Genç subaylar yine mi rahatsız?
Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu mezuniyet töreni sonrasında bazı teğmenlerin rutin tören programının dışında kılıçlarını kaldırarak “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz.” Şeklinde slogan atmalarının yankıları devam ediyor.
Eleştiri ve destek temelinde yapılan yorum ve değerlendirmeler, işin ideolojik boyutu, yaptığı çağrışımlar ve verilmek istenen mesaj anlamında bu olayın ciddi bir muhasebesinin yapılmasını gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla olayı anlık gelişen çocuksu bir heyecan şeklinde değerlendirmek büyük bir hatadır.
Teğmenlerin bu rutin dışı/korsan gösterilerini savunan kişi ve çevrelerin dayanakları bile tek başına bu korsan gösterinin hem yanlışlığını hem de tehlikelerini fark etmek açısından yeterince ipucu vermektedir.
Birincisi, Mustafa Kemal’in bu ulusun ortak değeri olduğu iddiasından hareketle bu eylemi haklı çıkarmaya yönelik değerlendirmelerin hiçbir sahiciliği yoktur. İster Cumhuriyetin kuruluşunu müteakip bizzat Mustafa Kemal’in söz ve icraatlarından hareketle, ister tek parti iktidarı döneminde Milli Şef’in işgüzarlığına tahvil edilsin Kemalizm; Batıcılığı, sekülerizmi ve din karşıtlığını temsil eden bir ideoloji işlevi görmektedir. Dolayısıyla, Batı aydınlanmasının pozitivist, modernist, ulusalcı ve seküler tabiatına karşı olan toplumun geniş dindar kesimleri için ortak bir değer olması söz konusu değildir.
Sadece dindar kesimler değil, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ulus devlet inşası süresince dini, etnik ve mezhepsel temeldeki baskı, inkâr ve asimilasyon politikalarına muhatap olmuş toplumun diğer kesimleri için de Mustafa Kemal ortak bir değer olarak kabul görmemektedir. İskilipli Atıf Hoca, Seyid Rıza ve Şeyh Said bu itiraz ve karşıtlığı ifade etmek bakımından sembolik örneklerdir. Dolayısıyla Mustafa Kemal’i Batıcı/Seküler bir misyonla irtibatlandırıp bu misyon üzerinden methiyeler dizdikten sonra onu tüm topluma ortak bir değer olarak dayatmak en hafif tabirle zorbalıktır. Öyle ki, Cuma namazı ve benzer dini merasimler sırasında ibadetleriyle meşgul olan cemaate “Atatürk’e niçin dua etmiyorsunuz” dayatmaları artık sistematik bir baskıya ve açık bir zorbalığa dönüşmüştür.
İkincisi, siyasetin okula, kışlaya ve camiye girmesini doğru bulmadıklarını söyleyenlerin postal kokusunu aldıktan sonra adeta cezbeye kapılmış bir ruh haliyle bu korsan eylemi desteklemeleri, bu kesimlerin esasında siyasetin bu kurumlara girmesinden değil, kendi ideolojik ve siyasi tercihleri dışındaki bir siyasetin bu kurumlara girmesinden rahatsız olmalarından kaynaklanmaktadır. Anasınıfından başlayarak eğitim hayatının her kademesini belli bir ideolojik dayatma ile şekillendiren, cami cemaatine mütemadiyen dua baskısı yapan, askeriyede açılan bir mescitten bile rahatsızlığını gizlemeyip, Atatürk’ün askerleriyiz, sloganı atanları ülke geleceği açısından en büyük güvence sayan bir zihniyetin gerçekten de siyasetin okula, kışlaya ve camiye girmesinden rahatsız olduğuna inanmak çok gülünçtür.
Üçüncüsü, 15 Temmuz ve 28 Şubat dâhil Cumhuriyet tarihi boyunca periyodik aralıklarla yapılan darbelerin, darbe teşebbüslerinin ve muhtıraların tamamı Atatürkçülük adına yapılmıştır. Toplumun zihin dünyasında korku, tedirginlik ve darbe dışında hiçbir olumlu çağrışımı olmayan ‘Askerin Atatürk Hassasiyetini’ anlayışla karşılamak mümkün değil.
Dördüncüsü, Toplumun tüm kesimleri gibi askerin de siyasi ve/veya ideolojik tercihi sadece kendisini ilgilendirir. İç dünyasında hangi motivasyonla kime ve neye askerlik yaptığı da kendi tercihidir. Ancak, aldıkları maaş toplumun tüm kesimlerinden toplanan vergilerle ödenen bu teğmenler, o üniformayı giydikten sonra belli bir ideolojik kesimin temsilcisi veya askeri değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak hassasiyetlerini gözetmek ve bu anlayışla görevlerini ifa etmek mecburiyetindedirler. Ellerindeki kılıcı tehditkâr bir şekilde sallayarak hangi manaya geldiği herkes tarafından bilinen sloganlar atmak, askeri disiplin açısından da, toplumsal barış açısından da sakıncalı bir durum arz etmektedir.
YAZIYA YORUM KAT