Gazze'yi Berlin'den görmek
Gazze'de soykırımla geçen 14 ay, yabancılaşmanın yanı sıra yeni bir aidiyet duygusunu da beraberinde getirdi.
Emina Hodžić’in al-Jazeera’de yayınlanan makalesini Barış Hoyraz, Haksözhaber için tercüme etti.
Filistinli arkadaşım Nathmi Abushedeq, eylül ayında kendisine kişisel bir konuda yardım ettikten sonra bana “Artık her zaman yanında olan büyük bir ailen var” diye yazdı.
26 Ekim'de, Gazze'nin kuzeyindeki Beyt Lahiya'daki yeni “büyük Filistinli ailemin” neredeyse yarısı İsrail bombalarının kurbanı oldu. Yirmi sekiz kişi öldü ve birçoğu enkaz altında kaldı.
Uzak acılar yakın hissettirir
Abushedeq'lerle ilk kez Mart ayında, Gazze'den gelen distopik (karanlık, baskıcı, adaletsiz veya insanların yaşam koşullarının kötü olduğu kurgusal bir dünya ya da toplum modelini ifade eder) haberler ve görüntüler karşısında aylarca durmadan ağladıktan sonra tanışmıştım. Çaresizlik duygularımı hafifletmek için Berlin'de Nathmi'ye, daha sonra Gazze'ye göndereceği tıbbi malzemeleri toplamak için yardım ettim.
Nathmi'nin sekiz aydır Berlin'de yaşayan kardeşi Ashraf ve kuzeni Weam ile tanıştım. Onların sakinliğiyle kıyaslandığında benim umutsuzluğum neredeyse gülünç geliyordu. Weam'dan öğrendiğime göre onlar kuzey Gazze'denmiş.
Sosyal medya ve uluslararası medyadan gelen görüntüler zihnimi doldurdu: beyaz ceset torbaları denizi, parçalanmış cesetler, engellenen yardım teslimatları, açlık, tuzlu su içen, hayvan yemi ve ot yiyen insanlar. İnsan cesetlerini yiyen köpekler. Açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocuklar.
Weam bana, karısı ve üç küçük çocuğu da dahil olmak üzere ailesinin Beyt Lahiya'daki bir okulda barındığını söyledi. Kendimi çaresiz hissettim, teselli edecek kelimeler arıyordum. Weam nazikçe gülümsedi ve “Her şey için elhamdülillah” dedi “her şey için Allah’a hamdolsun.”
Elhamdülillah - bu cümle gün boyunca konuşmalarımızın çoğunu tamamladı. Müslümanlar olarak, her şeyin Allah'tan geldiğine ve şu anda anlamasak bile bir amacı olduğuna inanıyoruz. Allah uzun vadeli ve her zaman bizim yararımıza olacak planlar yapar.
Zaman zaman şakalaşarak işe koyulduk. Kalbim biraz daha hafifledi. Filistinlilere sık sık atfedilen dayanıklılığı hissettim ve kendime moral verdim.
Filistinli şair Rafeef Ziadah şöyle yazmıştı:
“Biz Filistinliler, onlar son olarak gökyüzünü işgal ettikten sonra hayatı öğretiriz. Yerleşim yerlerini ve apartheid duvarlarını inşa ettikten sonra, son olarak gökyüzünden sonra hayatı öğretiyoruz... Biz Filistinliler her sabah dünyanın geri kalanına hayatı öğretmek için uyanıyoruz, efendim!”
Akşamın geç saatlerine kadar şehrin içinde bağışlar topladık ve konuştuk. Ruh halimiz döngüleri olan bir hız trenini andırıyordu. Weam Gazze'deki ve Almanya'daki yaşam hakkında konuştu ve birbirimize destek olmak için sürekli şakalaştık. O ve Ashraf bana eşlerinin ve çocuklarının, bombalanmış evlerinin ve bitkin düşmüş akrabalarının fotoğraflarını gösterdi.
Eşref Refah'a sığınmış olan eşi ve küçük çocuklarıyla bir telefon görüşmesi yaptı. Kulağa son derece normal geliyordu - sanki babaları sadece bir iş gezisindeymiş gibiydi. Bombalar altında yaşamak Gazze'de normal hale gelmişti. Bu insanlar hayatları boyunca altı savaş görmüşlerdi.
Eşref bana çocuklarının o gün tavuk yediğini söyledi - bu vahşetin başlangıcından beri ilk kez. Kalbim yine sıkıştı. Günün tek öğünü bu muydu? Onlar da Gazze'deki pek çok insan gibi günde sadece 200 kaloriyle mi yaşıyorlardı? Geceleri üşüyorlar mıydı? Şimdiye kadar kaç ölü ve sakatlanmış insan görmüşlerdi?
“Elhamdülillah. Her zaman yeterince yiyecekleri olsun” dedim.
Weam, Gazze'de iş kurmuş olan babasından çok bahsetti. Avrupa'ya gelmeden önce onunla vedalaştığında ilk kez ağladığını görmüş. Yine de babası üzgün ve aynı zamanda kararlı bir şekilde onu Yunanistan üzerinden Almanya'ya gönderdi. Gazze'de hayat çok zorlaşmıştı - bu konuda hemfikirdiler. Baba da oğul da 7 Ekim'den sonra Filistinlilerin Almanya'da ne kadar büyük bir düşmanlık ve baskıyla karşılaşacaklarını tahmin edememişlerdi.
İlk görüşmemizin üzerinden iki ay geçti. Bir gün Nathmi'nin evine uğradığımda, onu ve akrabalarını yemek hazırlarken buldum. Weam beni biraz çekingen bir şekilde karşıladı. “Babasını yakalamışlar” dedi Nathmi.
Babası üç gün önce öldürülmüştü. Yetersiz görünen birkaç kelime kekeledim.
“Elhamdülillah,” diye cevap verdi Weam, gözlerinde yaşlarla. Aile, günlerini birlikte geçirmek istiyordu.
Arabada ben de gözyaşlarına boğuldum. Nathmi bana daha önce birçok aile üyesini kaybettiklerini söylemişti. Tüm bunlara nasıl dayanmışlardı? Tüm bu kıyamet acısını hak etmek için ne yapmışlardı?
Filistinlilere karşı polis şiddeti
Filistinlilere ve Filistin'le dayanışma eylemcilerine yönelik polis şiddeti aylardır kontrolsüz bir şekilde devam ediyor. Alman toplumu tıpkı protestoların nedenlerini olduğu gibi, bunu da büyük ölçüde görmezden geldi.
Sadece izin verilen gösterilere katıldım ve bilinen tüm düzenlemelere uydum. Yine de sürekli olarak güvenliğimden endişe ettim. Kederimi ve öfkemi nereye koyabilirdim? Bu ülkede buna yer var mıydı?
Gösterilerde polisin kalabalığa nasıl şiddetle saldırdığını defalarca gözlemledim. Bazen bunun nedeni bazı insanların “Nehirden denize, Filistin özgür olacak” gibi yasaklanmış sloganlar atması oluyordu.
Diğer zamanlarda ise hiçbir neden olmazdı. Polis insanları kalabalığın arasından çekip alıyor ve daha sonra suç işlediklerini kanıtlayamadıkları için serbest bırakıyorlardı.
Katıldığım protestoların hiçbirinde göstericilerin şiddete başvurduğuna tanık olmadım. Gazze'de yaşanan dehşet karşısında çaresizliklerini barışçıl bir şekilde ifade eden Filistinlilere, polis memurlarının vahşice saldırdığını görmek bana özellikle acı veriyor. Aynı zamanda protestolarda kim bilir kaç tane Filistinli öldürülen aile üyelerinin yasını tutuyordu?
Almanya Af Örgütü defalarca Filistin'le dayanışma amacıyla barışçıl gösteri düzenleyenlere yönelik orantısız ve ırkçı polis şiddetine dikkat çekmiş ve bağımsız soruşturma talep etmiştir. Bir açıklamada “Müslüman ve Arap kökenli barışçıl göstericiler ve destekçileri orantısız polis önlemlerine maruz kalıyor” uyarısında bulunuldu.
Gösterilerde polisle yaşadığım sayısız rahatsız edici deneyim - tüm göstericilere yönelik süregelen genel kriminalizasyonla birlikte - nihayetinde beni sokaklardan uzakta başka dayanışma biçimleri aramaya yöneltti.
Yabancılaşma ve yeni aidiyet
Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği saldırı İsrail toplumu için travmatik bir olaydı. Hayatlar kaybedildi ve burada, Almanya'da yasları tutuluyor.
İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı 14 aydır devam ediyor, ayrım gözetmeksizin öldürüyor, sakat bırakıyor ve Gazze'yi gözlerimizin önünden siliyor. Ancak Alman toplumu birkaç istisna dışında hep uzak durdu. Hayatım boyunca ağırlıklı olarak etnik Alman arkadaşlarım oldu. Bugünlerde ise bu sayıları çok az. Daha 7 Ekim 2023'ten önce bile Filistinlilerin çektiği acıların görmezden gelinmesi - yerinden edilme, haklarından mahrum bırakılma, ırkçılık, apartheid - beni incitiyordu.
Gazze'ye yönelik savaşın başlamasıyla birlikte, bana geleneksel olarak tek taraflı Alman perspektifinden ders vermek isteyen herkesten uzaklaştım. Kişisel çevremde bu pozisyona karşı mücadele edecek güce sahip değildim.
Ben Bosna'da doğdum ve halkıma karşı yapılan ve görmezden gelinen soykırımın travması çok derin. Gazze beni tahammül edebileceğim ve kavrayabileceğim sınırlara kadar zorladı. Tarihin çok daha büyük bir yoğunlukla tekerrür ettiğini görüyorum. Şu anda bile telefonlarımızdan canlı yayınlanıyor ama yine de görmezden geliniyor.
Federal hükümetimiz silah sevkiyatlarıyla, Filistinlilerin yaşamlarının yok edilmesini aktif olarak destekledi. Ben de buna karşı söylediğim her sözün antisemitik ya da nefrete teşvik olarak yorumlanacağından, hatta kınanacağından korkmak zorundayım.
Sanatçıların konserleri iptal edildi ve çok sayıda gazeteci işini kaybetti. Akademisyenler, siyasetçiler, çalışanlar, Filistinlilerle dayanışma gösteren herkes itibarını, geçimini ve hatta sabıka kaydını riske atıyor.
Federal Meclis'in bir üyesi, Aydan Özoğuz, geçen ay ‘Barış İçin Yahudi Sesi'nin’ bir paylaşımında İsrail'in El Aksa Hastanesi'ni bombaladığı ve en az beş kişinin öldüğü, 70 kişinin de yaralandığı bir görüntüye yer verdiği için özür dilemek zorunda kaldı.
Paylaşım Almanya'da öfke yaratmıştı.
Ancak bu yangında diri diri yanan Filistinliler için öfke neredeydi? On dokuz yaşındaki Şaban alevler içinde seruma bağlı olarak can verdi ama Almanya onun korkunç ölümüne dikkat çekmeye çalışanlara zulmetmeyi tercih etti.
Etnik Almanlardan uzak duran sadece ben değilim. Gazze için sesini yükselttiği için çevresi tarafından dışlanan bir arkadaşım, kısa bir süre önce kızının öğretmenine, annenin sözde şu anda “çok dengesiz” olması nedeniyle ‘kızının özel ilgiye ihtiyacı olduğunun’ söylendiğini öğrendi.
Bunlar, geçtiğimiz yıl boyunca beni psikolojik olarak felç eden sayısız örnekten sadece birkaçı. Ve bu noktada - soykırım akademisyenlerinin, insan hakları örgütlerinin ve Birleşmiş Milletler'in soykırım olarak tanımladığı olayın üzerinden 14 ay geçmişken, Almanya'daki büyük sessizliğin korkudan mı, rahatlıktan mı yoksa cehaletten mi kaynaklandığı önemli değil. Eğitiminde boşluklar olan herkes kendini bilgilendirmek için yeterli zamana sahip. Gazze'de yaşanan eşi benzeri görülmemiş yıkım ve insanlık dışı muamele karşısında bahaneler, seçici bir insanlık ve korkaklık kabul edilemez.
Abushedeq ailesinin cenaze töreninin videosunu izledim. Battaniyelere sarılmış cesetleri alelacele molozların arasında bir toplu mezara yerleştirilmişti. Bütün gün ağladım. Yas tutan Nathmi için Alman toplumundan hiçbir merhamet yoktu.
Gazze'deki Abushedeq'lerle hiç tanışmamış olmama rağmen kendimi onlara bağlı hissediyorum - Almanya'da artık hayal bile edemeyeceğim bir yakınlık. Sanki bu ülkeyi hiç gerçekten tanımamışım gibi hissediyorum.
Ölümün her yerde kol gezdiği, harap olmuş Gazze'de derin bir insanlık görüyorum. Benim için Gazze, 30 yılı aşkın süredir yaşadığım ülkeden daha çok bir ev/vatan haline geldi. Almanya'da bu kadar yabancılaşmış, istenmeyen ve zulme uğramış hissedeceğimi hiç düşünmemiştim.
*Emina Hodžić Berlin'de yaşayan bir multimedya gazetecisidir.
HABERE YORUM KAT