1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Garaudy’nin Ardından
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Garaudy’nin Ardından

15 Haziran 2012 Cuma 17:35A+A-

“Ben, ‘Güneşin Battığı Ülke’den geldim buna karşılık, Güneşin Doğduğu Ülkede de doğasına uygun olarak doğduğunu görmedim. Allah’a takva duymak, O’nun cezalarından korkmak değil,  O’nun rızasından uzak kalmaktan korkmaktır. Ve bu Aşk’tır”. (Roger Garaudy)

14 Haziran 2012. Bir Müslüman mütefekkir Roger Garaudy bu dünyadan göçtü.

Bulunduğu ‘Avrupa Kültürünün’ muhalif bir ‘Marksist Hareketin’ içerisinden ‘Komüntern tipi Marksizm’e de muhalif olan, nihayetinde İslam’ı kabulünden sonra Müslümanların birçok geleneksel yapılanmasına da muhalif olan, sorgulayıcı bir şahsiyet Garaudy.

İnsanları tanımlarken üç ana noktada yoğunlaşmaya çalışmakta fayda var:

1-      Kişilik yapıları.

2-      Devinim içerisinden nereden nereye yöneldikleri.

3-      Mazlum-zalim kavgasının hüküm sürdüğü dünya tarihinde, kendi bulundukları dilim içerisinde hangi safta durdukları.

Kişilik ve ahlaki yapının daha çok o kişinin tanınması, onunla bir şeyler paylaşılması ve birlikte yaşamla ortaya çıkacağına dair yaygın bir kanaat vardır. Ama o kişinin eserlerine yansıyan yüzüne dikkat ederseniz, kişilik ve ahlakının yansımalarını gözleyebilirsiniz. Zira hiçbir eser, yapıcısından bağımsız değildir.

Garaudy’nin İslam’ın özünün hukuki değil ahlaki olduğunu belirtmesi, birçok ibadet formunu ve hukuku tarihe ve mekâna bağlı örfi olduğu düşüncesi birçok Müslüman tarafından ilk elde yadırganmıştır. Ama unutmamalı ki; ahlaktan kaynaklanmayan bir hukuk ve ibadet formu yoktur. Bunların hangilerinin örfi olup, hangilerinin evrensel olduğu, Kitabın yazdıklarının hayatımıza nasıl yansıtılacağı yine bu ahlaki kriterle belirlenir. Sonra insan kendine bir davranış formları üretir. İslam’ın toplumsal yaşamında, dönemin yaşayan topluluk fıkhının oluştuğu durumda, kendiliğinden çözülecek formların doğru ya da yanlışları tartışılabilir. Usul dairesinde henüz oluşmamış bir fıkhın, bir söylem tarzı olarak gündeme getirilmesi ile bunun bir davranış, hukuk ve sosyal yaşam normları olarak ele alınması birbirinden farklıdır.

Kişilerin aynı sözleri söylerken bulundukları konum ve hareket yönleri önemlidir. Batı kültürü içerisinde yetişip, sorgulayıcı bir yapı ile onun birçok fenomenine isyan edip, İslam’ın içeriği ile ilgili değerlendirmelerde bulunan bir kimse ile İslam kültürü içerisinde yetişip gelenekselleşmiş birçok fenomeni kritize eden kişi arasında benzerlikler vardır. Ama İslam’ın içeriğini anlamaya çalışan bir Avrupalı Müslümanla, İslam’ın içeriğini pozitivist mantığa doğru örseleyen kişinin aynı sözleri, birbiri ile kesişen ama ters istikamete yönelmiş zıt yönelimlerdir.

Nitekim Garaudy; “Türk olsaydım, bir muhalefet simgesi olarak, sakalımı korur ve karımın örtünmesini isterdim.” derken, bu devingen dünyada safını belirler.

Birçok Müslüman Garaudy’nin Marksist bir düşünce yapısından İslam’a yönelişini, problemli bir mantıkla değerlendirir. Onlara göre Garaudy’nin değerlendirmeleri arka planındaki bu Marksist/materyalist avantajına bağlarlar. Oysa Garaudy İslam’ı benimsemeden önce ‘Tevrat’ ve ‘İncil’e bağlı düşünen, ‘Ehli Kitab’ın değerlerini terk eden Marksizm’e eleştiriler getiren bir düşünürdü. Ve bu Ehli Kitap özellikleri onun İslam’a yönelmesinde, Marksizm’in ekonomik tezlerinden ve mücadele geleneğinden çok daha fazla etkiliydi. Kuşkusuz bu ekonomik adalet arayışı ve mücadele geleneği onun için önemliydi ama hayat felsefesinin tek dayanağı da değildi.

Bir yanda; “Ben İslâm’a bir kolumun altında ‘Kitâb-ı Mukaddes’, ötekinin altında ‘Marks’ın Kapital’i ile geldim. İkisini de bırakmamaya kararlıyım.” diyen bir Garaudy. Diğer yanda; “Pozitivist ve arkaik bir bilim anlayışından hareket ederek her şeye cevap verme iddiasındaki Batı’nın ezeli hegemonyasına inanan teknokrasi ve bilim entegristlerinden Stalinci entegrizme, Roma entegrizminden İsrail entegrizmine, Müslüman Kardeşler entegrizminden Suudî entegrizmine kadar tüm çeşitleriyle birlikte entegrizm bu çağın en büyük tehlikesidir.” diyen bir Graudy. O, Marksizm gibi insanlık tarihinin birikimlerini ve Eski Vahiylerin kalıntılarını kuşkusuz hayat görüşünün temeli olarak değil, birer tecrübe olarak alıyor ama bu tecrübelerin, kalıplaşarak doktiner dogmalara dönüştüğü ‘entegrizm’e de karşı çıkıyordu.

Buradan Marksist ya da Hıristiyanlığın muharref boyutuna entegre bir İslam anlayışı çıkarmak, onlarla sentezlemek; onu noksan anlamaktan başka bir şey değildir. Garaudy’nin ana gayesi ‘entegrizm’ denilen ‘Yaşayan Fıkh’ın tarihe hapsedilmesini’ önlemektir, o temel değerlerin doktrinleştirilmesine, içtihatların bu temel değerlerin önüne geçmesine karşı olan bir düşünürdür.

Bu tarihselcilik şeklinde bir mantalite problemi ortaya çıkarır mı? Bu tartışılır, ama Kur’an’ın tarihsel anlatımı ile ‘tarihselcilik’ arasındaki fark, Kur’an’ın edebiliği ile‘Edebiyat Kitabı’ olması arasındaki fark kadar barizdir. Ve ancak usuli bir fıkhın oluşumu, toplulukla yaşayan bir zeminde pratikleri ile ortaya çıkabilecek zaaflara üreteceği cevaplarla oluşan bu ekolün, çalakalem acilci yansımaları ile değerlendirmemek gerekir.

Yine İslam toplumunun, ‘Kur’an Nesli’ diyeceğimiz ıslah edilmiş bir toplumun oluşmasından önce, içselleştirilmemiş hükümlerin uygulanma problemlerini, birçok Müslüman düşünür, tedrici ve ıslah metodolojileri ile halletmeye çalışırken; Garaudy’nin konuyu düşünsel planda deşmesi makul, anlaşılır öngörülerden öte bir şey değildir. Nitekim Garaudy, yaşadıkça oluşacak bir fıkıhtan bahsetmektedir. Garaudy, “Şeriat, zamana ve zemine göre değişen fıkhî düzenlemelere indirgenemez.” düşüncesi ile şeriata değil onun dönemsel yansımalarının/fıkhının evrenselleştirilmesine karşıdır. Nitekim ‘fıkıh’ın değişkenliğine olan inancı, onu ‘şeriat’ın hükümlerine değil, kökenlerine eğilmesine neden olmuş ve yargılarını açıkça söylemiştir. Burada bazı şer’i hükümlerin filli uygulamalarının evrenselleştirildiği ve örselenmesinin bir çeşit yeni sentezlere gideceğinden itirazla Garaudy’nin çok kaygan bir zeminde hareket ettiğini belirtmekle yetinelim.

Diğer bir konu ‘tasavvuf’ hakkında Garaudy’nin özel sempatisidir. Onun tasavvufa özel merakı; bir bilgi kaynağı ve metodoloji olarak değil, Batı dünyasının pozitivist ve materyalist bilimselci bakış açısına tepkinin, Batı aklının ruh dünyasındaki boşluğun bir tepkisi olarak ele almalıdır. İslam düşüncesinin tenzih mekanizmasının kuru işletilmesi ile teşbihin tamamen terk edildiği soğuk zahiri etki altında bu bizim için daha anlaşılırdır. Zira ‘teşbih’ anlatımın, ‘tenzih’ şeriatın temelidir. ‘Anlam’ı kalmamış ‘zahir’in Yahudilik, ‘zahir’i boşalmış bir ‘anlam’ın Hıristiyanlık eğilimleri olduğunu göz önüne alırsak; İslam’ın denge dilini daha iyi kavrayacağız demektir.

Garaudy’nin bu konudaki söylemleri, cemiyet uygulamaları değil Batı’ya karşı bir hitabet özelliği taşır ve kullandığı sembolizm ve bunların teşbihi nedeni ile onu yargılamak problemlidir.

“’Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir’ ayetini okuduğumuzda, Allah’ın ellerinin olduğunu mu anlayacağız? Yoksa O’nun Rahman ve Rahim olduğunu mu, O’nu affeden ve seven bir elin sıcaklığı gibi mi, bizi doğru yola götüren elin emniyeti gibi mi hissedeceğiz?

‘Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız’ ayetini okuyunca, O’nu mekâna mı yerleştireceğiz? Yoksa O’nu her şeyin içinde ve sanki biz sadece O’nun ocağındaki bir hizmetçi olarak bizzat merkezimizde mi hissedeceğiz?”

Bu soruları soran bir düşünür olarak Garaudy, herhalde ‘vahdet’i vücut’çu ya da ‘hermetik/ilham’a dayalı bilgi epistemolojisi takipçisi’ olarak tanımlanamaz. 

Garaudy, ‘entegrizm’den kaçarken ‘eklektizm’e savrulmuş mudur? Ya da bunu murat etmediğini okuyabildiğimiz Garaudy’nin, takipçileri ne kadar sapmışlardır? Konumuz şimdilik bu değil.

Allah’ın elçilerinin bile vahyin yardımı olmadan başa çıkamayacağı bir paradigma dönüşümünü, tek başına kişilerden beklemek yanıltıcıdır. Doğrusu ile yanlışı ile Garaudy, kişilik yapısı ile ‘cahili bir batı kültür atmosferi’nden İslam’a yönelen (ama geleneksel cahili İslam’a değil), safını düzgün belirleyen, statik değil dinamik düşünen Müslüman bir mütefekkirdir. Batı düşüncesini temellerine kadar bilen ama İslam coğrafyasının da temellerinden nasıl koptuğunun farkında olan, arayışında cesur, tahlilci ve bu oranda da hata yapmaktan da korkmayan bir mütefekkir…

Biz onu böyle bildik, Allah’ın rahmeti üzerine olsun.


[email protected]

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum