Gazze’niz ‘mübarek’ olsun!
Anlaşılan odur ki 1978’de ABD’nin arabuluculuğu ile birlikte İsrail ile imzalamış olduğu Camp David anlaşması Mısır’a kalıcı barış ve huzur getirmediği gibi Gazze sınavı sonrasında ülkeyi büyük ayrışmaların ortasında bırakmıştır
Arap aleminde başı sıkışan halkların sığınağı olarak tanımlanan Mısır ile eski İsrail Başbakanı İzhak Rabin’in “umarım bir gün uyandığımda Gazze’yi denizin dibinde görürüm” söylemleri arasında bulunan bu şehir, yaşadığı son dram ile birlikte özellikle Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in ortaya koymuş olduğu tutumdan dolayı büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kalmıştır. Kahire’nin, söz konusu sorun karşısındaki hamlelerinin Mısır’ın İsrail tezlerinin paralelinde hareket ettiği izlenimi ortaya koyması ve dahası Arap ve İslam alemini birleştirecek bir politika izlemek yerine Şam ve Tahran ile atışmaya girmesi bölge kamuoyunu daha derin bir umutsuzluğa sevk etmiştir.
Bu anlamda Arap Birliği Teşkilatı’nın kurulmasında ve büyümesinde etkin bir rol oynayan, Arap ve İslam aleminin Filistin Kurtuluş Örgütü-Ürdün ihtilafı, Lübnan ve Yemen’de yaşanan krizler gibi pek çok bölgesel sorunun çözümüne önderlik eden Mısır’ın Gazze’ye yönelik İsrail müdahalesi karşısında tavır almaktan kaçınması hem şimdiye kadar ortaya koyduğu bölgesel ağırlığını zedelemiş hem de sahip olduğu lider ülke unvanının sarsılmasına neden olmuştur.
Mısır’ın çıkmazı
Mısır’ın içinde bulunduğu çıkmazın ne derece derin olduğunu gösteren ve gerek ülke içinde gerekse Arap ve İslam aleminde artan tepkilerin arkasında yatan tek nedenin Mübarek yönetiminin baştan itibaren Mahmud Abbas’tan yana tavır koyması ve Hamas üzerinde baskı kurarak Tel Aviv’in elini güçlendirmesi olarak görülmesi yanıltıcı olacaktır.
Bu bağlamda sağ-sol ayrımı olmaksızın tüm Mısır muhalefetinin yönetime karşı birleşmesini ve Gazze konusunda Mübarek’e yönelik tepkilerin daha da artmasını beraberinde getiren temel hususları:
Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Abu el Gayt’ın “Mübarek’in saldırıdan üç gün önce İsrail’in niyetini anladığı ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’yi Kahire’ye çağırarak böylesi bir riskli eyleme girişilmemesi” konusundaki uyarısı karşısında Livni’nin cevabını daha Kahire’den ayrılmadan Hamas’ı sert biçimde eleştirerek ve operasyon tehditleri savurarak vermesi, Devlet Başkanı Mübarek’in, Fransa, ABD ve İsrail ile birlikte Gazze’de yaşanan dramın sorumlusu olarak Hamas’ı göstermesi ve akabinde ülkesini ziyaret eden Amerikan Senato Temsilcileri’nin önünde Refah konusunda daha önce yapılan uluslararası sözleşmelere yalnız operasyonun devamında değil sonrasında da bağlı kalmaya devam edeceğini açıklaması, ülkede önemli bir güce sahip olan ‘İhvan’ Örgütü’nün temsilcisi Muhammed Mehdi Akif’in “Gazze’ye yönelik saldırı kararının Kahire, Washington ve Tel Aviv ile Batı Şeria yönetimleri arasında yapılan ittifak sonucu verildiğine”, Arap medyasının pek çok ünlü köşe yazarının ise Livni’nin Kahire’de, Mübarek, Abu el Gayt ve Mısır İstihbarat şefi Süleyman ile yapmış olduğu toplantı sonrasında Gazze operasyonuna yeşil ışık yakıldığına yönelik iddialarda bulunması, Arap Birliği Mübarek hükümetinin, böylesi bir saldırının farkında olmasına rağmen Arap Birliği Teşkilatı’nı harekete geçirmekten kaçınması; saldırı sonrasında ise ciddi hazırlık gerektiği gerekçesiyle birçok engel çıkararak Doha zirvesinin başarısız kalmasında etkili olması bir yana Katar Toplantısı’na gitmeyen devletlerle birlikte Avrupa Birliği’nin İsrail tezlerini destekleyen önde gelen altı temsilcisine davette bulunarak Sharm el Sheikh’te alternatif bir düzenlemesi, Ve son olarak İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in İsrail hükümetinin almış olduğu ateşkes kararının Mısır’dan gelen teklif üzerine verildiğini açıklayarak dolaylı da olsa iki ülkenin stratejik müttefik konumuna geldiklerini ortaya koyması şeklinde sıralamak mümkündür.
Son gelişmelerle birlikte ortaya çıkan asıl önemli olan husus ise, Refah’ın, İsrail ile arasında bir sınır kapısı olmasının yanı sıra Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan’dan oluşan ittifak ile İran, Suriye ve Hamas arasında da bir kapı konumunda olduğu gerçeğidir. Söz konusu kapı aynı zamanda hükümetin izlediği tutumdan son derece rahatsız olan Mısır muhalefeti ile Mübarek yönetimini de ayıran bir duvar niteliğindedir. Bu bakımdan Mısır Hükümeti, yukarıda saydığımız gelişmeler ekseninde giderek daha da içine sürüklendiği zor durumdan kurtulmak için öncelikli olarak Refah Sınır kapısı hususunda öne sürmüş olduğu ‘İsrail’in denetimi olmadan ve İsrail onayı alınmaksızın geçidin açılmayacağı ve Refah’taki tüm geçişleri Tel Aviv onayına bağlı tutan anlaşmalardan geri adım atmayacağı’ yönündeki tavrından vazgeçmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Bu itibarla Mübarek, ülkesinin tarafı olmadığı 2005 yılında yapılan bu anlaşmalarla verilen sözlerle bağlı olmadığını ve dahası Gazze’de yaşanan insanlık dramı göz önünde tutarak normal şartlar dikkate alınarak verilen bu sözlerin uluslararası hukukun emredici ilkeleriyle çeliştiğini görmelidir. Birkaç ay öncesine kadar Gazzelilerin Refah Kapısını yıkarak bu topraklarda insanlık dramı bulunması nedeniyle geçmesine bizzat kendisinin izin verdiğini söyleyen Mısır Cumhurbaşkanı, benzeri dramların yaşandığı Bulgaristan ve Kuzey Irak örneklerinde koşulsuz olarak sınır kapılarını açan Türkiye tutumunu göz önünde bulundurarak çok daha ağır bir durumla karşı karşıya olan Gazze halkına kapılarını açmak zorundadır.
Refah kapısı
Kanaatimiz şudur ki Mübarek yönetiminin Arap aleminin bölünmesinin müsebbibi olarak görülmesini beraberinde getiren itham ve iddialara ivedi olarak cevap vermesi ve Olmert hükümetinin göstermeye çalıştığının aksine Tel Aviv’in müttefiği değil Filistin sorununun önde gelen savunucusu olduğu ve en önemlisi önümüzdeki dönemde Gazze bağlamında ortaya çıkabilecek tehlikeli senaryoların bir parçası olmayacağı konusunda bölge kamuoyunu ikna etmesi gerekmektedir. Bunun için Mısır yukarıda belirttiğimiz üzere Refah kapısı merkezli dramı çözmenin yanı sıra, sekteye uğramasına sebebiyet verdiği Arap Birliği Teşkilatı’na yeniden işlerlik kazandırmak ve Sharm el Sheikh’te gösterdiği ağırlığı Hamas ile El Fetih arasında husumetin çözümünde de ortaya koymak zorundadır.
Netice itibarıyla anlaşılan odur ki 1978’de ABD’nin arabuluculuğu ile birlikte İsrail ile imzalamış olduğu Camp David anlaşması Mısır’a kalıcı barış ve huzur getirmediği gibi Gazze sınavı sonrasında ülkeyi büyük ayrışmaların ortasında bırakmıştır. Ancak işgal altındaki tüm Arap topraklarını kapsayacak, gerçekçi ve Filistin halkının yıllardan beri çektiği acılara son verecek bir çözümün doğması Mısır yönetiminin elini rahatlatacak ve içinde bulunduğu bunalımdan çıkmasına sağlayacaktır.
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT