1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Gazali Yorgunluğu
Gazali Yorgunluğu

Gazali Yorgunluğu

Mehmet Ali Aynî’nin, İslam Düşüncesinin Zirvesi Gazâli kitabını Asım Öz, Haksöz-Haber okuyucuları için değerlendirdi.

25 Haziran 2011 Cumartesi 08:32A+A-

GAZÂLÎ YORGUNLUĞU

ASIM ÖZ / Haksöz Haber

islam_dusuncesinin_zirvesi_imam_gazali_2011_3_18_2235.jpgMüslümanların kültürel tarihinde önemli yer tutan şöhret ve etki alanı eserlerinden daha yaygın olan ve çeşitli tartışmaların merkezinde yer almasından dolayı da her daim güncel olan İmam Gazâlî hakkında vefatının 900. Yılı olmasından dolayı bu yıl çok fazla etkinlik var. Kimi dergiler özel sayı hazırladı, sonbahara doğru sempozyumların biri biterken biri başlayacak belki. Hilmi Yavuz’dan Dücane Cündioğlu’na değin uzanan Gazâlî severler var. Genelde tartışmalar da bu kişilerin dile getirdiği yaklaşımlar çerçevesinde biçimleniyor. Arada bir farklı sesler çıksa da Türkçedeki Gazâlî algısının tek tip ve kutsayıcı bir zihinselliğin güdümünde olduğu ifade edilebilir.

 Bunun yanında akıp giden bir kitap yayıncılığı da var. Eserlerinin yeni basımları, küçültülen kitapçıkları ve biyografileri anabiliriz bu çerçevede. Henry Laoust’un Gazâlî’nin siyasi kimliğine odaklanan kitabı da bu yılın sonuna doğru raflardaki yerini almış olacak. Yılın ilk aylarında yayımlanan Gazâlî konulu kitaplardan biri Mehmet Ali Aynî’nin kaleme almış olduğu Huccetü’l –İslâm İmam Gazâlî adlı çalışmadır. Genel kültür sahibi ortalama aydınları Gazâlî hakkında donanımlı kılmak amacıyla yazılan kitap ilahiyat ve adap olarak anabileceğimiz iki ana bölümden ve bu bölümleri alttan alta derinleştiren bol alıntılı fasıllardan oluşuyor.

Bir buçuk yıllık bir emeğin neticesi olan eserin temelinde müsteşriklerden Baron Carre De Vaux’un Gazâlî hakkında yayımlamış olduğu kitap bulunmaktadır. Gazâlî’den önceki İslam düşüncesi ele alınırken Mutezile’nin düşüncelerinin eleştirilerin merkezine konulması da dikkat çeken noktalardan biri. Ayni’ye göre Gazâlî yazdıkları ile Ehli Sünnet akidesini ortaya koymaktadır. Gazâlî’nin bu konudaki çabalarının sonucunda oluşan İhya bu konuda mutlaka anılması gereken eserlerdendir. Fikre değil kalbe vurgu yapılması, âlimlere değil insanlara hitap etmesi eseri popüler kılan hususların başında gelir. Eserin ilimler tasnifi de bu düşünce doğrultusunda yapılmıştır. Eserde ilimler davranışlarla ve anlayışlarla ilgili olanlar olmak üzere ikiye ayrılır (İlm-i muâmele ve ilm-i mükâşefe). Muâmele akıl baliğ olan kişinin mükellef olduğu şey olarak tanımlanır ve üçe ayrılır: İtikat, amel ve terk. Eşarilerin Mutezile’ye karşı geliştirdikleri düşünsel savaşın bir benzerinin Gazâlî tarafından felsefecilere karşı geliştirilen mücadelede göze çarptığının düşünülmesi bunun esas sebebidir. Öte yandan günümüzde âlimlerin ya da öyle zannettiğimiz isimlerin İhya okuyarak ders halkaları teşekkül ettirmeleri de meselenin tartışılması gereken bir başka yanıdır.

Eşari Taraftarlığı

Müslümanların düşünce tarihi hakkında anlatılan menkıbeler içinde bir dönem akla vurgu yapan isimler her ne hikmetse hayatlarının sonunda ya yıllarca emek harcadıkları usullerinden döndürülür ya da bir tarikata dahil edilir. Bunlardan gerçek olanlar olmakla birlikte düpedüz uydurma olanlar da vardır. Eşari’ hakkında anlatılanlar gerçek olanlardan. Eşari’nin düşünsel olarak Mutezile’den ayrıldığını ilan ettiği hırka çıkarma hadisesi başta olmak üzere pek çok ayrıntı Aynî’nin eserinin ilk faslına dahil edilmiş. Önce bu olayı anlatalım: Eşari bir gün camiye gider, minberde geçmişteki Mutezili hatalardan derin bir pişmanlık duyduğunu ve yanlışlardan döndüğünü ilan eder. Sırtındaki hırkayı çıkararak atmış ve “Bunu nasıl çıkarıyorsam, geçmişteki itikadımdan da öylece kendimi sıyırıyorum” demiştir. Ardından Mutezile hakkında pek çok olumsuz görüş serdeden Eşari ile Gazâlî arasında şöyle bir bağ kurar Ayni: “Eş’arî mezhebi, Mu ‘tezile mezheplerini geçersiz kılmıştır. İşte İmam Gazâlî hazretleri bu Eş ‘ari mezhebinden yetişmiştir. İmam Eş‘ari’nin Ehl-i Sünnet mezhebine dönmesinin sırf şöhret kazanmak için yapılmış bir şey olduğunu Maturidiler ve diğer mezhep mensupları rivâyet etmişlerse de buna itibar edilemez.” İmam Gazâlî ve İbn Sinâ’nın da bu tarz suçlamalara maruz kaldıklarını belirten Aynî, Mutezile, Cebriyye ve Eş ‘ari arasında tartışma konusu olan ruyetullah, büyük günah işleyenin durumu, kulların fiilleri gibi mevzuları ana hatlarıyla özetleyerek bu tartışmalara ilişkin Gazâlî’nin ortaya attığı görüşleri irdelemek için bir zemin hazırlar.

İbn Sinâ’nın vefatından çeyrek asır sonra dünyaya gelen Gazâli’nin içine doğduğu dünya hâl tercümesi bölümünde anlatılır. Mezhepler arasında doruk noktasına ulaşan çatışmalardan sonra Gazâlî’nin kalbi hislere göre tartışma tekniğini öncelemesinin kendisinden önce hiçbir filozofta açık ve belirgin biçimde görülmediğini İbn Sinâ ile Gazâlî’yi karşılaştırarak ortaya koyar: “İbn Sinâ bir meseleyi çözmek için aklî deliller ve mantıkî kıyaslamalar düzenlemekte insanı hayrete düşüren bir kudret ortaya koyuyor. Fakat Gazalî, bu yolda zihni faaliyetlere küçümseyici bir nazarla bakıyor ve aklın mesele çözmekteki çabalarının ve çalışmasının sonuçlarına güvenmiyor. İbn Sinâ selim aklın her meseleyi hall-ü fasl edeceğine son derece güvendiği hâlde, Gazâli eserleriyle sâbit olduğu gibi, diğerleri derecesinde kudret ve maharet gösterdiği tartışma tekniğini aklın aczini isbat ve mertebesini düşürmek için kullanıyor. İbn Sinâ felsefede bir kural ortaya koymuş ve onu doğrulamak ve pekiştirmekle sıhhatine inanmıştır.Gazâli aklî tartışmaları oyuncak haline koyup bir meseleyi aklen her yönde, yâni gerekli sayarak da inkâr ederek de, isbatlamanın kabil olacağını okuyucularına kavratmak istemiştir.”

Müellif çalışmasında, İmam Gazâlî’nin diğer Müslüman filozoflardan belirgin farklılıklarını öne çıkararak, akıl ve kalp arasında kurduğu denge üzerinde duruyor. Onun kalbi hislere öncelik verdiğini; hiçbir filozofta bu istidat ve eğilimin bu kadar açık ve belirgin bir durumda görülmediğini belirten Ayni, Gazâlî’nin, aklın meseleleri çözmekteki çabalarının ve çalışmasının sonuçlarına güvenmediğini ifade ediyor. İbn Sinâ’nın halis bir kalbin sükun ve sevincine, İmam Gazâli’nin ise kalbin şevk ve vicdani coşkusuna odaklandığını belirtirken şunu da eklemeden geçmez: Aslında görünüşte iki isim arasında olan bu farklılık daha doğrusu iki farklı eğilim dünya kurulduğundan bu yana mevcuttur. Bir eğilimde olan insan, akıl ve düşüncesine, zeka ve dehasına güvenerek en yüce meseleleri kavrayabileceğini düşünürken diğer eğilimde olanlar ya çalışmaktan elde edilen yorgunluk ve keder ile veya içine düştüğü zıtlık sebebiyle veya hasmın tenkitlerinin tesiriyle düşünme kuvvetinden şüpheye düşerek bu alandaki çabalarından vazgeçiyor. Bence Ayni’nin kitabının en önemli cümleleri bunlardır. Nizamiye Medresesine konuşmasındaki akıcılık, delilleri sıralamadaki iktidarı sebebiyle Nizâmülmülk tarafından muallim tayin edilen ve bu medresede 1091 yılından itibaren dersler veren Gazâlî, 1094 yılında İsmaili’lere karşı eserler yazarak bir anlamda Selçuklu otoritesini güçlendirmiştir. 1095 yılından itibaren sufilik yoluna girerek inziva içinde zahitliğe dalmayı düşünür. Düşündüklerini uygulaması epeyce velvele koparır. Bedensel yorgunluğunu mazeret olarak ileri sürdüyse de mesele bambaşkaydı. Onu uzlete çekilmeye zorlayan sebep daha farklı bir sebepti. Bundan dolayı Gazâlî’nin Munkız adlı eserinde karşımıza çıkan hesaplaşmasını kavramak için gayet kıymetli bir vesika olarak görülebilir. Düşünme kuvvetinden şüphe meselesi bu kitapta Eşari ve Gazâlî örnekleri üzerinden anlatılır. Elbette başka başka örnekler de bulunabiliri. Hatta günümüzdeki kimi isimleri de bu yorgunluk kervanına dâhil edebiliriz. Gazâli’ye dönük eleştirilerin canlılığını yitirmesi hatta sessizleşmesi bu yorgunluğun neticesi olarak okunabilir mi? Ya da bir iktidar nesnesi olunmasından mı kaynaklanıyor? Bu konuda birkaç yazı dışında kayda değer metin üretilemeyişi bunun net göstergesidir kanaatimce.

Ayni, Gazâlî’nin nakle daha fazla itibar ettiği halde buna akıl ve mantığı da eklediğini belirttikten sonra, bununla beraber nakli problemleri mantık dairesinde toplamak ve birbirine eklemek hususundaki olağanüstü çabaları esnasında ahlak ilmini de gözden uzak tutmadığına dikkat çekiyor. Eser, bütün bu yönleriyle Gazâlî’nin birçok filozoftan üstün olduğunu ortaya koymayı amaçlıyor. Gazâlî’den sonra doğu ülkelerinde felsefe mesleğinin söndüğünü; ancak ondan yarım asır sonra Mağrib’te,İbn Bâce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’ün felsefeyi parlattıklarını da vurgular. Gazâlî din alanında yapılan kimi tartışmaları nihayetlendirerek bir anlamda filozofları geri çekilmeye mecbur bırakmıştır.

Gazâlî’den Sonrası

Aynî’nin filozofların tutarsızlığını ortaya koyan Gazâlî’nin ihya etmeye çalıştığı din ilimleri alanında kendisinden sonra kayda değer gelişmelerin olup olmadığı meselesine de değinme gereği duyması önemli. Ama buna değinirken kitabının girişinde yaptığı gibi Mutezile ve filozofların başarısızlığına çok sık vurgu yapması kabul edilebilecek gibi değil. Sanki onun tek derdi Gazâlî’nin ne kadar başarılı olduğunu; yazdığı kitapların daha yeni yazılmışçasına Müslümanların ellerinde dolaşıyor oluşunu takdir etmektir. Daha sonra Nesefi, Şehristani, er-Razi, Beydavi gibi isimleri anan Ayni kelamcıların Gazâlî’ye nispetle akıldan daha az çekindiklerini, onun gibi hemen ümitsiz bir derecede mutasavvıflara benzer biçimde problem çözmek için acele etmeyerek bilinemezciliğe karşı büyük bir şiddetle mücadele ettiklerini belirtir. Taftazani’nin sofistler, inadiler, şüpheciler karşısında sergilemiş olduğu tavrı alıntılara naklederek ilmi temelli tartışma yapmanın ne kadar önemli olduğunu belirginleştirir. Gazâlî’nin ve Taftazani’nin eserlerinde andığı şüphecilerden kasıtlarının ne olduğu hususunda iki yaklaşım vardır: Bunlardan kasıt Yunan filozoflarından bahsetmektir diyenler ilk yaklaşımı gündeme getirirler. Onlar hakikaten mevcut olan birtakım kişileri ima etmektedirler diyenler de ikincisini. Ayni Ömer Hayyam tipinin ikinci yaklaşımı doğruladığı kanaatindedir. Onun kalben ve fikren şüphe içinde yaşayan değerli bir müellif olduğunu da belirtir Ayni.

Ayni eserin mukaddimesinde “benzersiz bir dahinin eserlerini tetkik etmek, benim gibi bir acizin göreceği hizmetlerden değil” dese de eser, Türkçe kültür dünyasında Gazâlî’nin nasıl algılandığını göstermesi bakımından ilk örneklerden biri olması yönüyle dikkat çekmektedir. Tabii burada zihnimi kurcalayan şu soru da aklıma gelmiyor değil: Mehmed Âkif’in bir şiirinde bugünü eleştirmek için örnek olarak andığı Gazâlî ile münasebeti nasıldı acaba? Neyse biz bunu bir yandan düşüneduralım bir yandan da bu dizleri okuyalım: “Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü./Hadi göster bakayım şimdi de İbn-ür-Rüşd’ü?/İbn-i Sina neye yok? Nerede Gazâlî görelim?” Bu noktadaki kişisel kanaatim Gazâlî’nin sonda anılmasından hareketle Akif’in Osmanlı toplumunda Gazâlî nin gördüğü itibarın farkında olarak Gazâlî ’yi şiirine taşımış olabileceğidir.

Ayni, İslam Düşüncesinin Zirvesi Gazâlî adıyla yayımlan bu eserde, onun filozoflara getirdiği eleştirilere ve akaid alanındaki görüşlerine değiniyor. Daha sonra “edep vasıtasıyla kalbin tasfiyesi ve tasavvuf sayesinde cilalanması bahislerine” sözü getirerek Gazâlînin tasavvufi görüşlerinden geniş bir şekilde bahseden müellif, ondan sonra gelen Sühreverdi, Geylani, Rufai ve İbn Arabi gibi önemli sufilerin görüşlerine de yer veriyor. Ahlak alanında da Gazâlî’nin bilgeliğini geçen herhangi bir kişinin olmadığını düşünen Aynî, onun eserlerindeki genişliğin ve mükemmelliğin kendisinden sonra gelenleri sükûta mecbur bıraktığını belirterek şunları söyler: “Gazâlî yetişmesi mümkün olabilen en yüksek olgunluk zirvesine erişmişti. O nokta derecelerin en yükseği olduğu için orada kalmıştır.” Elbette sonradan bu genellemelere sınır çizdiği de olur ama nihai kanaati pek değişmeksizin devam eder. İbn Miskeveyh, Nasiruddin et-Tusi gibi isimler ne kadar mühim olurlarsa olsunlar Gazâlî en büyüktür Ayni’nin nazarında.

 Meseller ve hikemiyat tarzında Gazâlî’den sonra parlak eserler verildiğini ifade eder. Bu bahiste Eşari düşünüşü takdir etmenin ötesinde takdis eden müellifin, güzel söz söylemeyi bilen ve Kuran’ı tefsir eden Zemahşeri’nin ahlaka dair eseri Etvâku’z Zeheb adlı eserini anması da önemli.

Nazariyattan ziyade pratiğin ilmini önceleyen Gazâlî için tasavvuf bulunmaz bir nimet olmuştur. Tasavvufa meylettiğinde kendisinden evvel yazılan pek çok eseri hazır bulan Gazâlî bizzat kendi hayatıyla mükaşefe/keşfetme sürecini pekiştirmeyi öncelemiştir. Ancak onun bu yönteminin delillerle ispat edilmesi oldukça güçtür.Yalnız güçlendirilebilecek veya doğrulanabilecek bu süreç hakkında İhya’da gerekli açıklamalarda bulunan Gazâlî bir bakıma bunun teorik tedbirini de almıştır. Gazâlî’nin sadece bu bahisle sınırlı olmayan teorik tedbiri hususunda şunları da kaydetmeyi gerekli görür Aynî: “Gazâlî, filozofları redde himmet ettiği gibi, sufilik yolundaki, onu birtakım büyük suçlamaların hedefi haline getiren bazı terimlerden, sözlerden ve iddialardan arındırarak, Ehl-i Sünnet mezhebine uygun bir şekil belirlenmesi ve ayıklanması için himmet etmiş ve büyük bir hizmette bulunmuştur.”

Gazâlî’de eleştirdiği yahut eksik bulduğu noktalar da var kuşkusuz. Bunlardan biri büyük bir ilim olarak tarihin Gazâlî tarafından biraz ihmal edilmiş olduğunu düşünen Ayni, bunun dışında Gazâlî’nin ilimler hakkındaki muhakemesinin gayet gerçekçi ve akıllıca olduğunu düşünür.

Gazâlî’nin her durum için övülmesi kadar her durum için kötülenmesi de sonu aynı kapıya çıkan iki hatadır. Gazâlî’den hem menfaat hem de zarar görmek vardır. Konuşulan konuların sınırlarına işaret etmesi önemlidir mesela. Allah’ı filozofların eserlerinde olduğu gibi uzak, örtülü, yaklaşılması kabil olmayan bir gaye gibi tarif etmeyip “Allah’ın açıklaması üzerine açıklama olmaz” diyerek meseleyi kapatması önemli bir ilke. Buna karşın akletmeyen geleneği güçlendiren bir enstrüman olarak sürekli gündemleştirilmesi aşılamaz bir taassubu doğurur.

 

Mehmet Ali Aynî,

İslam Düşüncesinin Zirvesi Gazâlî,

İnsan Yayınları,

2011,

310 sayfa.

Haksöz Haber

HABERE YORUM KAT