Genelkurmay andıcı ile 10 noktada asker sorunu!
Taraf gazetesinin geçen günkü dokuz sütuna manşet haberi, “Koç da andıçlandı” başlığını taşıyordu.
Alt başlıklar şöyleydi:
“Mart 2006’da Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na sunulan ‘ABD ve AB’nin yönlendirdiği sivil toplum örgütleri’ andıcında Rahmi Koç’un eşbaşkan olduğu bir örgüt de var. Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanıp Genelkurmay İkinci Başkanı Işık Koşaner’e sunulan andıçtaki isimlerin başında ‘Türkiye’yi batırmaya çalışan Soros’un yakın arkadaşı’ Kemal Derviş de var. Andıçta hangi sivil toplum kuruluşunun hangi yabancı vakıf ya da kurum tarafından desteklendiğini, bunlar arasındaki dolaylı ya da dolaysız ilişkiyi açıklamak için bir dizi de şemaya yer verilmiş. Bu şemalarda birbirleriyle bağlantılı olduğu belirtilen çok sayıda isim var. Bunlardan biri de hemen her şemada yer alan TESEV’in kurucusu Bülent Eczacıbaşı. Ve sürpriz: Oktay Ekşi de andıçlandı.”
İlginç bir haber.
Türkiye’de asker sorunu nedir sorusuna ışık tutan bir gazetecilik başarısının altına imza atmış genç meslektaşımız Mehmet Baransu...
Neler söylenebilir?
Bu köşede yıllardır demokrasi açısından önemsediğim için ‘asker sorunu’ konusunda yazdıklarım bir kez daha şu 10 noktada özetlenebilir:
(1) Genelkurmay’ın bu andıcı askerdeki bir eğilimi yine gözler önüne seriyor. Öylesine yetiştiriliyor ki asker, neredeyse kendisinden başka herkesi ‘dost değil düşman’ saflarda görüyor. Bu öylesine bir hava ki, bu ülkede üniformasız olanlar sanki ‘başı bozuk takımı‘nı oluşturuyor.
(2) Asker neredeyse kendinden başka herkesi, kendisi gibi düşünmeyen herkesi dost olmayan karşı cephede görüyor. Öylesine bir hava yaratılmış durumda ki, askerin bir ‘sivil’e güvenebilmesi için, o sivilin kendisine tabi olması, ‘emre amade olması’ ya da ‘kullanılabilir olması’ gerekiyor.
(3) Askerin yetiştirilmesinde milliyetçilik dozunun zamanla kaçırıldığı anlaşılıyor. Kantarın topuzu kaçtığı içindir ki, neredeyse dışarıdan gelen her şey kuşkuyla, düşmanca karşılanıyor. “Türkiye’yi bölecekler!” korkusunun iliklere kadar işlediği, bu nedenle ABD’ye de, AB’ye de özünde ya da bildik klişelerin dışında ‘düşmanca’ bakıldığı dikkati çekiyor.
(4) Türkiye’nin AB üyeliğini, Türkiye’de AB’deki kadar demokrasi ve hukuku, AB’deki kadar pazar ekonomisi koşullarını, dışa açılmayı ve küreselleşmeyi, hatta özelleştirme siyasetini savunanlara bazen ‘vatan haini’ muamelesi yapıldığı görülüyor.
(5) Asker öylesine bir Atatürkçülük ve milliyetçilik anlayışıyla yetiştiriliyor ki, bu yüzden ‘fazla demokrasi’nin Türkiye’yi böleceğine ve ‘siyasal İslamcılar’ın elini güçlendireceğine inanır hale geliyor. Askerin kafasını şartlandıran bu ‘kırmızı çizgiler’ ister istemez Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin alanını daraltıyor, demokratikleşmeyi geciktirici bir rol oynayabiliyor, (Geçen yılki 367 olayı ile 27 Nisan Muhtırası bu çerçevedeki son örnekler olarak hatırlanabilir).
(6) Biliyorum, kökleri eskilere gidiyor ama demokrasi ve hukuk devleti diyorsak, üzerinde mutlaka durmamız gereken bir nokta daha var. Asker kendisini ‘devlet içinde devlet’ gibi görüyor, devletin tepesinde bir ‘siyasi parti’ gibi davranıyor.
(7) Askerin kendisine biçtiği rol ya da misyon, kendisini ‘nihai kurtarıcı’ gören anlayış olarak da tarif edilebilir. “Asker kendisini bu ülkenin yüzde 51 sahibi sayar” diyen rahmetli bir büyük işadamını anımsıyorum bu çerçevede.
(8) Bu ülkede eğer demokrasiyi demokrasi yapacaksak, hukuku hukuk yapacaksak, o zaman askerin kendini devlet içinde devlet olarak görmesine son vermek gerekecek. Bu ülkede eğer demokratik hukuk devletini tüm kural ve kurumlarıyla yerli yerine oturtacaksak, o zaman askerin bir siyasi parti gibi davranmasına son vermek gerekecek. Bunun için elbette hem yasal hem zihniyetsel bir değişime ihtiyaç var bu ülkede...
(9) Kısaca: Bu ülkede ‘asker sorunu’ çözülmeden, demokrasi ve hukuk sorunu çözülemez.
(10) Ancak, asker sorunu aynı zamanda bir ‘sivil sorunu’dur. Darbelere, muhtıralara sessiz kalmayan, ‘askere selam durmayan‘, kriz dönemlerinde ‘kışlaya dönüp bakma’ alışkanlığı olmayan siviller ve siyasetçiler bu ülkenin siyaset meydanında ağır basmadıkları sürece de ne asker sorunu ne sivil sorunu çözülebilir.
Özetle:
Genelkurmay’ın Mart 2006 tarihli andıcının bende uyandırdığı duygu ve düşüncelerin yeni bir yanı yok.
Son söz:
Bu satırlar ‘asker düşmanlığı’nın ürünü değildir; askeri, demokratik rejim içinde yerli yerine oturtarak, bu ülkede barış ve istikrarı kalıcı kılmak isteyen bir bakış açısının ürünüdür bu satırlar...
Milliyet gazetesi
YAZIYA YORUM KAT