1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Gazze yanarken Seyyid Kutub düşmanlığı! Hilmi Demir’e yakışır da Metin Külünk’ün derdi ne?
Gazze yanarken Seyyid Kutub düşmanlığı! Hilmi Demir’e yakışır da Metin Külünk’ün derdi ne?

Gazze yanarken Seyyid Kutub düşmanlığı! Hilmi Demir’e yakışır da Metin Külünk’ün derdi ne?

Vicdanların Gazze’deki yangın ile yanıp tutuştuğu bir vasatta Hilmi Demir gibilerinin gündemi Seyyid Kutub düşmanlığı. Hadi bu durum Hilmi Demir’e yakışıyor da ona arka çıkan Metin Külünk’ün derdi ne anlamak mümkün değil!

17 Aralık 2023 Pazar 22:39A+A-

HAKSÖZ-HABER

Gazze’de bütün dünyayı ayağa kaldıran, global ölçekte insanlık nezdinde ana gündem olan açık bir soykırım işlenmekte. Haliyle Türkiye’de de gerek toplum gerek siyasetin temel gündemini bu husus oluşturmakta. Ama gel gör ki insaniyet ve merhametten nasibini alamamış, vicdanı kararmış kimileri halen bu vasatta bile İslami mücadelenin öncü şahsiyetlerine yönelik kin ve nefretlerini kusmaktan geri kalmıyorlar.

Hilmi Demir isimli şahsın Seyyid Kutub’a dair yaptığı paylaşım da bu cinsten.

X hesabı üzerinden Seyyid Kutub’u hedef alan Hilmi Demir şu ifadeleri kullandı:

“Temeline Ebu Hanife'nin konduğu Din anlayışına karşı 60 darbesi sonrası Yaşar Tunagür, Mit müsteşarı Fuat Doğu ve Hilal Yayınevi çevresi ve Fethullah Gülen, Ebu Hanife'yi terk etti Seyyid Kutup'u gençlerin önüne koydular. Bunların hepsini kim biraraya getirdi ne kadar ilginç değil mi?”

 

Hadi Hilmi Demir’e de bu yakışır zaten. Hadi onu anladık anlamasına da bu düzeysiz paylaşıma arka çıkan Metin Külünk’ün derdi ne işte onu anlayamadık…

 

 

Öte yandan Metin Külünk’ün Hilmi Demir’e açıkça arka çıkmasına sosyal medyada birçok kişi tepki gösterdi.

Külünk’e tepki gösterenler arasında Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara da vardı.

Külünk’e hitaben yazdığı uzun cevabında Prof. Dr. Büyükkara şunları kaydetti:

1.Bir söz söylenmişsiniz. Sözün sahibi olarak bu sözün nereye gideceğini idrak etmeli, doğru yanlış her sözün peşinden gitmemelisiniz Metin abi.

2.Sayın Külünk’ün beğenip desteklediği bu iddia, kitaplarında Uğur Mumcu’nun sıklıkla temas ettiği ve kökeni Yaşar Kemal ile Fethi Naci’nin çıkardıkları sosyalist Ant Dergisine dayanan bir iddia.

3. Çok tekrarlanan bir iddia olduğu için cıvığı çıktı da diyebiliriz. İddia Ebu Hanife – Maturidi müdafaası görüntülü olmasına rağmen genelde evrensel islamcılığı, özelde ise Türkiye islamcılığını töhmet altına sokan “saklanmış” bir içeriği barındırmakta.

4. “Bu defalığına” saklanan bu içeriğin devam sürecini doğal yollarla (açık kaynaklardaki izleği takip ederek) devam ettirdiğimizde, yani süreci bu ajandayla izlediğimizde karşımıza neler çıkıyor neler?

5. Öncelikle İlim Yayma Cemiyeti’nin de ilgili çevrelerde bu işin içine mahsus sokulduğunu, hatta baş role koyulduğunu görüyoruz. “Kimse masum değil” demek istiyorlar.

6. Cemiyet’in kurucusunun Fıkh-ı Ekber’i tercüme ettirmesinden yola çıkıp büyük anlatılara varan bir kurgulamanın öncelikle ağır bir metodik yanlış olan indirgemecilik’le malul olduğunu herhalde söylemeye gerek yok.

7. Peki S. Kutub’un Fi Zılal tefsirinin Türkçe çevirisini yapanların da Cemiyet’in içinde yer aldıklarını nasıl açıklarız o zaman ? Üstelik rahmetli Saraç hoca Ebu Hanife ile sorunu olan Selefi bir İslamcı da değildi. Mustafa Sabri –Zahid Kevseri ekolünün sadık bir talebesiydi.

8. Yani öyle her şey siyah – beyaz netliğinde değildir, ve bu konular tivitira 2 foto koyup açıklanacak basitlikte şeyler değildir. Çok yönlü, çok sebepli sosyo kültürel ve siyasal ilişkilerdir.

9. İzleğe devam edelim: Hilal dergisiyle,Salih Özcan’la, Doğu ile Tunagör ile vs. bitirilmez mesele. Oradan Milli Görüş’e, Erbakan’a gelinir. Onlar da işin içine dahil edilir. Milli Görüş’e geldiyse mesele, MTTB ve Akıncılar da tabii ki işin içindedir.

10. Külünk eğer bu iddiaları doğru bulup sempati duyuyorsa mesela Suud Rabıtası organizasyonları olan, bir zamanlar sürekli Kutub ve Mevdudi’nin kitaplarını basan IIFSO ve WAMY’nin TR organizasyonlarını da bize açıklamak zorunda.

11. TV kanallarına çıkıp “Son Akıncı” edasıyla MTTB, Akıncılar söyleşisi vermek bu sorunları çözmüyor.O sırada yaş küçük olduğu için katılamamış olabilirsiniz ama,mesela Çanakkale kampı kimin organizesidir? Bunun Yeşil Kuşak’la bir ilgisi bulunmakta mıdır?

12. Emin olun, bir sonraki adımda sizi ister istemez getirecekleri nokta şu olacak: “Hepimiz işe WAMY’de başladık”. Gaflete düşmemek, uyanık olmak lazım sayın ağabey.

13. Oysa bu konuların her birinin – komplo teorisi tadında olmasa da- açıklaması vardır ve çok yönlüdür. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Mısır ve Hint İslamcılığı o sırada sadece TR’ye girmiyor, tüm İslam alemine sirayet ediyor. Ortada anti-sömürgeci bir mücadele var.

14. 50-60’lı yılların ABD destekli anti-sovyetizm söyleminde bu İslamcı retoriğin işe yarar hiçbir yeri yok diyemem. Kendi dinamikleri içinde oluşan hareketler ve ürettiği literatür bu konjonktürde daha kolay yayılma imkanı buldu denilebilir belki.Bir denk gelme ve çakışma durumu

15. Osmanlı İslamcılığının yerine gelmesine gelince. Bunu İsmail Kara hoca çok güzel açıklıyor. İki sebebe dayandırıyor: Kara, 1950 sonrası neslin Osmanlı’dan yadigar kalan İslamcı birikimden yararlanamamasını harf inkılabıyla irtibatlandırıyor.

16. Kara’ya göre, İHL’lerin ilk mezunları Osmanlıca metinler yerine Arapça eserlere yakınlık duyuyorlardı. Ayrıca psikolojik bir faktör de vardı: Osmanlı birikimi artık mağlup olmuş, kenara itilmiş bir varlıktı. +++

17. Bu birikimin emektarlarından 1 kısmı reformistlikle, rejimin yöneticileriyle iş tutmakla veya baskılara boyun eğmekle lekelenmişlerdi.Halbuki kitapları çevrilenler devrimciydiler, muhaliftiler, hapsediliyorlar, sehpalara gönderiliyorlardı. [Kara ile söyleşi, Girişim,54:1990]

18. Bana sorarsanız da derim ki, keşke Osmanlı İslamcılığı’yla irtibat kopmasaydı. Bu kopuşun bize maliyeti büyük oldu. Mesela büyük İslamcı Said Halim Paşa’nın çok orijinal siyasal tezlerini biz Seyyid Kutub’tan en az 30 sene geç okuyup öğrenebildik.

19. Fakat tekrar ediyorum bu işleri açıklamak öyle CIA, Ebu Hanife, Komunizmle Mücadele, Tunagör, Maturidilik, Gülen diye art arda isimleri sıralamakla olmuyor. Benim buradaki açıklamamı da konuya çok küçük bir katkı olarak anlayın lütfen.

 

 

Metin Külünk’e verilen dikkat çekici cevaplardan biri de Melikşah Sezen’den geldi.

Melikşah Sezen’in X hesabı üzerinden Mehmet Ali Büyükkara’ya katkı sadedinde yazdığı metin şöyle:

Mehmet Ali hoca Hanefîlik-Mâturîdîlik müdafaası adına yapılan bir vulgarize ve çarpıtmayı özlü olarak çerçevelemiş. Buna katkı olması için Hanefîlik ve Mâturîdîlik müdafaasının ülkemizde her zaman “masum” olmadığını da hususen belirtmek gerekir.

İslâm anlayışı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e halk nezdinde Hanefî-Mâturîdî anlayış ile devam etti fakat kurucu kadro ve inkılaplar açısından Hanefîlik-Mâturîdîlik murdar edildi. Türkçü-Batıcı istikametteki teşebbüslerde bir aparat olarak kullanılmaya çalışıldı.

İmam-ı A’zam da İmam Mâturîdî de yıllarca -hiçbir kat’î delile istinad etmeden- Türk olarak takdim edildi. “Akıl, hikmet, maslahat, hilafet” gibi önemli kavramlar bu âlimlerin yolu üzerinden istismar edildi. İslâm’ın sisteme zarar vermeyecek çapta tahrif edilmiş versiyonuna söz konusu istismarlar vesilesiyle ulaşılmaya çalışıldı.

M. Kemal işbu arifede Yusuf Ziya Yörükan’dan bir eser sipariş etti: “Müslümanlıktan Sonra Türk Mezhepleri”. Yörükan bu eserinde Mâturîdîliği “Türk’ün resmî mezhebi” olarak ifadelelendirdi. Kemal Paşa bu eseri pek beğendi, taltif etti. Bunu takviye edecek başkaca çalışmalar yapıldı. I. ve II. Türk Tarih Kongreleri’nde meselâ Ebû Hanife ve Ebû Mansur’un Türklüğü gündeme getirildi. Hilmi Ziya Ülken’den Şerafettin Yaltkaya’ya, Şemsettin Günaltay’dan daha birçok Atatürkçü isme bu istikamette yazılar yazmak nasip oldu.

Yeni rejim İslâm’ı sırtında taşımak zorunda olmadığını hissettiği bir evrede evvela “devletin dini din-i İslâmdır” maddesini anayasadan çıkarttı, ardından laikliği kabul etti ve orada da kalmayarak Kemalizm’i dinleştirme yoluna girdi. İslâmî eğitimin resmî mecrada tüm yolları bu süreçte kurutuldu. Eğer M. Kemal daha uzun yaşamış olsaydı, bu proje mutlaka devam edecekti. Fakat onun ölümü ile akamete uğradı ve halkın inancına zulüm politikası hafifleme imkânı buldu.

Çok partili hayat denemeleri dinî serbestiyeti belli derecede rahatlatsa da Kemalist zihniyet vesayet sistemi ile her daim dinin sınırları ve din anlayışını şekillendirme davasını sürdürdü. İslâm’ı laikliğe ve “asrîleşmeye” halel getirmeyeceğini düşündüğü bir formda sunmak için projelerini sürdürdü. Kemalizm’i dinleştirmekten vazgeçti ama tahrif edilmiş suretteki Mâturîdîliği Türk’ün resmî mezhebi, sistemin can suyu olarak görmekten vazgeçmedi. Bu akımın temsilcileri ne yazık ki hâlâ aramızda, hâlâ ümitvar ve Mâturîdîliği istismara devam ediyorlar.

Bunları Kemalizm ve Mâturîdilik çalışmamda anahatlarıyla yazmıştım. Yeni baskıda nasip olursa daha da hacimli ve tafsilatlı olarak ilgili proje ve tahrifi göz önüne sermeye devam edeceğim.

HABERE YORUM KAT

7 Yorum