Gazze, kalpsiz dünyanın kalbi
Boyun eğdiremiyorlar Gazzeliye, korkutamıyorlar, pes ettiremiyorlar. “Hasbunallah ve ni’mel vekil” diye haykırıyor en acılı halinde Gazzeli bir anne, bir baba, bir çocuk…
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Gazzelilerin dünyanın bozuk düzenine karşı verdikleri mücadeledeki felsefe, kalite, asalet her anında, her aşamasında ve her sahnesinde dünyaya ders üzerine ders veriyor.
Ruhsuz dünyanın ruhu, kalpsiz dünyanın kalbi oluyor Gazze. Direnirken zulmün bütün kalelerini teker teker deviriyor. İnsanlığı katleden düşmanı öldürürken, insanlığın ölmüş umutlarını diriltiyor, hayatı kurutmuş olan düşmanı vururken iyice çoraklaşmış hayatın her lahzasını ihya ediyor.
Gazze’liler savaşırken, direnirken, savunurken sadece kendileri için bir şey yapmış olmuyor, dünyanın geri kalan her kısmına bir umut veriyor. Kurumuş edebiyata yeni bir ruh üflüyor, koca bir yalana gömülmüş olan felsefeye yeni ve geçerli gerçekliklerle güçlü bir sebep veriyorlar.
Bunlar basit Gazze veya direniş güzellemeleri değil elbet. Yaşıyoruz bunları. Her aşamada. Bütün yakınlarını en vahşice, en alçakça, en barbarca Siyonist saldırılarda kaybetmiş insanların Allah’a hamd edişleri düşmanın bütün saldırılarını püskürtüyor, aciz bırakıyor. Boyun eğdiremiyorlar Gazzeliye, korkutamıyorlar, pes ettiremiyorlar. “Hasbunallah ve ni’mel vekil” diye haykırıyor en acılı halinde Gazzeli bir anne, bir baba, bir çocuk… O iman dolu göğüslerdeki serhatlere çarpıyor bütün çelik zırhlı kalkanlarıyla bütün devletli saldırılar. Ölüm evin bir odasından bir başka odasına geçmek gibi bir şey Gazzede. Yaradanla bu kadar yakın bir rabıta içinde olmak, kişiyi dünyanın en güçlü insanı kılıyor. Kendi gölgesinden korkan siyonist savaş makinasının bütün o eğitimli katilleri nasıl böyle bir imanı boğabilir?
Bütün asaletiyle ve felsefi derinliğiyle, imanıyla Gazze direnişi karşısında İsrail terörizminin vahşi barbarlığı karşısında yeni bir felsefe için yeni ve geçerli sebepler oluşturuyor. Dünyanın her yanında bütün meydanlara taşıdığı vicdan ayaklanmalarının yanısıra güçlü ve geçerli bir söylem için yeni ve çok geniş bir alan açıyor. Durumu yansıtan yazarlar, çevremizde öyle zannediyorum ki durumun akışına kendilerini kaptırmakla yetiniyor, olağanüstü güzel yazılar, tasvirler, tahliller geliyor. Vahdettin İnce’nin, İsmail Kılıçarslan’ın, Yusuf Kaplan’ın, Gökhan Özcan, Ersin Çelik, Aydın Ünal, Erol Göka, Resul Tosun, Selahattin Eş, Mehmet Metiner, Rıdvan Kaya, Hamza Türkmen, Turan Kışlakçı ve daha bir çok ismin Gazze günlerinde yazdıkları yazılar su gibi akıyor yüreklere. Ama yüreğe aktığı gibi aklı da doyuran, güçlü bir felsefe de var. Doğrudan gerçekliğin kendisinden parlayarak yansıyan ve kendini yazıda ifade ettiren bir felsefe.
Türkiye’deki bu isimlerin yanısıra Arap ve İngilizce konuşan dünyada da duruma dair daha güçlü bir şahitlik, şimdiye kadar insanlığa yutturulmaya çalışılan söylemlere, felsefeye ve edebiyata güçlü bir ayarla temayüz ediyor.
Mesela dünkü yazısında arkadaşımız İsmail Kılıçarslan’ın ve Vahdettin İnce’nin söyledikleri o kadar önemli ki: Gazzeliler direnirken, savaşırken sadece kendileri için savaşmıyor, sadece kendileri için direnmiyor. Bu, esasen Müslüman savaşının da özüdür. Kendi içinde bir ahlak barındıran; savaşın en kızgın anında bile Müslümanı bırakmayan o mizaç. Müslüman, uğruna savaştığı iyiliği sadece kendisi için istemez, bütün insanlık için, hatta kendi düşmanları için bile ister. Müslümanı öldürmeye gelen onun o alemleri kuşatan rahmet, merhamet ve iyilik toprağında dirilir, yeter ki, biraz işlenebilecek, mühürlenmemiş bir kalbi, yeter ki bu kalbi sulayacak biraz duyabilecek bir kulağı, biraz görecek bir gözü kalmış olsun.
Gazzelilerin savaşçılarını bir savaşırken sergiledikleri gözünü budaktan sakınmayan, en az güçle en devasa maddi güce karşı sergiledikleri kahramanca mücadeleden göreceksiniz, bir de kendi çocuklarını, yaşlılarını, insanlarını severken göreceksiniz ve görüyoruz. Ama bir de esirlerine, yani ellerinde artık savaşacak gücü kalmamış esirlerine davranışlarında göreceksiniz. İşte gördü bütün dünya. Dostluğun Müslümanın gönlünde hiç de kıt bir kaynak olmadığını.
Sadece kendi dindaşlarına değil, bütün insanlara yetecek kadar namütenahi bir kaynak olduğunu görmek için bütün somut örnekler mevcut. Bu kaynağın adı İslam ahlakıdır. Kula kulluğu reddeden, reddettikçe özgürleşen, özgürleştikçe bütün insanların aynı özden, aynı vardan var edilmiş olduğunu idrak eden muvahhid mücahidin kalbinden taşan bir ahlak.
Devrim nedir? diye soracak olursanız, birbirine düşman olan insanları birbirine dost-kardeş kılabilmek, onları birbirine sevdirebilmektir derim. Devrimcilik hükümetleri devirme kabiliyetinden ibaret bir şey değil. Hükümetler şu veya bu ihtilallerle, şu veya bu entrikacı cunta oyunlarıyla devrilir, yerine öncekindne farksız hükümetler kurulur. Devrim odur ki, insanların gönüllerinde fırtınalar koparır, birbirine düşman olan, birbirinden nefret eden insanların kalplerini birbirine ülfet ettirir, kaynaştırır ve dost-kardeş kılar.
Bu devrim yolu yıllar savaştığı bütün insanlarla günün sonunda “ashab” olmanın muhteşem örnekliğini gösteren Hz. Muhammed (S)’in dostluk siyasetini, sünnetini takip eden müminlerin yoludur.
Gazzeli Siyonist düşmanla savaşırken bile vizyonunda Yahudilerin dahi barış, huzur ve onur içinde yaşayacağı bir dünyanın hayali vardır. O yüzden savaşan Müslüman kazandığında hiç kimse kaybetmez, bütün insanlık kazanır. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu şey bu dostluk siyasetidir ve bugünün dünyasında bu siyaseti üstlenebilecek başka hiç kimse yoktur.
HABERE YORUM KAT