Fox News’dan, Başarısız Darbeye Hayıflanma Kılavuzu
İlk 24 saat, BBC’siyle, New York Times’ıyla, CNN International’ıyla, Alman devlet kanallarıyla Batı medyası, darbenin püskürtülmesi sürecini hep geriden ve belirgin bir isteksizlikle yansıttı. Kâh darbeyi olmuş bitmiş ve başarıya ulaşmış gösterdi. Kâh ilerleyen saatlerde kesinleşen yenilgiyi yansıtmak yerine “belirsizlik”ten dem vurdu (1973 seçimlerinde, CHP’nin zaferi ve AP’nin yenilgisini o zaman 12 Martçıların kontrolündeki TRT’nin çok uzun süre vermek istememesi geldi aklıma). Ve her aşamada, meseleyi demokratik meşruiyeti savunma mücadelesi değil, Erdoğan taraftarları ile karşıtları arasındaki bir çatışma gibi sundu. Nihat Erim’in, gerekirse özgürlüklerin üzerine bir şal örtülebileceği yolundaki ünlü sözünden esinlenerek diyebiliriz ki, ABD ve Avrupa basını da askerî darbeler karşısında ilkesel tavrın ne olduğu, ne olması gerektiğinin üzerine,Türkiye örneğinde bir şal örtmüş oldu.
Buna karşılık aynı 24 saat boyunca Türkiye’de kimse cuntacıların yanında yer almadı, alamadı. Buna uygun zemin ve fırsat oluşmadı. Her şey çok hızlı olup bitti. Gülencilere el uzatmak isteyen çıkmadı. Kamusal alanı darbeye karşı ayaklanan halk kapladı. Ahlâkî üstünlük (the moral high ground), tamamen gayrimeşru şiddet yoluyla devrilmek istenen AK Parti’nin eline geçti. Müfrit AKP karşıtları bu duruma biraz geç uyandı. 16 Temmuz Cumartesi öğleden sonra, kaybedilen zemini nasıl geri alırız endişesi başgösterdi. Başlıca üç atak çizgisi oluştu: (a) darbeyi hafifsemek, minimize etmek, hattâ bir mizansen veya danışıklı dövüş gibi göstermek (“böyle darbe mi olurmuş”); (b) darbenin karşısına dikilen halk hareketini, Müslüman oldukları için aslında demokrat olamayacakları gerekçesiyle küçümsemek, hattâ yeşil-siyah sarıklılar, dinci faşistler, (affedersiniz) çomarlar diye kötülemek (“böyle direniş mi olurmuş”); (c) darbeyi kötülemekle birlikte, şimdi her şeyin mutlaka çok daha kötüye gideceğine dair peşin hükümlü kehanetlerde bulunmak (“bizi karanlıklar bekliyor”). İlginçtir, Batı medyası da hemen aynı noktaya geldi Cumartesi günü; darbenin kaderi hakkında iyimserlikten, tabii hakkımızda duydukları en samimî endişelerle (ona ne şüphe, minnettarız efem!), Türkiye’nin geleceği hakkında karamsarlığa sıçradı. Böylece yurt içi ve dışındaki açık-örtük darbe özlemleri, alt tarafı bir gün süreyle farklı mecralara girmişken, dönüp dolaşıp retrospektif bir apolojizmde, hayıflanmacılıkta buluştu.
Bu tesbit ve tahlillerin hiç olmazsa bir kısmını, yetişebileceğim kadarını sırayla yazmak istiyorum önümüzdeki günlerde. Sanırım birine de, Brecht’ten ünlü bir piyesinden esinlenerek, Batı medyasının korku ve sefaleti gibi bir başlık koyacağım. Ama ben daha bunun sadece ilk notlarını alırken, dört dörtlük bir belge geldi önüme. Fox News, biliyorsunuz, tam bir neo-con medyası. Cumhuriyetçi Parti bir bütün olarak sağcı ve son yirmi yıldır giderek daha sağa kayıyor (eskiden “W” Bush, Rumsfeld, Cheney; derken John McCain ve Sarah Palin; şimdi bkz Donald Trump), ama bunlar sağın da sağında yer almakta. İşte bu Fox News’da, siyasî analist geçinen, geçmişte ilginç “yeni Ortadoğu” haritaları çizmekle ünlü, emekli albay Ralph Peters da son bir yazı kaleme almış, 16 Temmuz öğleden sonra (o günün son gelişmelerinden haberdar olmasına şaşırmayın; Amerika ile aramızda en az yedi saat fark var). Başlığı her şeyi söylüyor aslında: Turkey’s last hope dies (Türkiye’nin son umudu da ölüyor). Önce çevirdim, sonra gördüm ama hakkını yemeyelim; Birgün gazetesi dün (18 Temmuz’da) özetlemiş bu yazıyı. Hiç eleştirisiz, Peters’ın “çok ilginç” değerlendirmelerde bulunduğunu kaydederek, yer yer “belirtti” veya “belirten” gibi nesnellik çağrışımlı sözcükler kullanarak aktarmışlar.
Bir de ben deneyeyim bakalım, onlar eleştirecek bir şey bulamadılarsa ben bulabilecek miyim? Ralph Peters (1) tarihsel arkaplan bakımından, tam bir Atatürkçü. Kemalizmin otoriter modernizmini yüzde yüz benimsiyor ve kutsuyor. Tam bir Bernard Lewis (The Emergence of Modern Turkey; çağdaş Türkiye’nin İslâmî karanlıklar içinden laik aydınlığa çıkışı) anlatımı. Alternatifler, bir yanda Atatürk’ün de sarıldığı Batı; diğer yanda gerilik, ilkellik, din ve çarşaf. Demokrasi mi? Yok öyle bir şey; modernite bizatihî demokrasi demek. Onun için askerlerin laik-modern düzeni “koruma ve kollama” görevi hukukî ve meşru; askerî vesayet haklı ve gerekli.
Nitekim (2) Peters bütün darbe ve “light” darbelere; 1960, 1971, 1980 ve (28 Şubat) 1997, hepsine, topyekûn sahip çıkmakta. Kenan Evren ve ekibinin de “istemeye istemeye” müdahale edip Türkiye’yi kurtarmak zorunda kaldığını öğreniyoruz bu arada. (3) Koyu, katıksız bir İslâmofobi söz konusu. Belirli bir karanlık-aydınlık motifi habire tekrarlanıyor. Müslümanlık demek karanlık demek. İslâm âlemi genel olarak karanlıklar içinde. IŞİD, Müslüman Kardeşler, AKP ve Erdoğan: hiçbir fark yok aralarında. Aptal olmayın, bunların bazılarından fayda veya iyilik beklemeyin. Hepsi bir (çünkü Müslüman), hepsinin amacı aynı, hepsinin eli kanlı; tek fark, kandırdıkları Batılılarla sofraya otururken kanlı ellerini yıkayıp yıkamadıkları. (4) Dolayısıyla 15 Temmuz darbesi de yerinde ve gerekli. TRT’de okunan “Yurtta Sulh Konseyi”nin 27 Mayıs - 12 Eylül taklidi söylemini çok ciddiye almış anlaşılan. Ona göre darbeciler, Atatürk’ün ve önceki bütün Atatürkçü darbelerin doğrudan mirasçısı. Laik anayasayı savunmak için harekete geçmeye mecbur kalmışlar. Gülen Cemaati mi dediniz? Yok, bu tahlile çok ters düşer. Dolayısıyla nâmevcut Ralph Peters’in makalesinde.
(5) Geriye ne kalıyor? Erdoğan nefreti. Darbenin biricik sorumlusu Erdoğan’ın kendisi. Böyle bir darbe tarafından devrilmeyi fazlasıyla hak etmiş bulunuyor. Neler yapmış neler. (i) Türkiye’nin (askerlerin korumakla yükümlü olduğu) laik anayasasının altından girip üstünden çıkmış. (ii) Kilit muhalifler ülkeden sürülmüş veya yasaklanmış (kim, bilemedim). (iii) Muhalefet partileri susturulmuş (iyiden iyiye hayal görüyor olmalı). (iv) Son seçimler gerçekten seçim olmaktan çok bir mizansenmiş (bunda, PKK hariç kimse ısrar edemediydi). (v) Kürt yarası daha yeni kabuk bağlamışken bu kabuğu da koparıp yeniden kanatmış; kendi siyasî çıkarı uğruna Türkiye’nin güneydoğusundaki iç savaşı yeniden körüklemiş (bu ise tamamen, “yeni devrimci halk savaşı”nı gööğsünü gere gere başlatan PKK’nın ve AKP düşmanlığı uğruna PKK’nın başarısından medet umanların, sonradan başvurduğu bir dezenformmasyon). (vi) Ülkeden temizlemek istediği general ve amiraller hakkında düzmece dâvâlar tezgâhlamış (anlamadım; o dâvâların ardında Gülencilerin olduğu ortaya çıkmamış mıydı?). (vii) Yabancı savaşçıların Türkiye’den geçerek IŞİD’e katılmasına çok uzun süre göz yummuş (bu da malûm, gene esas olarak PKK + Batı kökenli “AKP=IŞİD” propagandasının tekrarı). (viii) Çekip çevirebileceğini düşündüğü başka aşırılık yanlılarına da apaçık destek vermekten geri durmamış (ne kastediliyor, bunu hiç çözemedim doğrusu).
(6) Hal böyleyken, bu kadar haklı bir zemin mevcutken, darbe neden başarıya ulaşamamış? Peters’ın ona da cevabı var: Feci hatâlar yapmışlar ve en birinci hatâları, Erdoğan’ı bir an evvel ele geçirememekmiş (bu “ele geçirme”nin hangi biçimleri alabileceğini düşünmek istemiyorum doğrusu). Ah ah, Peters bizzat Ankara’da olmalıymış ki darbecilere doğrusunu gösterebilsin. (7) Batı darbeyi doğrudan desteklemeliymiş, ama bunu yapacağına, “demokrasi” (hayali) uğruna Erdoğan’ın arkasında durmuş (çok su götürür; benim ve çoğu insanın izlenimi, aslında ABD ve Almanya gibi bazı ülkelerin de darbenin başarılı olacağını sandığı veya umduğu, bunun için uzun süre bekle-gör politikası izlediği, ancak yenilgi kesinleşince ellerini “demokrasiden yana” deklare ettiği şeklinde). (8) Halkın rolü mü dediniz? Halk malk yok ortada. Sadece, “cami ile devlet arasındaki duvarı yıkan” Erdoğan’ın, darbeye karşı “camilerden” sokağa çağırdığı “mollaları ve güruhları” var (the mullahs and mobs behind Erdogan).
(9) Darbenin yenilgisinin ardından, çok kötü, en kötü şeyler bekliyor Türkiye’yi. “Megalomanyak” Erdoğan, “neo-Osmanlıcı” vizyonu doğrultusunda, Balkan ülkelerini tehdit edip yeni savaşlar bile çıkarabilir. Şimdi karanlık çıkageliyor, Türkiye (Atatürk’ten sonra, yeniden) karanlığa gömülüyor . En çarpıcı nokta burası. Metin Münir’in flaş “Erdoğan kurtuldu, Türkiye battı” başlığı ve tahliliyle de, ona hak verenler, yazdıklarını çok doğru bulanlarla da tam bir buluşma. Erdoğan ve AKP, daha fazla demokrasi ve konsensus arayışına mı yönelecek, daha fazla otoritarizme mi? Böyle iki alternatif dahi mevcut değil. 16 Temmuz Meclis oturumundan da, ortak deklarasyondan da, Binali Yıldırım-Kemal Kılıçdaroğlu görüşmelerinden de, başbakanın bütün diğer demeçleri, zeytin dalı uzatmalarından da, hâşâ ve haaza, birinci ihtimal çıkmıyor. İkincisi, felâket senaryosu olanı yüzde yüz kesin. Doğasında var. Bunun adı da Faşizm, hattâ Nazizm. Peters’ın, Türkiye’nin iyi eğitim görmüş laikleriyle 1930’ların Alman liberalleri arasında yaptığı benzetme, başka ne anlam taşıyor?
Batı medyası ile Türkiye’deki müfrit AKP düşmanlarının açık-örtük özlemleri arasında, benzersiz bir buluşma. Bir eksiği var: “tiyatro” iddiası. Ama orada, eski bir asker olarak Ralph Peters, zırvalığın bu kadarına yer veremeyecek kadar çok şey biliyor kuşkusuz. Sadece iki alternatif var: Ya maalesef yenildiler diyeceksin, ya da bir “tiyatro”ydu. İkisini birden savunamazsın.
Bu farkla, Peters’ın sunduğu tam bir cephanelik-eksiksiz bir hayıflanma kataloğu. Bozdur bozdur kullan. Aslı için http://www.foxnews.com/opinion/2016/07/16/turkeys-last-hope-dies.html# link’ine bakabileceğiniz yazının tamamını, herkes okusun ve görsün diye, ben kendi çevirimle sunuyorum.
* * * * *
Türkiye’nin Son Umudu da Ölüyor
Ralph Peters (16 Temmuz 2016)
Cumartesi gecesinin başarısız darbesi, yönetimin İslamizasyonunu ve toplumsal düşüşü önlemek açısından Türkiye’nin son şansıydı. Batılı liderlerin refleksi ise, anlamayı reddettikleri bir darbe girişimini alelacele mahkûm etmek yönünde oldu. Ödülleri, zehirli bir İslâmî rejimin Avrupa’nın kapısına dayanması olacak.
Yöneticilerimiz artık en basit ev ödevlerini bile yapmaktan âciz. Medya, Wikipediacı uzmanlara yaslanıyor. Siyasî nezaket gereği sarfedilen övgüler dışında, okullarımız kıyılarımızın ötesinde uzanan dünyanın cahili. Güvenilmez bilgilere boğulan vatandaşlar, dijital çağın yeni hurafelerine boyun eğiyor.
Nitekim büyük bir ülke, gözlerimizin önünde İslâmcı şahinlerce yıkılıp yok edilirken, başkanımız “demokrasi”sini övebiliyor.
Trajik bir başarısızlığa uğrayan o darbe, bir ülkeyi ele geçirme girişimi değildi; sahipsiz bir umuttan ibaretti. Türkiye, askerlerin kendi kârları uğruna dizginlere sarıldığı bir muz cumhuriyeti değil. Türk silâhlı kuvvetleri, neredeyse yüz yıldır ülkenin laik anayasasının bekçiliğini yapmakta. Daha yakın zamanda, 1960, 1971 ve 1980 darbeleri ile 1997’deki “darbesiz” baskı, askerlerin ülkeyi çökmekten kurtarmak için müdahale etmesine tanık oldu.
Şimdi, yeni Osmanlıcı vizyonuyla megalomanyak Erdoğan, bu darbeyi ülkenin İslâmlaşmasını hızlandırmanın ve Türkiye’yi İslâm âlemini kaplayan karanlığa sürüklemenin gerekçesi olarak kullanacak.
Geçmişte askerler, pratik açıdan mümkün hale geldiği anda hükümeti sivillere iade ettiler. Ben ilk Türkiye deneyimimi 1980 darbesinin hemen öncesinde yaşadım. Türkiye müflis ve haraptı. Ekonomi o kadar feci haldeydi ki, İstanbul’da bir fincan Türk kahvesi içemiyordunuz. Taksiler ve toplu taşıma araçları yakıt bulamadığından, her yere yürüyerek gidiyordum. Siyasal şiddet caniyane boyutlardaydı. Generaller istemeye istemeye duruma müdahale edip ülkelerini kurtardılar.
Cuma gecesi, orta rütbeli subaylar can havliyle ülkelerini bir kere daha kurtarmayı denediler. Başaramadılar. Batı bu başarısızlığı alkışladı. Oysa yakında yasını tutuyor olacağız.
Darbenin liderleri feci hatâlar yaptı. En kötüsü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkent Ankara’da olmamasını kendileri açısından harika bir fırsat sanmalarıydı. Yanlış. Darbe yaparken en önemli nokta, (medyayı kontrol altına almanın yanısıra) devirmek istediğiniz liderleri bir an evvel ele geçirmektir. Oysa Erdoğan sürgüne kaçmak yerine zafer kazanmış olarak geri dönebildi.
Peki, kimdir, kendi başkanımızın “demokratik olarak seçildiği” gerekçesiyle yardımına koştuğu bu adam? Recep Tayyip Erdoğan düpedüz İslâmcıdır ve Müslüman Kardeşler örgütüyle ilişkilidir. Başkan Obama, Müslüman Kardeşler’i Ortadoğu’nun en büyük umudu sanıyor olabilir. Ne ki IŞİD, El Kaide ve Müslüman Kardeşler arasında bir amaç farkı değil, sadece âdâbı muaşeret açısından bir fark söz konusudur. Müslüman Kardeşler kandırdıkları aptallarla sofraya oturmadan önce ellerinin kanını yıkamaya özen gösteriyor; o kadar.
Erdoğan Türkiye’nin (askerlerin korumakla yükümlü olduğu) laik anayasasının altından girip üstünden çıkarken, Batılı liderler sadece “cık cık” diye mırıldanmakla yetindiler. Erdoğan’ın “demokrasi”si bizimkini değil Putin’inkini andırıyor. Kilit muhalifler ülkeden sürüldü veya yasaklandı. Muhalefet partileri susturuldu. Son seçimler gerçekten seçim olmaktan çok bir mizansendi. Ve Kürt yarası daha yeni kabuk bağlamışken bu kabuğu da koparıp yeniden kanattı; kendi siyasî çıkarı uğruna Türkiye’nin güneydoğusundaki iç savaşı yeniden körükledi.
Erdoğan Türkiye’nin mahkemelerini İslâmcılarla doldurdu. Ülkeden temizlemek istediği general ve amiraller hakkında düzmece dâvâlar tezgâhlarken, yerlerine itaatkâr İslâmcılık yanlılarını atadı. Kadın haklarını hukuken değilse bile fiilen kısıtladı. Cami ile devlet arasındaki duvarı yıktı (Cuma gecesi taraftarlarını sokağa dökmek için camilerin hoparlörlerinden yararlandı). Dahası, yabancı savaşçıların Türkiye’den geçerek IŞİD’e katılmasına çok uzun süre göz yumdu. Çekip çevirebileceğini düşündüğü başka aşırılık yanlılarına da apaçık destek vermekten geri durmadı.
Ve gene Erdoğan’ın diplomatik şantaj dalavereleri, bizim IŞİD’e karşı kendi askerî çabalarımızı çaptan düşürücü bir rol oynadı.
İşte Başkan Obama’nın desteklediği adam budur.
Peki ya talihsiz darbenin liderleri? Onlar neyi temsil ediyordu? Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını ve laik bir anayasayı. Köken itibariyle yenilikçi bir general olan Atatürk, geçtiğimiz yüzyılın büyük adamlarındandı. Türkiye’yi Birinci Dünya Savaşı’nın enkazından kurtardı, halifeliği ilga etti, fanatik dinî tarikatları kaldırdı, kadınlara yasal haklar ve sosyal güvenceler verdi, peçeyi yasakladı, bütün Türkiye vatandaşlarına laik eğitim olanağı sağladı, Batılılaşma ve çağdaşlaşmayı kuvvetle savundu... Ve demokratik bir gelecek sundu.
Başarısız darbenin başını çeken subaylar işte bütün bunları temsil ediyordu. Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Kerry ise hepsinin karşısında yer aldı.
Cumartesi sabah olduğunda, Erdoğan’ın arkasındaki mollaların ve güruhların kazanmış olduğu açıktı.
Şimdi, yeni Osmanlıcı vizyonuyla megalomanyak Erdoğan, bu darbeyi ülkenin İslâmlaşmasını hızlandırmanın ve Türkiye’yi İslâm âlemini kaplayan karanlığa sürüklemenin gerekçesi olarak kullanacak.
Görüş birliği esasına göre yönetilen NATO, koynunda zehirli bir yılan besliyor olacak. Yeni yeni krizler, güneydoğu Avrupa’da eski korkuları canlandıracak. Oysa batı Avrupa ülkeleri bu korkuları küçümseyip geçiştirecek; bu suretle, zaten fena halde topallamakta olan Avrupa Birliği’ni büsbütün sakatlayacak. Suriye kanamaya devam edecek. Ve laik, iyi eğitimli Türkler kendilerini 1930’ların Alman liberalleriyle aynı konumda bulacak. Yeni ve beklenmedik savaşlar görmemiz de mümkün.
Türkiye’de umutsuz, kötü planlanmış bir darbe başarısızlığa uğradı. Şimdi karanlık çıkageliyor.
Serbestiyet
YAZIYA YORUM KAT