Gazzeli Ebu Ali’den dersler: “Zorlukla beraber kolaylık vardır”
Zeynep Burcu Uğur, Gazzeli Mustafa Ebu Ali ile yaptıkları görüşmeden detaylar aktarıyor.
Zeynep Burcu Uğur / Perspektif
Gazzeli Ebu Ali’den dersler: Hayatı kıymetli yapan fânilik
Geçen hafta Ankara’da bir vakıf bünyesinde Gazze’den gelen bir misafiri dinledik. Mustafa Ebu Ali bize Gazze’de 7 Ekim sonrası yaşanan katliamı ve öncesini anlattı. Anlattıkları, çeşitli platformlarda dinlediğimiz, gördüğümüz tecrübeleri birinci ağızdan dinlemenin verdiği acıyı katmerleyerek, toplantıda bulunan birçok kişinin gözyaşlarına hâkim olamamasına neden oldu. Elbette yaşanan bu acılar insanı derinden sarsıyor ama çok da büyük dersler barındırıyor.
Mustafa Ebu Ali, 20 yaşında bir gün apansızın girdiği İsrail zindanlarından 10 yıl sonra 30 yaşında bir yetişkin olarak çıkmış. Neden zindana düştüğünü anlatmadığı için buraya yazamıyorum. Bir günlük sorgulama için gözaltı diye girdiği hapisten 10 yıl sonra çıkmak ve gençliğinin en güzel yıllarını hapishanede geçirmek hiç kolay olmasa gerek. İsrailli makamların istedikleri bilgileri alana kadar işkence ettiklerini de aktardı. Ama zindanın ona ve zindandaki diğer arkadaşlarına iki tür etkisi olduğundan bahsetti. Birincisi, özgürlüğünü elinden aldığı zindanın insanı için çok yıprattığını, sevdikleri ile görüşememenin çok yıkıcı olduğunu söyledi. Bütün hapse düşenler için durum sanırım böyledir. Aynı zamanda, günlük hayatın koşuşturmacasından insanı alıkoyduğu için uzun vadeli işlere odaklanabilme imkânı sağladığını söyledi. Nitekim Ebu Ali zindandan çıktıktan sonra Türkiye’den bazı kuruluşların desteği ile hayata geçirilen engelli çocuklar için okul projesinin bu zindanlarda ortaya çıktığından bahsetti. Hapis hayatının dava bilincinin oluşmasında önemli rolü olduğunu söyledi. “Siyonistler bizim bedenimizi ele geçirebilir ama hayallerimizi ve fikirlerimizi asla” diye sözlerine devam etti. Bu da Ebu Ali gibi nicelerinin nasıl bir ruh hali ile direnebildiklerini anlamak için önemli idi. Hayatın anlamına, kâinatta ne gibi bir fonksiyon icra ettiklerine dair düşünme imkânı bulduklarını söyledi. Tek kişilik hücrelerde kalmalarına rağmen demirlere vurarak diğer insanlarla haberleştiklerinden bahsetti. Akıl almaz yenilikçi düşünme yöntemlerinin özellikle zorluk zamanlarında ortaya çıktığını anlamamıza vesile oldu anlattıkları.
Hapishaneden çıktıktan sonra, Allah’ın kendisine hiç ummadığı bir şekilde Erkan adında bir eş nasip ettiğini ve eşiyle birbirinden güzel üç çocuklarının olduğunu söyledi. Eşine olan duygularına dair, yaklaşık 50 kişilik bir topluluğun önünde “Onunla benim aramdaki aşk ancak romanlardaki gibiydi” dedi. “O bana çocuklarımla bu dünyada cenneti yaşattı” diye sözlerine devam etti. Eşine olan sevgisine bu kadar vurgu yapması da beni çok şaşırttı. Sonra annesinin hafız olmasından ve İsrail tarafından evlerine atılan bir bombayla şehit olana kadar Kur’an ezberini her zaman yenileme çabalarından bahsetti. Annesine olan bağlılığı, hayranlığı ve sevgisi de yine çok takdire şayan geldi. 20 Aralık 2023 tarihinde evlerine atılan bombada eşini, annesini ve üç çocuğunu kaybetmiş Ebu Ali. Özellikle oğlu Ali’yi harabe haline dönen binanın kalıntılarında üç hafta aramışlar. Çok büyük acılar çekmiş ama sevdiklerinden bahsederken gözlerinde aynı ışıltı ve umut vardı. Özellikle Gazzelilerin dertlerini anlatmaya geldiği bir toplantıda, ne kadar sevgi hikâyesi duyduğumuza şaşırdım.
Daha sonra buna benzer çok sayıda hikâye çıktı karşıma. Mesela bombalar patlarken yakındaki binalarda çocuğuna sarılıp yatan bir babaya, karısı, “Niye çocuğu yatağında bırakmıyorsun rahatça uyusun bırak” deyince, babası, “Ölürsek beraber ölelim” diyor. “Sen de gel bize sarıl yat, öleceksek hep beraber ölelim” dediği görüntüler geldi aklıma. Babaların çocuklarını her akşam öpüp yatırdığını anlatması ve ertesi sabah uyandıklarına şükretmelerine dair kayıtlar…
Normalde savaşın insanların hayatına bir kara bulut gibi çöktüğünü, atılan her bomba ile hem atanı hem atılanı insaniyetten uzaklaştırdığını düşünürdüm. Fakat Mustafa Ebu Ali’nin anlattıklarından ve daha nicelerinden savaşın onca acımasızlığına rağmen Gazzelileri ruhen öldüremediği hatta belki de diri tuttuğu dersini çıkardım.
İktisada Giriş derslerinde öğretilen “azalan marjinal fayda” kavramı ile Gazze’de anlatılan sevgi hikâyelerini düşününce aslında örtüşen çok nokta olduğunu fark ettim.
Azalan marjinal fayda prensibi, bir tüketicinin belirli bir mal veya hizmetten ek bir birim tükettiğinde elde ettiği ek faydanın (marjinal fayda) azalma eğilimini ifade eden bir kavramdır.
Azalan marjinal faydayı açıklamak için bir bardak su içen bir kişi farz edelim. İlk bardak su, susuzluğu giderdiği için çok yüksek bir fayda sağlar. İkinci bardak su, fayda sağlamaya devam eder ama ilk bardak kadar değil. Üçüncü bardak su, belki sadece biraz fayda sağlar ve hatta bir noktada fazla suyu görmek bile istemeyebiliriz. Yani aslında hayatımız için çok kıymetli olan suyun kıymetini çok olduğu için anlayamayabiliriz.
Suyun kıymetsiz olarak algılanmasının sebebi, bol ve her zaman ulaşılabilir olmasıdır. Çok az bulunsaydı kıymeti çok yüksek olacak bir şeye, çok fazla olduğunda insani zafiyetlerimiz nedeniyle yeterince değer vermeyebiliyoruz. Diğer bir ifade ile kısıtlılık ve azlık gerçek değeri fark etmeye neden olabiliyor.
Bu prensibi özellikle ailemiz ve sevdiklerimizle ilişkimize uyarladığımızda önemli bir mesaj çıkıyor. Sevdiklerimizin hep yanımızda olduğunu hissettiğimiz için onların kıymetini çoğunlukla anlayamıyoruz. Fakat ölüm ihtimali ile burun buruna yaşadıkları için Gazzelilerin sevdiklerine bizim verdiğimizden daha fazla değer vermeleri çok muhtemel. Bazen düşebildiğimiz tuzak, en küçük bir hatalarında, sanki dünyada tek hata yapan onlarmış gibi çocuklarımızı incitebilecek sözler söylemek. İstediğimiz gibi davranmadıklarında hizaya sokmaya çalışmak. Burada yazılanları ilk başta kendi nefsime söylüyorum. Çocuklarımızın hayatta olmasının kıymetini çoğunlukla es geçebiliyoruz, ölüm hiç aklımıza gelmediği için. Kendi hayatımızın da sevdiklerimizin hayatının da sonsuz olduğu zannı ile aslında gülünüp geçilecek birçok küçük şeye gereğinden fazla vakit harcayarak ömrümüzü israf etmiyor muyuz?
Anlaşılan ölüm, insana, her anın eşsiz ve biricik olduğunu hatırlatıyor. İnsanlar hayatlarının sınırlı olduğunu hissettiklerinde yaşamlarında neye öncelik vermek istiyorlarsa ona öncelik veriyorlar. Kısacık ömürlerini gerçekten önemli olan şeylere sarf ederek, yaşadıkları anları daha değerli kılabiliyorlar. Sevdikleriyle geçirilen zamanın, hatta karşılaşılan zorlukların bile bir gün sona ereceğini bilmek, bu deneyimleri daha anlamlı hale getirebiliyor. Gazzeliler de özgürlüğün bedelini ödediklerini düşünüyorlar. Ölümün bu kadar yakın olması ve sevdiklerini kaybetmiş olmaları, onlara ölümü sevdirmiş ama ölümü sevmek de sanılanın aksine yaşamın tadını azaltmamış, artırmış.
Aslında idrak edebilsek bizim hayatımız da başlangıcı ve sonu olan bir yolculuktur. İnsanlar bu yolculuk sırasında çeşitli deneyimler yaşar, sevinçler ve üzüntülerle karşılaşır, kayıplar verirler. Bütün bu zenginlik ve derinliğin, hayatın fâniliğinden kaynaklandığına kani oldum. Paradoksal gibi görünse de, fâniliğin hayatı kıymetli kılan bir unsur olduğu gözüme çarptı.
Özetle savaş, çok büyük bir yıkım ve birçok şeyi alıp götürdü; ama birçok da unutulmaz deneyimin, birbirine destek olma destanının yaşanmasına fırsat verdi. “Zorlukla beraber kolaylık vardır” ayeti kerimesinde de işaret edilen manalardan biri de bu olabilir. Sanırım o nedenle erkeklerin askerlik anıları, kadınların doğum anıları anlatmakla bitmiyor. Gazzelilerin de bir gün özgürlüklerine kavuştuklarında ödedikleri bedelleri, gösterdikleri destansı direnişi düşünüp anlatacak bol bol anıları olacak inşallah.
HABERE YORUM KAT