1. YAZARLAR

  2. Akif Emre

  3. Gazze'de İran-Türkiye rekabeti
Akif Emre

Akif Emre

Yazarın Tüm Yazıları >

Gazze'de İran-Türkiye rekabeti

20 Ocak 2009 Salı 12:30A+A-

Gazze'de ateşkes ilan edildi. Sonuç, İsrail kınamalara aldırmadan üç hafta boyunca ölüm kustuğu bölgeden çekildi. Kim kazandı: İsrail kendi açısından yaptırım değeri ve amacı olmayan uluslararası cılız ayıplama seslerine kulak tıkayıp kan dökerek Filistinlileri terbiye etmeyi denedi. Ayıplamaların İsrail üzerinde bir yaptırım değeri, ahlaki kaygıların Siyonist sömürgecilik üzerinde belirleyici bir anlamı olsaydı bu zamana kadar durum farklı olurdu.

Zaten uluslar arası tepkiler, ahlaki normlar, uluslar arası hukuk gibi güç ve şiddet dışı her türlü bağdan, ölçüden kendini azade saydığı için bu tür katliamları yapmak için yeterince yüzsüz devlet adamlarına ve bunun ideolojik ve stratejik altyapısını hazırlayan devlet geleneğine sahip.

Aslında akıttığı kanın kendi yüzüne sıçramasına aldırmayan İsrail, Araplara, İslam dünyasına mesaj vererek hepimizi aşağılamayı sürdürüyor. Arap rejimlerinin suç ortaklığı yaparak aşağılanmanın üstünü örtmeye çalışması bile bu gerçeği değiştirmiyor. İsrail'le ahlaksız ittifaka giren Batı dünyası onun cüretkâr yüzsüzlüğüne bakarak geçmiş ayıplarını unutmaya çalışıyor. Gazze stratejisi ne ilk bu gidişle ne de son. İsrail istediğimde bebekleri katleder ve ateşkes ilan ederek de ne kadar barışçıl olduğumu gösteririm demeye getiriyor. Bu tarz bu zamana kadar hayli iş gördü.

Bu süreçte Türkiye'de yükselen toplumsal tepkiyi yedeğine alan Ankara'nın diplomatik alanda sesli çıkışları (hatta öfkeli denebilir) fazlasıyla dikkat çekiciydi. “Türkiye'ye saygısızlık” eden İsrail'e karşı hükümetin sesi Mısır yöneticileri gibi suç ortaklığı yapan ya da köşesine sinerek ses çıkarmayanlara bakarak hayli gür çıktı. Başbakan bir anda Ortadoğu'da kahraman oldu. Bu zamana kadar hep laf eden, protesto etmekle yetinen Arap liderlerin bunu bile yapamadıkları bir ortamda Türkiye adeta İsrail'e karşı direnişin simgesi oldu.

Türkiye'nin diplomatik çıkışının Ortadoğu denkleminde nereye oturduğunu göz ardı ederek bu “yürekli çıkış”ları anlamlandırmak zor. Önce hükümetin İsrail'i eleştiren tavırlarına bakalım. Diplomatik alanda en son Hamas'ın ateşkesi kabul etmede Türkiye'nin ikna edici olduğu haberleri karşısında şaşırmamak gerekir. Daha önce son derece yanlış aksettirilen barış gücü meselesinde de Türk halkı yanlış yönlendirildi. Bunca girişimin İsrail'i durdurmaktan çok Hamas'ı uslandırıcı bir işlev gördüğü anlaşılıyor.

İnsani yardımın dışında Türkiye'nin kan akmasını önlemede ne kadar etkin olduğuna dair elimizde doğrusu pek bir şey yok. Öfkeli çıkışların muhtevasına bakacak olursak, yaptırım içermeyen ve hukuki olarak da ne Türkiye'yi ne de İsrail'i bağlamayan açıklamalardı. (Bu, Başbakan'ın bireysel olarak gerçekten Filistinlilere yapılan zulmü durdurmak istemediği anlamına gelmez). Ne Konya'daki uçuşlarla simgeleşen askeri anlaşmalar ne ticari ve diplomatik ilişkilerde en küçük yaptırım içeren değişiklik olmadan adeta içerdeki kamuoyuna yönelik meseleye sahip çıkılıyor intibaı verilmeye çalışılan çıkışlara şahit olduk.

Başbakan'ın İsrail'e yönelik öfkeli çıkışlarının siyasi aktörlerden çok bölge halklarına yani bölgenin iç kamuoyuna yönelik etkisi daha fazla oldu. Buna bakarak Ankara retoriğinin savaşı durdurmaya yaramasa bile halklara yönelik bir etkisi olduğu ortada.

Bu İsrail karşıtı retoriğin bölge kamuoyuna yönelik halklara yönelik etkisinin bölge denklemi açısından önü açılan hatta dolaylı destek gören sonuçlarının İran faktörü göz önüne alınmadan anlaşılması mümkün değildir.

İsrail karşısında hiçbir şey yapmayan, hatta suç ortaklığı yapan Arap rejimleri nezdinde yükselen İran etkisinin hayli rahatsızlık verici olduğu epey zamandır dillendiriliyordu. Lübnan başarısından sonra İran dolayısıyla Şii tehlikesi bölgede pompalanarak Amerikan stratejisine alan açılmaya çalışılıyordu. Şii etkisinden yola çıkarak Filistinliler üzerinde İran'ın nüfuzunun arttığı söyleminin, Amerikan-İsrail ekseni ve Arap liderlerce siyaseten Hamas'ın idamı hükmünü verirken Türkiye'nin İran'ın önünü kesecek bir prestij kazanmasının hiçbir mahzuru olmayacaktı. Sünni Arap dünyasında Sünni bir İslam ülkesinin Filistin için kahramanlık yapması sistem dışı Şii İran'a tercih edilecekti. Sonuçta NATO üyesi, AB yolunda ve ABD-İsrail'le stratejik ilişkileri olan bir Türkiye'nin yapacağı kahramanlığın sınırları da belliydi. Ayrıca Türkiye'nin İran'ın Filistin konusunda etkin olmasından rahatsız olduğu da bilindiği için bu çıkışları da belli ölçüde anlayışla karşılanabilirdi.

Tüm bunlar İsrail'e karşı sessiz kalınması gerektiği anlamına gelmediği gibi Türkiye'de yükselen vicdanın ve kardeşliği sesinin de tümüyle bir numara olduğu anlamına gelmez. Ancak bu hususları büyük oyunu kuranların hangi çıkışı nasıl değerlendirmek isteyecekleri konusunda bir uyarı olarak değerlendirmeli.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT