Geleneklere saygı ve onları koruma hakkı
Rene Geunon, geleneği şemsiye bir kavram olarak kullanır, bütün dinleri "Büyük Gelenek" altında toplar.
Bir açıdan onun gelenek telakkisi İslamiyet'in beşeriyet tarihi içinde ve her peygamber tebliğinde yeniden ifade edilen Ed Din'e karşılıktır. Ama karışıklığa yol açmaması bakımından Din'i şemsiye kavram, geleneği hem sahih tebliğ hem sahih ve salih ameller formunda bunun içinde ele almanın daha doğru olacağını sanıyorum.
Batı, kendini bir gelenek içinde üretip sürdürüyor. Greklerin ruh-beden ayrımı, Roma'nın paganizmi Batı Hıristiyanlığı içinde devam etti. Aydınlanma Hırisyanlığın sekülerleştirilmiş formudur. Komün toplum, kurtarıcı sınıf, ideoloji ve partiye adanmışlığıyla Marxizm-Leninizm dahi sekülerleştirilmiş Hıristiyanlıktır.
Batı'nın modern siyasal ve hukuki kurumlar üzerinden Batı-dışı dünyaya empoze ettiği formlar, yöneldikleri temel hedefler bakımından yerli gelenekleri tasfiye eder. Doğası itibarıyla kültür ve kavimlerin kültürel hakları geleneksel olanın tasfiyesini hedefler. Bir kavim uluslaştıkça kendi tarihi değerlerini tasfiye eder.
Gelenek ise demokratiktir, tarih içinde sürekliliktir ve birleştiricidir. Tabii ki bilumum görenekler ve âdetler böyle değildir. İçlerinde zalimane olan, çürümüş, yozlaşmış görenek ve âdetler vardır ve bunlar belli bir referans çerçevesinden hareketle ayıklanmalı, gerekirse bu geleneklere ve belki en başta gelenekçiliğe, geleneğin katılaştırılması, kendini var eden değerin üstüne çıkarılması telakkilerine karşı mücadele edilmesi gerekir. Geleneğin büyük tehlikesi, içinde bilinç kalmamış davranışları alışkanlık haline getirmesidir. Bu zamanla sadece bakış açılarını, düşünme biçimlerini ve davranış tarzlarını değil, ibadetleri dahi adet haline getirebilir.
Ancak bunları unutmadan, geleneğin korunması gerektiği; bunun için de geleneğe saygı ve toplumların kendilerine özgü geleneklerinin korunmasının temel haklar arasında sayılmasının şart olduğunu belirtmek gerekir. İşte Batı, tam bu noktada ne yerel/yöresel geleneklere saygı duyuyor, ne de geleneklerin korunmasını bir hak kabul ediyor.
Bunun sebebi açıktır: Eğer gelenek güçlüyse, toplum da güçlüdür. Çünkü mesela İslam toplumlarını göz önüne aldığımızda, Müslüman kavim ve halkların geleneklerinin üç özellik taşıdığını görüyoruz:
a) Geleneklerin özleri, özellikle örflerin tamamı İslam dinine dayanıyor, formlar yerel/yöresel unsur ve malzemelerle vücut buluyor.
c) Gelenek toplum tarafından yapılır. Yukarıdan -devlet- tarafından empoze edilmez; dışarıdan da ithal edilmez. Bu yüzden; "gelenek" ile "modernleştirici devlet" ve yine geleneklerini yaşamak ve sürdürmek isteyen "Müslüman halk" ile "Batı'dan empoze edilen kültür" arasında sürgit bir gerilim ve çatışma hali yaşanmaktadır. Bu siyasal rejimlerin demokratikleşmesini engelleyen en önemli faktördür. Çünkü devlet kendini Batı kültürünü halkına empoze etme misyonuyla konuşlandırmış bulunmaktadır ki, bu misyondaki devlet demokratik olamaz.
c) Geleneği zaman içinde dayanıklı kılan faktör, toplumun onu olayların akışı içinde sürekli bir biçimde test etmesi, miadı dolmuş formların katılaşmasına karşı özünü yeniden süzüp öne çıkarması, hayatın değişen şartlarına göre değeri imbikten geçirmesidir. Zaten eğer bir gelenek test edilmiyorsa, süzülüp belli bir imbikten geçmiyorsa yaşayamaz.
Batı'nın vesayetindeki devletler, geleneklerini hukuk, kültür ve eğitim üzerinden tasfiye etmeye çalışırlar. Medya yeni dönemin en etkili aracıdır. Yeni dönemde aynı misyonu STK'lar, kadın dernekleri, insan hakları örgütleri, araştırma şirketleri, stratejik kuruluşlar, vakıflar üstlenmiş bulunuyor. Bu taşıyıcı ve dönüştürücü araçlara Batı çuval dolusu dolar ve avro fonluyor.
Türklerin, Arapların ve Kürtlerin gelenekleri birbirine yakındır, örfleri aynıdır. Her üç Müslüman kavim kendilerine özgü kültür ve kültürel haklar öne sürdükçe ayrışıp çatışmaya hazır hale gelmektedirler.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT