Gazali’den Buti’ye...
‘Bir müstebit gidiyor ama istibdat yerli yerinde kalıyor ve sayıyor’ diyen Dr. Ahmet Hayri Umeri müstebitin başka bir müstebitle değiştirilmesine imkan vermemek için istibdat kültürünün değişmesi gerektiğini savunuyor. Bu bağlamda ağaçtan ormanı göremediğimizi, ağacın bir müstebit, ormanın ise bir sistem ve kültür ve bataklık olduğunu söylüyor. Bu bağlamda mütegallibe anlayışına hulus çeken ve ulu’l emr meselesini istismar eden alimlerin kınanması ve yanlışlarının da tashih edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Gerçekten de Mısırlı Devrimci Ömer Mekrem, Osmanlı Valisi Hurşit Paşa’yı devirmesine devirmiş ama Mehmet Ali Paşa’nın yeni bir müstebit olmasına (1805) engel olamamıştır. Bilmeden onun yolunu açmış ve Mehmet Ali Paşa’nın ilk yaptığı da Ömer Mekrem’i yolundan çekmek ve kaldırmak olmuştur! Yani velinimetine ihanet. Elbette ki Dr. Ahmet Hayri Umeri’nin bu baptaki sözlerine kulak asılmalı. Bununla birlikte, ‘Buti örneğinde: Saray alimlerini yakmalı mı?’ başlıklı yazısındaki Buti ile alakalı açılımında yanlıştan yanlışa düşmüştür. Meseleyi teorize edeceğim diyerek gerekli gereksiz ilahiyat tartışmalarının içine girmiş ve Sünni geleneği bir çırpıda kenara itmiş ve Eş’ari- Sufi geleneği statükonun destekçisi olarak göstermeye çalışmıştır. Elbette Ahmet Hayri Umeri’nin istibdatla birlikte teslimiyet kültürünün de kökten değiştirilmesi gerektiği yönündeki tezine katılıyoruz, lakin bunun altyapısı olarak sunduğu Sünni kültürü eleştirmesine ve kınamasına katılmıyoruz. Umeri Sufi-Eş’ari geleneği yerine Selefiliği öne çıkartıyor. Belki de bu yönüyle Selefiliğe, Selefilik demeyen Buti’den intikam alıyor! Umeri, Buti’nin baştan beri tağutun yanını seçtiğini ve diğerleri gibi tevile açık bir dil kullanmadığını hatırlatıyor. Dini kurumda rejimin sözcüsü konumunu temsil ettiğini ve Başmüftü Ahmet Hassun’un aciz kaldığını, Buti’nin başardığını ve yerine getirdiğini kaydetmektedir.
¥
Buradan yola çıkan Umeri, Buti’nin ilim sahibi değil malumat sahibi olduğunu da ileri sürmektedir. Yani Umeri’ye göre, Buti ilmi bir sisteme ve sistematiğe haiz olmayıp bilakis malumata havidir. Onunki dinamik değil nakil ve tekrar ilmidir. Yaşayan bilgi değil, tekrarlanan bilgidir. Burada belki şunu söylemek mümkündür: Gerçekten de Buti rejimin eksiklerinden çok muhaliflerin eksiklerine odaklanmış bulunmaktadır. O da siyasi bakış açısını şaşı hale getirmektedir. Buti’nin, söyleminde geçen yıldan beri kendisine saldıran Muhammed Habaş’la aynı üslubu kullandığını görüyoruz. Bu üslup, miadı dolmuş rejimin diyalog ve reform sözlerine tav olmaktır. Gerçekten de olayların başlamasından beri rejimin karakter ve tabiatı, kesinlikle diyalog ve reforma elverişli olmadığını ortaya koymaktadır. Umeri’nin Buti analizinde isabetli hususlardan birisi de devrim ile Buti arasında kalan gençliğin yavaş yavaş Buti’den çark etmekte olduğu ve uzaklaştığı gerçeğidir. Buti rejim ile arasına mesafe koyamadıkça her karede rejimle birlikte görünen Muhammed Habaş gibilerin konumuna düşecektir. İnandırıcılığını kaybedecektir. Umeri, Buti’nin medrese ilmini bildiğini ve metinleri devirdiğini lakin ümmetin ve milletin rehberi olamadığını ifade etmektedir. Umeri, Buti’yi istibdadın sözcüsü ve saray alimi olarak değerlendirmektedir.
¥
Umeri’nin eleştirileri buraya kadar sağlıklı sayılabilir. Lakin Buti’yi kendisine göre bir tarihi bağlama yerleştiriyor ve bu tarihi bağlamda Gazali’nin devamı olarak görüyor ve nitelendiriyor. Bu noktada, Gazali’nin Mustazhir Billah ve Sultan Sencer ile münasebetlerini ve yazışmalarını ve ilişkilerini galiba Buti ile Esat ailesi arasındaki ilişkilere benzetiyor. Evet, Buti’nin Gazali geleneğinden geldiğine ben de katılıyorum. Gazali’nin konumunu temsil ettiğine ise katılmıyorum. Buti ne Gazali’dir ne de Esat ailesi Sultan Sencer veya Mustazhir Billah Abbasi’dir. Evet, Buti de batinilere karşıdır lakin destek verdiği Suriye rejimi pratikte bir batini rejimdir. Gazali de tam da Batinilere karşı Abbasi devletine rehberlik yapmış ve yol göstermiştir. Dolayısıyla duruş olarak Gazali ile Buti arasında fark veya tezat var. Elbette Gazali ve Buti dinin özünü ihlasta görmüş ve İslami hayata bu gözle bakmıştır. Bununla birlikte onun ötesinde bunu hayata ve pratiğe geçirmekte farklı noktalarda yer almışlardır. Buti, bazen Arapların ‘sazic’ dediği basitliğe düşüyor. Sözgelimi, Bediüzzaman’ın Batı’nın İslam’a hamile olduğunu ve bir Osmanlı doğuracağını söylemesini kurtuluşun Batı’dan geleceğiyle izah etmesi bu bağlamdadır. Elbette hidayet Allah’ın elindedir. Bununla birlikte bir de sünnetullah var. Mucize sistem dışılıktır ve istisnadır. Sünnetullah ise sistemin ve işleyişin adıdır. Buti örneğinde asıl sorun, mevcut rejimle ilişkilerinin sınırlarını belirlemekte tefrite düşmüş olmasıdır. Lakin bu onun mensup olduğu geleneğin yanlışlığını göstermez.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT