Fransız yeni sömürgeciliğinin Afrika’daki bir aracı: CFA Frank Bölgesi
Ndongo Samba Sylla, Fransa'nın siyasi olarak çekildiği bölgeleri ekonomik olarak nasıl kendisine bağladığını inceliyor.
Ndongo Samba Sylla / İlke Analiz
Fransız yeni sömürgeciliğinin Afrika’daki bir aracı: CFA Frank Bölgesi
François Mitterrand, Fransa’nın Afrika’daki kontrolünü sürdürmediği takdirde yirmi birinci yüzyıl tarihiyle ilgisinin kalmayacağı uyarısında bulunmuştu. Bunu yapmak için kullandığı araç, bağımsızlıktan elli yıldan fazla bir süre sonra Fransız egemenliğini sağlamlaştıran bir sömürge para birimi olan CFA Frangı’dır.
On dört ülke tarafından kullanılan ancak ekonomik olarak Fransa’ya bağlı olan CFA frangı, Afrika kıtasındaki son sömürge para birimidir. Yaklaşık 187 milyon kişi tarafından kullanılmasına rağmen Fransız ve uluslararası medya tarafından uzun süre kirli bir sır olarak kabul edilmiştir. Ancak pan-Afrikanist hareketler ve entelektüeller tarafından beş yıldır sürdürülen eylemler sayesinde yeniden manşetlere taşındı.
CFA frangını çevreleyen tartışmalar, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Fildişi Sahilli mevkidaşı Alassane Ouattara’nın açıklamalarının ardından Aralık ayı sonlarında özellikle odak noktası haline geldi. Macron ve Ouattara’nın şimdi “eco” olarak yeniden adlandırılacak olan para biriminde “reform” yapma vaatleri ana akım medya kuruluşları tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. Bir Wall Street Journal köşe yazarının ifadesiyle “CFA Frangı’na elveda” diyerek para biriminin ölümünü ilan etmekte gecikmediler.
Ancak bu olaya daha yakından bakıldığında, bu tür muzaffer tepkilerin aşırı aceleci olduğu, daha doğrusu düpedüz yanıltıcı olduğu görülmektedir. Fransızca konuşulan dünyanın dışında pek tanınmasa da CFA frangının tarihi, aslında oldukça farklı bir gerçekliği ve uzun süredir Fransız neokolonyalizminin bir aracı olarak kullanılmaya devam edildiğini göstermektedir.
CFA Frangından, İki CFA Frangına
CFA frangının kökenleri İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanmaktadır. Savaş sonrası koşullar metropol Fransa’da kullanılan frangın devalüe edilmesini gerektiriyordu, ancak savaşın farklı Fransız yönetimindeki bölgelerde eşit olmayan etkileri olduğu göz önüne alındığında, tüm sömürge imparatorluğunda aynı devalüasyonun mu yapılması gerektiği -böylece tek bir imparatorluk için tek bir para biriminin korunması- yoksa çeşitli devalüasyonların mı yapılması gerektiği sorusu gündeme geldi.
Fransız Maliye Bakanlığı bu ikinci hareket tarzını gizlice tercih etti ve sonuçta 26 Aralık 1945’te Afrika’daki Fransız Kolonileri Frangı (FCFA) resmen yaratıldı. Yeni para birimi inanılmaz bir sabit parite ile geldi. 1 CFA frangı 1.7 metropolitan frank değerinde olacaktı. 1948’de bu oran daha da yukarı doğru revize edildi ve 1 CFA frangı artık 2 metropol frankına sabitti! Buna karşılık, makul bir şekilde beklenebileceği gibi, Afrika’daki İngiliz sömürgeleri İngiliz sterlininden daha düşük bir döviz kuru değerine sahipti. Dolayısıyla CFA frangı en başından beri aşırı değerliydi, bu da ihracat ve iç rekabetçiliğinin düşmesine yol açtı. Bu durum, birincil malları üretip ihraç eden ve neredeyse diğer her şeyi ithal eden ekonomilerin iki özelliğine tekabül ediyordu.
Ortaya çıktığı günden itibaren CFA frangı, Fransa’nın Sahra altı sömürgelerinin, uluslararası rekabetle yüzleşmek için gerekli canlılıktan yoksun bir metropol ekonomisinin yeniden inşasına yardımcı olmasını sağlamak için tasarlanmış ekonomik mekanizmanın ayrılmaz bir parçasıydı. Aynı zamanda metropol Fransız ekonomisinin, kendi para birimiyle dünya piyasasının altında fiyatlarla satın alabileceği hammadde kaynaklarına erişmesi gerekiyordu.
Eski sömürgeler bağımsızlıklarını kazandıkça, Afrika çevresindeki sömürge para birimi blokları -sterlin bölgesi, (İspanyol) peseta bölgesi, Belçika para birimi bölgesi, (Portekiz) escudo bölgesi ve benzerleri- kademeli olarak yok olmaya başladı. Yeni bağımsızlığını kazanan devletler, uluslararası alanda tanınan egemen devletler seviyesine yükselmelerinin bir sembolü olarak kendi ulusal para birimlerini çıkarmayı tercih ettiler.
Buradaki istisnalar, frank bölgesinde toplanan Sahra altı ülkeleriydi. Gerçekten de Fransa bu ülkelere bağımsızlıklarını, çoğu Fransa’da eğitim görmüş olan Afrikalı siyasi liderlerin gelecekteki ilişkileri düzenleyen “işbirliği anlaşmaları” imzalamaları koşuluyla tanımıştı.
Hammaddeden dış ticarete, para biriminden diplomasiye, silahlı kuvvetlere, yüksek öğrenime ve sivil havacılığa kadar uzanan alanları kapsayan bu anlaşmalar Fransız egemenliğini sağlamlaştırmayı ve bağımsızlık vaadinin içini boşaltmayı amaçlıyordu. Temmuz 1960’ta Fransa Başbakanı Michel Debré Gabonlu mevkidaşı Léon Mba’ya şöyle yazdı:
“Bağımsızlığı, bağımsız devletin işbirliği anlaşmalarına saygı göstermesi koşuluyla veriyoruz… Biri olmadan diğeri olmaz.”
Para birimi söz konusu olduğunda, bu “işbirliği” yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin CFA frangını muhafaza etmeleri gerektiği anlamına geliyordu.
Sendikacı Sekou Toure’nin liderliğindeki Gine, bu oyunun kurallarını reddetti. 1958’de bağımsızlığını kazandıktan sonra 1960’ta frank bölgesinden çıktı. Buna misilleme olarak Fransız gizli servisleri ekonomiyi sahte banknotlarla doldurdu. Kendi ifadelerine göre, bu sabotaj Gine ekonomisini bozmada oldukça başarılı oldu. Sylvanus Olympio yönetimindeki Togo da frank bölgesinden kurtulmaya çalıştı. London School of Economics mezunu olan Sylvanus Olympio, 12 Aralık 1962’de ulusal merkez bankası kurduktan sonra, 13 Ocak 1963’te, Fransa’da eğitim gören Togolu askerler tarafından öldürüldü. Togo’nun ulusal para birimi hiçbir zaman ortaya çıkmayı başaramadı.
Fransız hükümetinin uyguladığı şiddetli siyasi baskıya rağmen Mali (1962-67), Madagaskar (1972) ve Moritanya (1972) da frank bölgesinden çıktı.
1970’lerin ortalarında Orta Afrika Devletleri Bankası (BEAC) ve Batı Afrika Devletleri Merkez Bankası’nın (BCEAO) merkezleri sırasıyla Yaoundé ve Dakar’a nakledildi. Başlangıçta yüzde yüz Fransız olan personel, daha sonra banknotlar ve madeni paralar gibi “Afrikalılaştırıldı”.
Bugün “FCFA” kısaltması aslında birbiriyle doğrudan dönüştürülebilir olmayan iki para birimini ifade etmektedir. Hem BCEAO tarafından Batı Afrika Ekonomik ve Parasal Birliği (WAEMU) üye ülkeleri (Benin, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Senegal, Togo ve 1997’de katılan eski Portekiz kolonisi Gine-Bissau) için çıkarılan frangı hem de BEAC tarafından çıkarılan frangı kullanan ayrı ekonomik ve para topluluğunu (Kamerun, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Kongo ve gruba 1985’te katılan eski İspanyol kolonisi Ekvator Ginesi’ni kapsayan) ifade eder.
Bu on dört ülke ve Komor Adaları (kendi merkez bankası tarafından ihraç edilen ve Euro’ya sabitlenmesi için farklı bir parite oranına sahip kendi frangını kullanan) “Frank bölgesinin Afrika ülkeleri” olarak bilinen bir kümeyi oluşturmaktadır. Para birimleri aynı işleyiş kurallarına tabidir; eğer CFA frangı bir zamanlar ince bir şekilde gizlenmiş Fransız frangıysa, bugün benzer şekilde gizlenmiş bir euro olarak kabul edilebilir.
Bir sömürge mekanizması
CFA frangı sistemi, başlangıcından bu yana dört ilke üzerine kurulmuştur. Bunlardan ilki CFA frangı ile Fransız para birimi (Fransız frangı ve 1999’dan itibaren euro) arasındaki sabit paritedir. İkincisi, frank bölgesi içinde sermaye ve gelir transferi özgürlüğüdür. Üçüncüsü, CFA frangının sabit bir oranda konvertibilitesinin garanti edilmesi, yani Fransız Hazinesi’nin BCEAO ve BEAC’ye yeterli döviz rezervleri kalmadığında istenilen miktarda Fransız para birimi borç verme sözüdür.
Ancak bu “garantinin” bir karşılığı olarak Fransa, BCEAO ve BEAC organlarında; kurullarında, para politikası komitelerinde ve kontrol organlarında; zaman içinde zımni hale gelen yasal bir veto hakkı ile temsil edilmektedir.
Bunun diğer bir karşılığı ise bu iki merkez bankasının döviz rezervlerinin bir kısmını Fransız Hazinesi’ne yatırmak zorunda olmalarıdır. Bağımsızlığın ardından, %100 olan zorunlu mevduat kotası 1973’te %65’e ve 2005’te %50’ye düşürüldü.
Dördüncü ilkenin amacı ise aslında döviz rezervlerinin Fransız Hazinesi’nin elinde merkezileştirilmesidir. Bu da Fransız Hazinesi’nin CFA Frangı kullanan ülkelerin döviz bürosu olduğu anlamına gelmektedir. CFA frangından diğer para birimlerine yapılan tüm dönüştürme işlemleri Fransız Hazinesi’nden geçmek zorundadır. Ayrıca Banque de France’ın BCEAO’nun parasal altın stokunun %85’ini elinde bulundurduğunun da altını çizmek gerekir.
Fransa yetmiş yılı aşkın bir süredir frank bölgesini korumaya kararlıysa, bunun nedeni fayda sağlamasıdır. Bu durum, Fransız Sosyo-Ekonomik Konseyi tarafından 1970 yılında hazırlanan ve “Fransa için tartışılmaz avantajları” sıralayan bir raporda açıkça kabul edilmiştir. İlk olarak, Fransa frank bölgesi ülkelerinden yaptığı ithalatı kendi para birimiyle ödeyebiliyordu. Bu sayede döviz tasarrufu yapabiliyor ve kendi döviz kurunu koruyabiliyordu. Bu, doların uluslararası ticarette ana para birimi olduğu ve Fransız frangının zayıf ve istikrarsız olduğu bir dünyada oldukça önemlidir.
Bölgede faaliyet gösteren Fransız şirketleri ayrıca büyük ve istikrarlı ticaret kanallarından faydalanmaktadır. Buna ek olarak, Fransız ekonomisi frank bölgesi ülkelerine karşı ticaret fazlasından yararlanmakta ve bu da kendisine bazen Fransa’nın borçlarını ödemek için kullanılan göz ardı edilemeyecek miktarda döviz rezervi sağlamaktadır. Ayrıca Fransız şirketleri, serbest transfer politikası ve bölgenin döviz ve para politikasını Fransa’nın belirlemesi sayesinde, gelirlerini ve sermayelerini herhangi bir döviz riski olmadan ülkelerine geri gönderme özgürlüğüne sahiptir.
Son olarak, CFA frangı sayesinde Fransa, kendi ekonomik çıkarlarına hizmet eden siyasi bir kontrol sistemine sahiptir. Sözde konvertibilite “garantisi” nadiren hayata geçirildiği için bunun Fransa’ya hiçbir maliyeti de yoktur. Gerçekten de Fransız Hazinesi, Afrika döviz rezervleri için sık sık reel negatif faiz oranları teklif etmiştir, bu da BCEAO ve BEAC’ın para kaybetmesine -sanki döviz rezervlerini tutmak için Fransız Hazinesi’ne ödeme yapmışlar gibi- yol açmıştır. Afrika ülkelerinin dış ödeme sorunları yaşadığı birkaç durumda da Fransa IMF müdahalesine başvurmuş ya da 1994’te olduğu gibi IMF ile birlikte para biriminin devalüasyonunu talep etmiştir.
Ancak CFA frangının faydaları sadece Fransa’ya değil, ithalatçılara ve ithal lükslere olan iştahlarıyla değerli bir döviz kurunu tercih eden Afrikalı üst sınıflara da uzanıyor. Afrikalı siyasi liderler için CFA frangı, nasıl elde edilmiş olursa olsun, mali kaynakların transferini kolaylaştıran bir mekanizmadır. Ve bu konuda sessiz kaldıkları sürece, zor zamanlarda siyasi muhaliflere ve kendi halklarına karşı Fransız hükümetinin desteğine sahip oldular. Bu durum özellikle de başkanlarının çoğu otuz yılı aşkın süredir iktidarda olan Orta Afrika ülkeleri için geçerlidir.
Azgelişmişlik için bir reçete
Tüm bu durum, Afrika ekonomileri üzerinde ciddi etkilere sebep olmuştur. Frank bölgesi üyeliği, çok düşük bölgesel ticaret seviyeleriyle -tüm Afrika frank bölgesi için ortalama %10 ve Orta Afrika bileşeni için %5- ve ekonomik durgunluk ve hatta gerileme ile eş anlamlıdır. En büyük frank bölgesi ülkesi olan Fildişi Sahili’nin kişi başına düşen reel gayrisafi yurtiçi hasılası (GSYİH) 2016 yılında 1978’deki zirve noktasının üçte biri kadardı. Batı Afrika’nın ikinci en büyük frank bölgesi ülkesi Senegal’in kişi başına düşen reel GSYİH’si 2016 yılında 1960 yılındaki seviyesiyle aynı büyüklükteydi. Bu arada, frank bölgesinin en büyük üç Orta Afrika ekonomisi olan Kamerun, Kongo ve Gabon, sırasıyla 1986, 1984 ve 1976 yıllarında ulaştıkları en yüksek kişi başı reel GSYİH seviyelerine hala ulaşamamıştır.
Uzun vadeli bir bakış açısından bakarsak, Batı Afrika frank bölgesinde son on yılda gözlemlenen yüksek büyüme seviyelerinin “kayıp on yılları” “telafi etmeye” atfedilmesi gerektiğini görüyoruz. Frank bölgesi dışındaki bazı ülkelerde de görülen bu zayıf ekonomik performansı açıklayan tek faktörün CFA frangı olmadığı açıktır. Ancak sömürge tipi bir dışavurum mekanizması olarak bu kötü gidişi körüklediğine şüphe yok.
Öncelikle bunun nedeni, katı bir şekilde sabitlenmiş paritenin, kriz dönemlerinde “iç devalüasyon” dışı bir ayarlama mekanizmasının yokluğuna işaret etmesidir. Bu da şu anda Orta Afrika frangı bölgesinde uygulanmakta olan sert kemer sıkma politikaları anlamına gelmektedir: hane halkı ve işçilerden daha yüksek vergiler; sağlık, eğitim, tarım gibi kilit sektörlerde daha az kamu harcaması; banka kredilerinde artan faiz oranları, özel sektör şirketlerinin iflaslarını takiben kitlesel işten çıkarmalar ve kamu sektöründe küçülme… Kriz dönemlerinde Fransa ve IMF, frank bölgesi ülkelerinin ödemeler dengesini sağlayabilmesi için genellikle toplam talebi azaltmaya yönelik politikalar izler.
İkinci olarak, CFA frangı doğuşundan bu yana ülkelere göre değişen kronik aşırı değerlenmeden muzdarip olmuştur. Frangın 1999’da yerini alan Avro’ya sabitlenmesi, onu kullanan ülkelerin fiyat-rekabetçilik sorunlarını daha da ağırlaştırmıştır.
Gerçekten de, frank bölgesi ülkelerinin para ve döviz kuru politikası için belirlenen hedef -yani Fransız para birimi ile pariteyi her ne pahasına olursa olsun korumak- ekonomilerini finanse etme olanaklarının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Son olarak, sermaye hareketlerinin serbestliği, yerel ekonomik fazlalıkların doğrudan ihraç edilmesini kolaylaştırmaktadır.
CFA frangı sistemiyle ilgili tüm bu handikaplar, Mali’nin bağımsızlık sonrası ilk başkanı Modibo Keita gibi Afrikalı siyasi liderler ve Fransız-Mısırlı Samir Amin (Imperialism and Unequal Development kitabının yazarı), Senegalli Mamadou Diarra ve Kamerunlu Joseph Tchundjang Pouemi gibi ekonomistler tarafından çok erken bir dönemde dile getirilmiştir. Ancak genellikle sadık Afrikalı devlet başkanlarının müttefiki olan Fransa, Afrika’nın parasal bağımsızlık taleplerini hiçbir zaman dikkate almak istemedi. Aksine, oyunu değiştirmek için Afrika ve diasporadaki pan-Afrikanist hareketlerin, entelektüellerin ve ekonomistlerin sürekli seferber olması gerekti.
“Sihirbaz” Macron
Kasım 2017’de Burkina Faso’nun Ougadougou kentinde konuşan Emmanuel Macron, CFA frangının Fransa için bir “mesele olmadığını” savunmasına rağmen son zamanlarda bu söylemini gözden geçirmekte. 21 Aralık’ta Fildişi Sahili’nin Abidjan kentinde, 2011 yılında rakibi Laurent Gbagbo’nun askeri güçle devrilmesine yardımcı olan Fransız hükümetinin desteğiyle iktidara gelen ülkenin Cumhurbaşkanı Alassane Ouattara ile birlikteydi. Bu buluşmada, Batı Afrika CFA frangı ile ilgili üç reform açıklandı: BCEAO’daki Fransız varlığının sona ermesi, döviz rezervlerinin yarısını Fransız Hazinesine yatırma yükümlülüğünün sona ermesi ve CFA frangının adının eco olarak değiştirilmesi.
Eski BCEAO valisi Philippe Henri Dacoury-Tabley, Macron ve Outtara tarafından açıklanan reformlara bir “el çabukluğu” demekte haksız değil. CFA sisteminin dört ilkesi arasında bu reformlardan etkilenen tek kısım döviz rezervlerinin merkezi kontrolüdür. Ancak asıl mesele bu değil.
Kendisini WAEMU’ya bağlayan parasal işbirliği anlaşmasının yenilenmesi sayesinde Fransa, bu resmi parasal teslimiyet bağının sürdürülmesini sağlamıştır. Hem Fransa’nın “garantör” rolü hem de CFA frangının avro ile sabit paritesi devam edecektir.
Fransız yetkililerin geri çekilmesi ve Afrika ülkelerinin döviz rezervlerini Fransız Hazinesine yatırmasının sona ermesiyle ilgili zafer ilanına rağmen, gerçek daha nüanslı. Financial Times bu reformları bir “devrim” olarak nitelendirirken, Fransa’nın BCEAO’da “bağımsız” bir temsilci atayacağını ve bu kişi aracılığıyla döviz rezervlerinin günlük yönetimini kontrol edeceğini belirtiyor.
O halde bu sembolik reformlar BCEAO’nun para ve döviz kuru politikasını önemli ölçüde değiştirmemektedir. Aksine, CFA frangını en açık sömürgeci sembolizminden arındırma mantığına uymaktadırlar. BCEAO organlarında Fransız temsili, Afrika döviz rezervlerinin Fransız Hazinesi’ne yatırılması ve “frank” adının varlığını sürdürmesinin yanı sıra Fransa’da CFA frangı madeni para ve banknot üretimi, genel olarak Afrika kamuoyu ve pan-Afrikanist hareketler tarafından şiddetle karşı çıkılan meselelerdir.
Eco’nun Kaçırılması
Macron ve Outtara, CFA frankını eco olarak yeniden adlandırmayı seçerek, Fransız ve uluslararası basında şimdiye kadar görülen netsizlikle beraber kafa karışıklığı yaratmayı başardılar.
Ancak bu hareket aynı zamanda daha geniş bir resmin parçası. Haziran 2019’da sekiz CFA frangı ülkesini ve kendi para birimlerine sahip diğer yedi ülkeyi bir araya getiren Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), 1980’lerin ortalarına kadar uzanan bir projeyle, planlanan tek para biriminin adı olarak eco’yu (ECOWAS’ın kısaltması) seçti. ECOWAS, gelecekteki tek bölgesel para birimini; ABD doları, avro ve diğer büyük para birimleri de dahil olmak üzere bir yabancı para birimi kümesine sabitlemeye karar verdi.
Gelecekteki eco bölgeye katılmak için her ülke çeşitli giriş kriterlerini (nominal yakınsama) yerine getirmek zorundadır: GSYİH’nin yüzde 3’ünün altında bir kamu açığı, GSYİH’nin yüzde 70’inin altında bir kamu borç oranı, yüzde 10’un altında bir enflasyon oranı, vb. Bu kriterler, çoğunluğu neoklasik ekonomist olan ECOWAS uzmanlarına ne yazık ki ana ilham kaynağı olan Avro bölgesinden kopyalanmıştır.
Sorun şu ki, Togo haricinde Batı Afrika’da CFA frangı kullanan ülkeler ECOWAS yakınsama kriterlerini karşılamıyor. Gelecek yıla kadar da karşılayacakları pek kesin değil. Öyleyse neden CFA frangının adı eco olarak değiştirildi? Bazı analistlere göre Macron ve Outtara, ECOWAS parasal entegrasyon projesine kısa devre yaptırmak ve özellikle Nijerya’yı izole etmek için ecoyu “kaçırdılar”. Afrika’nın en büyük ekonomik ve demografik gücü olan Nijerya, ECOWAS’ın GSYİH’sinin üçte ikisinden fazlasını ve nüfusunun en az yarısını temsil ediyor.
Fransa, şu anda sadece sekiz Batı Afrika CFA frangı ülkesini bir araya getiren Batı Afrika Ekonomik ve Parasal Birliği’ni bölgedeki diğer ülkeler ile genişletme arzusunu hiçbir zaman gizlemedi. Ancak bunun istisnası, Fransa’nın ya da Avrupa para otoritelerinin sözde “garantisinden” faydalanamayacak kadar büyük olan Nijerya’dır. Eski Fransa Ekonomi Bakanı ve IMF direktörü Dominique Strauss Kahn, 2018 tarihli bir raporda bu yönde bir öneride bulunmuştur. Benzer bir bakış açısı, bir başka eski Fransız Ekonomi Bakanı Hervé Gaymard tarafından koordine edilen yakın tarihli bir raporda da yer almaktadır.
Liberal Macron ne derse desin Fransa, ekonomik çıkarlarını korumak için elinde askeri müdahale dışında kalan son araç olan para birimi hakimiyetinden vazgeçmeye hazır değil. Fildişi Sahili ve Senegal’in koşulsuz desteği sayesinde Nijerya’yı karşısına almayı ve bölgesel parasal entegrasyon sürecini kendi lehine çevirmeyi umuyor.
Gerçekten de Fransız elitleri, kendi ülkeleri için Afrika’nın devam eden bağımlılığı dışında bir gelecek düşünememektedir. Daha 1957’de geleceğin sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterrand “Afrika olmadan Fransa’nın yirmi birinci yüzyılda bir tarihi olmayacak.” demişti. Bu bakış açısı Fransız dış politikasına rehberlik etmeye devam etti: 2013 gibi yakın bir tarihte Fransız Senatosu “Afrika Geleceğimizdir” başlıklı bir raporda aynı kanaatleri dile getirdi.
Bugün Fransa, uzun zamandır kendi özel koruması olarak gördüğü bir bölgede göreceli ekonomik gerilemeyle karşı karşıya. Çin gibi diğer güçlerin yükselişiyle karşı karşıya kalsa bile Fransa’nın hakimiyetinden vazgeçmeye niyeti yok, sonuna kadar savaşacak. Ancak ne mutlu ki bu durum onu, Avrupa sömürgeciliğinin hem geleneksel hem de çağdaş biçimlerini sona erdirmeye çalışan pan-Afrikanist gençlik harektleri ile karşı karşıya gtirecektir.
***
Jacobin‘de 1 Haziran 2020’de yayınlanan “The Franc Zone, a Tool of French Neocolonialism in Africa” başlıklı yazı İLKE Analiz okurları için Elif Feyza Dinç tarafından tercüme edildi.
HABERE YORUM KAT