''Fransız İslamı'' dayatmacısı Macron'a Meryem Petronin sillesi
Taha Kılınç yazısında, Mali'de esir olmuş Sophie Petronin'in Müslüman olarak ülkesine gelmesiyle beraber yaşanan gelişmeleri yorumluyor.
Yeni Şafak / Taha Kılınç
Sophie’den Meryem’e
Batı Afrika ülkelerinden Mali’nin kuzeydoğusundaki Gao bölgesinde insanî yardım çalışmaları yürütürken, 2016’nın aralık ayında “İslâmî Mağrib El Kaide’si” adlı örgüt tarafından kaçırılan Fransız gönüllü Sophie Petronin (75), serbest bırakılarak ülkesine döndü. Petronin’i taşıyan uçak, Paris yakınlarındaki Villacoublay Havaalanı’na inerken, onu karşılayanlar arasında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da bulunuyordu. Kendisini bekleyen gazetecileri sevinçle selamlayan ve yaşına göre oldukça enerjik bir görüntü sergileyen Petronin, başında beyaz bir örtü de taşıyordu. Afrika ülkelerinde, “yerel geleneklere saygı için” yabancıların örtünmesi olağandı. Ancak, Paris’te hâlâ örtülü olmak… Neyin nesiydi acaba? Herkesin aklına gelen bu soruyu, Petronin gülümseyerek cevapladı: “Siz bana Sophie diyorsunuz… Ancak şu anda karşınızda ‘Meryem’ duruyor!” Petronin böylece, İslâm’ı seçmiş olduğunu bütün dünyaya deklare ediyordu.
Anlattığına göre: Meryem Petronin, kaçırıldıktan sonra, rehine olarak tutulduğu yerde son derece iyi bir muamele ile karşılaşmış. Günlük ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmasının yanı sıra, düzenli radyo dinlemesine, dünya ile iletişimine ve oğlundan gelen mesajlara erişimine de müsaade edilmiş. Dört yıllık esaret süresini bir tür inzivaya ve terapiye dönüştürdüğünü belirten Petronin, “Çok dua ettim, çünkü çok vaktim vardı. Esaret benim için, manevî bir sükûnet oldu” dedi. İsviçre’ye gittikten sonra yeniden Mali’ye dönmek istediğini belirten Petronin, oradaki yetim ve muhtaç çocuklara yardımı sürdüreceğini vurguladı.
Meryem Petronin, yaşadığı tecrübeyi böyle aktarırken, daha geçen haftalarda “İslâm, dünyanın her yerinde kriz yaşayan bir dindir” yorumuyla gündeme gelen ve “Fransız İslâm’ı” adlı kerameti kendinden menkul bir projeyi ülkesinde dayatmaya soyunan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un psikolojisini tahmin edebilirsiniz. Serbest bırakılması için 4 yıldır mücadele verilen bir Fransız vatandaşının, gayet mutlu bir şekilde, “Ben Müslüman oldum!” diyerek ülkesine dönmesi, Macron’un suratına atılmış okkalı bir tokat yerine geçti.
Geçtiğimiz mayıs ayında, 2018’de Kenya’da kaçırılan İtalyan vatandaşı Silvia Romano da, tıpkı Meryem Petronin gibi, Müslüman olarak ülkesine dönmüştü. “Ayşe” (Aisha) adını alan Silvia, hem kaçırıldığında hem de İslâm’ı seçtiği ortaya çıktığında, ülkesindeki faşistlerin ve İslâm düşmanlarının taarruzuna uğradı. Kenya’ya giderken kendisine “Dikkat çekmeye çalışıyor. İnsanî yardımı Milan’daki fakirlere yapsın” diye sataştılar; döndüğünde de, “Elimizle bir Müslümanı kurtarıp tepemize çıkardık, İslâm’ın reklamını yaptık” dediler.
Meryem Petronin ve Ayşe Silvia Romano örnekleri, akla elbette şu soruyu getiriyor: “Kendilerini kaçıran örgütlerin ideolojisi ‘Selefîlik’ olduğuna göre, onlar da İslâm’ın Selefî yorumunu mu benimsediler?” Gerek muhtedîlerin kendi açıklamaları ve hayat çizgileri, gerekse istatistik verileri, bu soruya “Hayır” cevabını vermemizi gerektiriyor. Selefî örgütler, “Birini daha kazandık” diye bakıp her ihtidâ hadisesini reklama çevirmeye çalışsalar da, aslında Avrupalı muhtedîlerin kâhir ekseriyetinin İslâm anlayışı, Selefîliğin dar ve katı kalıplarına sığmayacak bir genişlik ve ufuk taşıyor. Hatta, Hıristiyanlık (ve diğer bütün dinler) içindeki mezhep çatışmalarından zaten yaka silktiklerinden dolayı, Müslüman bünye içindeki kamplaşmalara da karışmamaya ve kendi yollarını çizmeye bakıyorlar. Bunun sayısız örneği var.
Tam bu noktada, İslâm’a Şiîlik kanalıyla giren muhtedîlerin de genel yekûn içinde nadiratı teşkil ettiğini hatırlayalım. Müslüman dünyadaki Sünnî-Şiî ayrımını Hıristiyanlıktaki Katolik-Ortodoks ayrışmasına benzetip, Müslümanlar içinde azınlığı oluşturan Şiîliğe geçmeyi İslâm’ın kapsayıcılığıyla ve evrenselliğiyle bağdaştıramayan muhtedîlerin sayısı pek fazla. Ve elbette, Şia’nın günümüzde daha çok Sünnî Müslüman kitleyi Şiîleştirme hedefine odaklanması ve “tebliğ”i içeri yönlendirmesi de, bu durumun sebeplerinden.
Müslüman dünyanın muzdarip olduğu bütün siyasî, sosyal ve fikrî problemlere rağmen, İslâm, insanlığın ilgisini çekmeyi sürdürüyor. Düşmanları, İslâm’a saldırırken bile, aslında onu gündemde tutmaktan başka bir şeye hizmet etmiyorlar. Müslümanlar kendi hayatlarını ve kaderlerini sessiz-sedasız yaşamaya devam ederken, dışarıdan bakanların dikkatle izlediği bir temsili ve serüveni de sergiliyorlar. Bunun şuuru Müslüman kitlelere sirayet etse, bugünkü dağınıklığın biraz daha toparlanacağı kesin...
HABERE YORUM KAT