Geçmişten ders çıkarmadan bugünü kurtaramayız
Hüseyin Likoğlu, 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle başlayan darbe geleneğinin, bugün hala gizli kapılar ardında devam ettiğini ve bu yapıların tespit edilip temizlenmesinin önemini vurguluyor.
Hüseyin Avni Paşa 1821 yılında Isparta’da doğdu. 1842’de Meteb-i Fünun-i Harbiyye’yi bitirerek 21 yaşında teğmen oldu. O yıl mezunlardan beş teğmen Mekteb-i Erkân-ı Harbiyye-i Şâhâne’ye (harp akademisine) ayrıldı. Hüseyin Avni Paşa, 1849’da Kurmay Kıdemli Yüzbaşı olarak harp akademisini sınıfın üçüncüsü bitirdi.
İnişli çıkışlı bir askerlik hayatı oldu Hüseyin Avni Paşa’nın. Görevden alındı, rütbeleri söküldü, ama bir yolunu bulup tekrar tekrar göreve döndü. Seraskerlikten ikinci kez azledilmesinin ardından, bir sağlık sorunu olmamasına rağmen, hastalık bahânesiyle Londra’ya gitti. İngiliz bakanlarla Abdülaziz’i tahttan indirme görüşmeleri gerçekleştirdi.
Türlü entrikalar ve rüşvetle yeniden serasker olan Hüseyin Avni Paşa, aralarında Mithat Paşa, Mütercim Rüştü Paşa, Şeyhülislâm Hasan Emrullah Efendi’nin olduğu çete ile 300 harbiyeli ve Türkçe bilmeyen bir Arap taburunu kandırarak, sarayı bastı ve Sultan Abdülaziz’i 30 Mayıs 1876 sabahı tahttan indirdi.
Sultan Abdülaziz ile başlayan silsile 15 Temmuz’a kadar sürdü!
Muhtemelen bu topraklarda 1876 öncesi de darbeler gerçekleşmiştir. Ancak Sultan Abdülaziz’e yönelik darbeyle başlayan silsile 15 Temmuz’a kadar sürdü. 1909’da Sultan 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine yol açan darbeyle 1960’ta Adnan Menderes ve arkadaşlarını idam ettiren darbe aynı silsilenin devamıydı.
Adnan Menderes darbe söylentilerini ciddiye almadı. Harbiyelilerin eylemlerinin ciddiyetini fark etmedi. 1969 seçimlerinden ikinci kez çok güçlü çıkan Süleyman Demirel, cuntaların cirit atmasını göremediği ve önlem alamadığı için şapkasını alıp gitti.
12 Eylül öncesi darbeye zemin hazırlamak için yapılan bütün kirli tezgâhlar zemin buldu. Binlerce gencin canına kıyıldı. Öğleden önce sağcıyı öldüren silah, öğleden sonra solcunun canına kıydı. Günün sonunda “netekim” ABD’nin çocukları başardı.
12 Eylül’den hemen sonra TSK’ya yığınla sızmaya başlayan Fetullahçılar, 1986 yılında her nasıl olduysa yakayı ele verince, göstermelik bir soruşturmayla kurtarıldılar. Olay, “Dinci grup Fetullahçılar” diye lanse ettirildi. Dincilik adı altında muhafazakâr-müslüman subaylar ihraç edilirken, din karşıtlığının gerektirdiği her davranışı sergileyen Fetullahçılar rütbe üstüne rütbe aldı.
Bu virüsün TSK içerisinde barınmasına izin verilemez
15 Temmuz öncesi Atatürkçü görünümlerini kat be kat artıran FETÖ’cü subayların, 15 Temmuz gecesi “Yurtta Sulh Konseyi” adı altında oluşturdukları cunta, “Bu ahvâl ve şerâit altında yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakârlıklarla kurduğu ve bugünlere getirdiği Cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesinden hareketle” yönetime el koymaya kalkıştı.
Geçtiğimiz yıl Tuzla Piyade Okulu’nda, bu yıl da Kara Harp Okulu’nda ortaya çıkan korsanlık, 150 yıllık darbe geçmişi dikkate alınarak değerlendirilmeli. En küçük gevşeme, milletimize büyük felâket getirir. Dünyada büyük gerilimlerin yaşandığı, savaş riski ve beraberinde yeni düzen arayışlarının had safhada olduğu günümüzde, hassasiyet limitimizi oldukça yüksek tutmalıyız.
50-100 teğmenin ihrâcından dolayı TSK da Türkiye de bir şey kaybetmez. Ama bu virüsün TSK içerisinde barınmasına izin verilmesi durumunda, Türkiye de milletimiz de çok şey kaybeder. Birileri gürültü çıkararak arınma girişimini sabote etmeye çalışıyor. Mesele, ülkenin ve milletin meselesidir. Gürültüye pabuç bırakılamaz.
HABERE YORUM KAT