Gençlerin “Din” ile İlişkisi ve Dinsizlik Misyonerleri
Hayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki yazısında son dönemlerin popüler konularından biri olan gençlerin giderek dinden koptuğu, deizme kaydığı tartışmasını değerlendirmiş.
Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (05 Nisan 2018) yazısı şöyle:
Gençler ve din
Değerli ilim ve düşünce adamı Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu çok önemli bir probleme dikkat çekince bir süredir tartışılan ve üzerinde düşünülen “Gençlerin din ile ilişkisi” konusu yeniden alevlendi. Konu ile ilgili olarak okuduğum son yazı Gerçek Hayat’ta, Emeti Saruhan’ın “Anne Ben Deist Oldum” başlıklı yazısı. Bu yazının özelliği ve değeri şudur: Masa başında kendi dünyası ve ufku içinde gençlerle ilgili ahkâm kesmiyor, hedefin dışına atışlar yapmıyor, problemin taşıyıcıları ve muhatapları olan gençlerle, velilerle, öğretmenlerle, eğitimcilerle yapılan bire bir görüşmelere, sağlam tespitlere, isabetli tahlillere dayanıyor.
Özetlemek gerekirse ülkemizde gençlerin iman ve amel (dini yaşama) bakımından göze çarpacak ve Müslümanca yaşamayı amaç edinen insanımızı üzecek boyutta dinde uzaklaştıkları, ikame olarak da deizmi, ateizmi, boşluğu, hatta intiharı seçtikleri tespiti yapılıyor. Ne kadar gencin, gençliğin yüzde kaçının bu noktaya geldiği hususunda bilgimiz yok. Umarım bu tespit, gençlerimizin çoğunu değil, azını içine alıyordur; ancak rakam ve oran ne olursa olsun vakıa üzücüdür ve üzerinde önemle durmayı hak etmektedir.
Gençlerin dinden uzaklaşmalarının iç ve dış sebepleri var. Dış sebepler arasında başka bir dinin veya dinsizliğin misyonerlerinden söz ediliyor; yüzlercesinin ülkemize geldikleri, gençlerle daha kolay ve başarılı ilişki kurabildikleri haber veriliyor. Yine dış sebeplere dahil olan elektronik ve dijital iletişim araçları var. Bu araçların içindeki bilgiler, oyunlar, filimler vb. ile ilgili ne bir süzgeç var ne de orada biz varız. Eskiden bu araçlar yüzünden yabancıların evlerimize girdiklerinden söz ederdik, şimdi hem maddi hem de manevi olarak ceplerimize de girdiler.
İç sebepler arasında çocukluk ve gençlik dönemlerinde tabii olan biyolojik ve psikolojik değişimler, bu değişimlere uygun eğitimin eksikliği, din dilinin gençlerin kalplerini açamaması, kafaları ile de uyuşamaması, eğitim çevremizin ve genel olarak milli eğitim politikasının amaca uygun olmaması, dindar ailelerin çocuklarından ölçüsüz ve dengesiz beklentilerinin olması ve bu yüzden onlara fazla yüklenmeleri sonucunda hasıl olan “din yorgunluğu” … sıralanıyor.
Durum tespiti özetle böyle. Peki ne yapalım?
Bu yakıcı sorunun cevabını büyük ölçüde sonucu doğuran sebepler veriyor. Sebepler üzerine eğilmek, topyekûn bir eğitim seferberliği ile olumsuz sonuç doğuran sebepleri ortadan kaldırmak, amaca en uygun yöntemleri danışmalar yoluyla bulup uygulamak gerekiyor.
Bazı çevreler Fazlıoğlu’nun uyarısından alındılar ve savunmaya geçtiler. Doğru olanı bu değildir, doğru olanı özeleştiridir, herkesin nerede hata yapıyoruz sorusunu sorması ve kendi sorumluluğunu tespit ederek gereğini yapmasıdır.
Bir de bizim hidayet inancımız vardır; Sevgili Peygamberimiz (s.a.) insanları İslam’a en güzel örneklik ve usul ile davet ettiği halde muhataplarının bir kısmı imana gelmemiş, hidayete ermemişlerdir. Bizi üzecek olan sorumluluğumuz çerçevesinde gerekeni yapıp yapmadığımızla ilgilidir. “Gereken”in tespitini de ehline danışarak bilmemiz zarureti vardır. Ehlinden yardım almadan kendi bildiğine gidenlerin hata yapmaları kaçınılmazdır.
HABERE YORUM KAT