “kazığa oturtulmak”tan..
Kim kendisini garantide görebilirdi ki; generali ciddiye almayanlar, bilim adamının konuşmasını ciddiye aldılar?
Her şey ayan-beyan ortada..
Bunlar gazeteci falan değil.. Bunların derdi, hukuk-mukuk değil.. Demokrasi hiç değil.
Bunlar, darbeyi de savunurlar, “kazığa oturtmayı” da.. Yeter ki, kendi adamları fail olsun..
Ama işin başındakiler kendi adamları değil ise, “suç işleyenlerin cezaevine konulması”na bile isyan ederler..
Bir bakana yapılan “Gelirsek, yağlı kazığa oturturuz” tehdidini duymazlıktan gelirler de..
Bir profesörün, biraz da latife olsun diye sarfettiği “kazığa oturtmak” sözünü, dillerine dolayıp, romanlar yazarlar..
Aynı dönemde, bir generalin, bir gazeteci için sarfettiği “Gelirsek oraya, makadına süngü ..., sınır sınır gezdiririm” sözünü hiç hatırlatmayalım..
O söz üzerine de, bugün Mümtaz’er Türköne’yi infaza kalkışanların “suskunlukları”nı not etmekle yetinelim.. “Suskunluk” ne demek, “alkış” bile tutmuşlardı..
Bunları hatırlayınca, insanın sorası geliyor: Mümtaz’erHoca, acaba haksız mı?
Durun, “İslâm’da öyle bir ceza var mı?” demeyin.
Tabii ki öyle bir ceza yok.
Ama “kısas” var.
General, “kazık”la tehdit etmişti.
Mümtaz’er Hoca da, “kazık”la tehdit ediyor!
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT