Gazze'leşen gemi
Ortadoğu'nun '11 Eylül'ü önceki gün yaşandı. Gazze'ye yardım götüren sivillere saldıran İsrail, bu kırılmanın mimarı.
Nasıl 11 Eylül sonrasında Bush yönetimi tarafından terör listesine alınan 'radikal İslam' tüm dünyada yeniden düşünülmeye başlandıysa, dün itibarıyla İsrail'in şiddet politikası herkes için, ciddiyetle düşünülmesi gereken bir olgu haline geldi.
Birleşmiş Milletler'in olağanüstü toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail devletini uluslararası kamuoyunda ilk kez 'haydut, terörist, hatta korsan' olarak nitelendirdi.
Halbuki, Gazze'de 35 aydır süren insanlık dışı abluka bu sıfatların hiçbirini görünür kılmamıştı! Gazze'de yaşananların dünyaya gösteremediğini bu son olay nasıl gösterebildi peki?
Bana şöyle geliyor; yardım götürmek üzere yola çıkan siviller, cesaretleriyle bindikleri gemiyi Gazze'leştirdiler. Gazze o gün, Filistin topraklarında ablukaya alınmış dilsiz, çaresiz şehir değil, Akdeniz'deki o gemiydi.
Bazen olayların dışına çıkmak, bir konsepti farklı kurgulamak her şeyin daha doğru okunmasını sağlar.
İsrail'in durdurmasıyla, yardım gemileri, Filistin toprağına dönüştü. Bütün dünyayı ilgilendiren bir hedef olmayı böylece başardılar; çünkü içinde insanlık adına, dünya değerleri adına yola çıkan, vicdanı şiar edinmiş gönüllüler vardı. İsrail, o gün dilsiz duran Gazze'yi değil, görünür olan, insanlıkla ilişkilenmiş, vicdanların görüş alanına giren gemideki Gazze'yi vurdu. Milad olan budur.
İsrail'in acımasız şiddetini nasıl sakınmadan sivillere yöneltebildiğini, nasıl akıl tutulması içinde olduğunu dünya bu sayede gördü.
Bu büyük kırılmada, İsrail açısından bir mantık arayanlar yanılıyorlar. Saldırının bir devlet politikası olduğunu söyleyenler şunu fark etmeli; İsrail'in davranışlarına uzun zamandır yön veren yegane dinamik korkudur. Güvenlik politikalarını korku belirliyor. Hayatta kalma refleksi kör bir içgüdüye kilitlenmiş bir devletin, sivilleri hedef almaması gerektiğini söylemek o nedenle beyhudedir.
İsrail, korkunun sakatladığı devlettir. Havaalanlarından başlayarak, yabancıların bile maruz kaldığı güvenlik paranoyası ile ayakta durmaya çalışan sakat doğmuş bir projedir. Donanımlı ordusuna, hayat standardı gelişmiş toplumuna rağmen, kadim yurdunda hayal ettiği güvenliği kuramamış başarısız bir proje.
Asıl hazin olan da, kadim yurt özlemiyle barışı hak eden halkına layık bir yönetimi yaratamamış olması.
Kendi halkının hayat hakkı bile askerinden sonra gelen bir ülkeden söz ediyoruz. Bu yüzden masum sivilleri terör bahanesiyle sakınmadan hedefine koyabiliyor. Bu yüzden Hamas'ın intihar bombacılarıyla yarattığı şiddeti aşabilmenin çaresini ferasetle üretemiyor.
Sadece güvenlik odaklı reflekslerle İsrail bu kadar yol alabildi. Dünyada cılız da olsa kendisine yönelen eleştirileri okuyamayışı güvenlik saplantısından kaynaklanıyor. İsrail'de olanları doğru yorumlayacak muhakeme ne yazık ki korkunun perdesiyle kapatılmış durumda.
Dün Akdeniz'de yaşananlar, bu korkunun yarattığı akıl tutulmasının boyutlarını gösterdi. Ancak cinnetle açıklanabilecek bu refleksin Ortadoğu'nun 11 Eylül'ü olduğunu iddia etmek için çok sebep var.
Artık İsrail'in hiçbir eylemi, dünya kamuoyunda saldırı öncesindeki değerlerle tartılamaz. Değerler değişti çünkü. İsrail'in yaptığının 'devlet terörü' olduğu görüldü.
Bunu sadece yardım götürmekle değil, cesaretleri ve Gazze'leştirmeyi başardıkları gemiyle o kadim denizde bütün dünyaya kanıtlayan sivillere şükran borçluyuz.
Mahmut Derviş yaşasaydı herhalde borcunu şu sözlerle öderdi: Güvenli bir Tel Aviv'dense işgal altındaki, yoksul Ramallah'ta yaşamak beni insan yaptı.
Güvenlik her şey değildir çünkü!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT