Fransızlaşma Riski
Yaklaşık on gün önce Fransa’da meydana gelen ve 130 kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylarla ilgili birçok şey yazılıp çizildi. Muhtemelen burada okuyacaklarınız da bir yerlerde yazıldı ama önemine binaen altının çizilmesi gereken birkaç hususu tekrardan belirtmenin herhangi bir maruzatının olmayacağı kanısındayım.
Altının çizilmesi gereken ilk konu herhalde üslup olmalıdır. Bu gibi olayların hemen ardından Müslümanlara düşman olanların üslupları olabildiğince rezil bir hal alırken, Müslümanların üslubu Firavun’a yumuşak sözle giden Hz Musa’nın üslubu gibi olmak zorundadır. Bununla beraber rezil bir üsluba sahip olanlarla tartışma içerisine girmenin pek bir faydası yoktur. Düşmana bile yumuşak sözle gitmesi emredilen Müslümanlar, kendi içlerindeki üsluplarına daha fazla dikkat etmelidirler. Bu üslubun kardeşlerini zan altında bırakan ve otoriter bir edadan uzak olması gerekir.
Üslupla beraber en can sıkıcı durum ise herhangi bir şekilde Müslümanlardan yana taraf olmanın, IŞİD/DAEŞ yaftalaması ile sonuçlanmasıdır. İslam düşmanlarının bu şekilde yaftalamasını makul karşılamamakla beraber, doğal karşılamak gerektiğini söylemek gerekir. Çünkü batılı zihinler başından beri İslam’ı “terörizm” ile eşdeğer hala getirmek için ellerinden geleni yapmış ve bugün onun meyvelerini toplamanın keyfini çıkarmaktalar. Bu sebeple onların zihinlerinde bizlerin/Müslümanların yeri “terörist” olarak çoktan belirlenmişti. Can sıkıcı olan ise artık bunun bazı Müslümanların hal ve hareketlerinde de kendini göstermesidir. Bu tarz kardeşlerimizin yanında IŞİD’e lanet etmeden konuşamaz hale geldik. Muhtemelen bu kardeşlerimiz, bulundukları ortamların verdiği sıkıntılardan dolayı bu şekilde bir refleks içerisine giriyorlar. Fakat bu refleksi Müslümanlarla ilişkilerinde de ön planda tutmaları, ilişkilere zarar vermekten başka bir işe yaramayacağı unutulmamalıdır. Bu sebeple herhangi bir Müslüman IŞİD’e lanet getirmeden de tüm ortamlarda konuşabilmelidir. Zaten müsaade edilirse konuşma içerisinde IŞİD’den beri olduğuna dair emareler açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Yine yıllarca Kürt sorunuyla ilgili olarak “önce devletin zulümleri konuşulsun” diyen Müslümanların, bugün “önce batının zulümleri konuşulsun” diyenleri görmezden gelmeleri hakkaniyetli tavır değildir.
Bir diğer nokta ise her saldırı sonrası, saldırıya uğrayanların masumluğunu kanıtlamak amacıyla “Onlara tebliğ ulaştı mı? yeterince tebliğ ettik mi?” gibi soruların sorulmasıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; tebliğ ulaşmış olsa bile bu şekilde bir ölümü hak etmezler. Fakat sorunun daha gür bir ses ile tersinden de sorulması gerekmez mi? Fransızlar veya öldürülen diğer insanlara tebliğ yapılmadığının üzerinde durulurken, IŞİD ve benzeri yapılanmalara katılanlara yeterince tebliğ yapılıp yapılmadığı neden sorgulanmaz? Yine IŞİD’e katılanlara tebliğin zor ama batılılara veya batılı zihinlere sahip bireylere tebliğin daha kolay olduğu gibi bir yaklaşım söz konusu olabilir mi?
İşin doğrusu ise bunun tam tersini yapmamızın daha kolay olmasıdır. Çevremizde kafası allak bullak olmuş yüzlerce, belki de binlerce fedakâr Müslüman, mazlum, mustazaf insanlar var. Burada baştaki üslup konusundan dolayı kaçırdığımız, ilgilenemediğimiz, bizlerden uzaklaşan Müslümanların olduğunu unutmamalıyız. Bunlar kim ne derse desin bizim evlatlarımız. Evlatlarımız ile yeterince ilgilenemiyorsak bunu bir sorun olarak görmeli ve bu minvalde tedbirler almaya gayret etmeliyiz. Tebliğe esas açık olan kesimin bir şekilde Kur’an ile tanışmış bu tarz Müslümanların olduğunu da unutmamamız gerekir.
Bir diğer nokta ise her saldırı sonrası, daha önce gerçekleşmiş olan tüm saldırıları aynı kefeye koyarak değerlendirme zaafıdır. Bunlardan özellikle Charlie Hebdo hadisesi sonrasında meydana gelen olayların bazı Müslümanlar tarafından aynı kefede değerlendirildiğine şahit olmaktayız. Bir tarafta Peygamber’e hakaret edenler, diğer tarafta hiçbir şeyden haberi olmayan “siviller”. Defalarca uyarılmalarına rağmen, onlarca yüzlerce tepkilere rağmen Peygamber’e ve İslam’a hakarete devam edenlere ne yapılması gerektiği konusunda da net bir fikir beyan etmeyen bu kardeşlerimiz, Müslümanlara reva görülen zilleti de fark etmeden kabul ettiklerinin farkında olmalıdırlar. İslam’a ve Hz Peygamber’e hakaretin cezası muhakkak olması gerektiği konusunda herhangi bir ihtilaf olacağını düşünmüyoruz fakat bu ceza için de bütün Müslümanlara tek tek danışma imkanının söz konusu olmadığı da aşikardır. Nasılki bugün Suriye’de yaşananlara, orada yaşayan Müslüman kardeşlerimiz karar verirler ve bizde onları destekleriz diyorsak, bu gibi olaylarda da aynı tavrı ortaya koymak gerekir kanısındayım.
Sonuç itibari ile bizler adaleti ayakta tutmaya çalışan Müslümanlardan olma iddiasında isek Fransızlaşma riskini göz ardı etmemeliyiz; söylemimizi İslam’ın izzetini ayaklar altına alanların söyleminden temizlemeli, özellikle kendi evlatlarımızı merkeze alan tebliğ dilimizi tekrardan üretmeliyiz. Bu dil ile evlatlarımızın saf duygularla İŞİD ve benzeri yapılara kaymalarını önleyebiliriz.
YAZIYA YORUM KAT