Gazze'deki soykırımı diğerlerinden ayırt eden ne?
Turgay Yerlikaya, Gazze yaşanan soykırımı diğerlerinden ayırt eden yeni gerçekliği inceliyor.
Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak
Yirmi birinci yüzyılda bir soykırım: Gazze
Soykırım kavramı ilk defa 1943 yılında bir Yahudi olan Raphael Lemkin tarafından kullanıldı. Holokost’u kendi hayatında acı bir biçimde deneyimlemek zorunda kalan Lemkin, soykırım suçunun tanımlanması ve uluslararası hukuk tarafından kabul edilmesi için büyük çaba sarf etti. Nihayet 1948 yılının sonunda Birleşmiş Milletler Soykırım Konvansiyonu kabul edildi ve 1951 yılında yürürlüğe girdi. Bir ulusal, etnik, ırksal ya da dini grubu tamamıyla ya da kısmen yok etme amacı ile işlenen fiiller olarak tanımlanan soykırım kavramı zaman içerisinde muğlaklaştı ya da kapsamı ile ilgili tartışmalar yapıldı. Tıpkı terör kavramı gibi tanımlanması ve ispatında uluslararası ölçekte sorunlar yaşanması neyin soykırım olup olmadığı ile ilgili de öznel yorumlamaları beraberinde getirdi.
Hiç kuşkusuz 20. yüzyıl soykırımlar tarihi açısından oldukça acı tecrübelere sahne olmuştur. Başta Nasyonel Sosyalizmin sebep olduğu Holokost olmak üzere 1990’larda Ruanda ve Bosna’da yaşananlar soykırımın ne denli tahrip edici olduğunu gözler önüne sermiştir. Bir tür uluslararası sistem krizine de işaret eden bu örnekler, Batı tarihi ve müdahalesi açısından da okunmalıdır. Nitekim her bir krizin yaşanması ve önlen(e)memesi aşamasında Batılı ülkelerin dolaylı ya da doğrudan sorumlu oldukları görülmektedir. 1994’te Hutu’ların sekiz yüz bin civarında Tutsi’yi öldürdükleri süreçte bütün yabancı misyonların ülkeyi terk etmeleri ve BM başta olmak üzere Batılı devletlerin herhangi bir müdahalede bulunmamaları bu açıdan önemli bir örnek.
Benzer bir trajedinin yaşandığı Bosna’da da aşırılık yanlısı Sırp milliyetçilerinin Boşnaklara yönelik sistematik katliamlarına seyirci kalınmıştır. Binlerce insanın öldürüldüğü süreçte başta BM’ye bağlı barış gücü olarak görev yapan Hollanda askerleri olmak üzere Batılı ülkelerin tavrı, soykırımın yaşanmasında doğrudan etkili olmuştur. Hollandalı askerlerin Boşnakları Sırplara karşı korumasız bırakması sonucunda oluşan bu durum, Avrupa’nın göbeğinde bir “Avrupa medeniyeti” krizine de işaret etmektedir. Srebrenitsa’da yaşananların soykırım olarak tanımlanması aşamasında yaşananlara bakıldığında soykırım kavramına dair yapılan tartışmaların ne denli bulanıklaştırıldığı ve öznel yorumların yapıldığı da görülmektedir.
Gazze soykırımı ve Batı
Modern bir tanım olan soykırım sözcüğünün uluslararası karşılığı ve bugünkü anlamına dair Gazze’de yaşananlar çok şey söylemektedir. Gazze bu açıdan 21. yüzyılda canlı yayında işlenen ve her gün farklı biçimde karşımıza çıkan sistematik bir soykırım örneğidir. Yine uluslararası sistem krizine işaret etmesi ve Batı’nın rolü açısından ciddi bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir. 7 Ekim’den bu yana İsrail’in kendisini savunması üzerinden meşrulaştırılan her hamle bugün bambaşka boyutlara ulaşmış durumda. İnsan hakları raporlarına bakıldığında İsrail’in Gazze’deki okulların yüzde yetmişini bombaladığı ve soykırım için elverişli bütün koşulları yarattığı ifade edilmektedir. Tecavüz ve akla sığmayacak işkence metotları ile yıldırma politikası izleyen İsrail’in sadece Gazze özelinde değil Batı Şeria’yı da kapsayan bir genişlikte tedhiş ve terör eylemlerine başvurduğu görülmektedir. Peki bunca acı ve gözyaşına rağmen Batılı ülkeler neden İsrail’e destek vermektedir?
Hatırlayacak olursak Netanyahu geçtiğimiz ay bir Fransız kanalına röportaj vermiş ve orada “bizim zaferimiz Yahudi-Hristiyan medeniyetinin barbarlığa karşı zaferidir” ifadelerini kullanmıştır. Netanyahu, İsrail’i Batı ile birlikte barbarlığa karşı savaşan bir devlet olarak konumlandırmış ve medeni-barbar dikotomisini devreye sokarak kendilerine meşruiyet atfetmiştir. Barbar-medeni ikiliğinin Batı tarihindeki karşılığına bakıldığında benzer ikilikler üzerinden Batı dışı topluluklara ne denli acılar yaşatıldığı görülebilir. Robert Bernasconi’nin “Irk Kavramını Kim İcat Etti” başlıklı çalışmasında, Batı açısından bir sıçrama olarak değerlendirilen Aydınlanma düşünürlerinin ırk kavramını icadı ve bunun sömürgeciliğe nasıl zemin hazırladığı anlatmaktadır. Aydınlanmanın en önemli düşünürü Kant’ın ırk kavramını icadı, Hegel’in Afrika’ya bakışı ve Batı dışı toplulukları konumlandırma biçimi ve liberal bir düşünür olan Locke’un doğrudan köle ticaretinde yer alması gibi hususlar Batı paradoksuna işaret etmektedir.
Zeynep Direk’in Bernasconi’nin kitabına yaptığı değerlendirmede geçen bir husus Gazze özelinde de çok şey söylemektedir. Direk’in aktardığına göre, Bernasconi’nin bu çalışmasını sunduğu bir konferansta dinleyici olarak yer alan Habermas yanında oturan kişiye dönüp şöyle demiş: “Şimdi de Kant’ı elimizden almaya çalışıyorlar”. Peki eleştirel teorinin yaşayan en önemli temsilcisi olan Habermas, dünyanın gözü önünde sergilenen Gazze soykırıma dair ne demişti? Habermas, İsrail saldırılarını bir tür meşru müdafaa olarak görmüş ve bu saldırıların soykırım olarak tanımlanmasının mümkün olmadığını ifade etmişti. Lemkin’in çabaları ve sonrasında kabul edilen soykırım tanımlamalarının yer, zaman ve aktör gözetilerek yorumlandığı bir dünyadayız artık. Peki Gazze’yi 20. yüzyıldaki soykırımlardan ayıran nedir diye sorulursa şu cevap yerinde olacaktır sanırım. Gazze 21. yüzyılda bütün insanlığın canlı yayında sessizce izlemek zorunda kaldığı bir soykırım örneğidir.
HABERE YORUM KAT