'Fitneye sebep olacak grupçu hesaplar'
2010 yılında ölen ve Hizbullah hareketinin manevi lideri olarak bilinen Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın oğlu olan Ayetullah Seyyid Ali Fadlullah, Seyyid Hasan el-Emin ve Seyyid Hani Fahs Lübnan'da 'İran'dan bağımsız Şii Taklid Mercileri' olarak tanınıyorlar.
Fadlullah, Lübnan'ın başkenti Beyrut'taki İmameyn Haseneyn Camii'nde yaptığı konuşmada, Lübnanlı siyasi oluşumların, Suriye krizine askeri olarak karışmasının Lübnan'ın iç huzurunu etkilediğine dikkat çekerek 'toplumun tüm kesimlerini, fitneye sebep olacak grupçu hesapları bir an önce terk etmeye' çağırıyor, Fadlallah, 'Hizbullah birliklerinin Suriye'den çekilmesi gerekiyor' diyor.
Batılı devletlerin Suriye krizine yaklaşımını da eleştiren Fadlullah, şunları ekliyor: '…Halkın hayal ettiği özgürlük, şerefli hayat gibi kavramların büyük devletler nezdinde hiçbir önemi yok. Onlar, ancak kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder.'
Lübnan Yüksek Şii Konseyi Üyeleri Seyyid Hasan el-Emin ve Seyyid Hani Fahs da 10 Ağustos'ta Suriye'deki halk hareketini desteklediklerini belirten bir bildiri yayınlamışlardı.
Medyaya düşen bu haberleri sırf şu cümle için iktibas ettim: 'Toplumun tüm kesimlerini, fitneye sebep olacak grupçu hesapları bir an önce terk etmeye çağırıyor'.
Bizde nasıl iç muhalefet, iktidarın yapıp ettiklerine, sırf kendi menfaatleri ve siyasi gelecekleri penceresinden bakıyor, en olumlu tasarrufları bile ya görmezden geliyor veya bir bir kulp bularak önemsizleştirme çarelerini arıyorlarsa; Suriye konusunda da Esed'i veya muhalifleri destekleyenlerin önemli bir kısmı meseleye her şeyden önce grupçu bir gözle bakıyor, desteklediği tarafı - ki, bunların çoğunun desteği veya muhalafeti mezhepçilikten veya siyasi çıkardan kaynaklanıyor- ne yaparsa haklı, karşı tarafı ise ne yaparsa haksız görüyor, böyle değerlendiriyorlar.
Sözlerini alıntıladığım alimler şîî taklid mercileri; yani fetvalarına başvurulan alimler; ama bunların iki özelliği var: a) İran'dan bağımsızlar, b) Grupçuluk zincirini kırabilmişler.
İşte bu iki özelliğin tabii sonucu da Suriye konusunda şöyle tecelli ediyor:
Bu konuya hiçbir taraf, siyasi veya mezhebi bir grupçuluk açısında, grupçuluğun esiri olarak bakmasınlar. Ölenler hangi taraftan olurlarsa olsunlar insandırlar ve İslam, 'bir insanın haksız yere öldürülmesi bütün insanları öldürmek gibidir' ilkesine sahiptir.
Taasup ve tarafgirlik bir yana bırakılırsa şu husus teslim edilecektir: Baba Esed'den bu yana Suriye'deki yönetim islâmi değildir, demokratik de değildir, diktatörlüktür ve bu yönetim zulümsüz olmaz.
Mercilerin ifade ettiği gibi '…halkın hayal ettiği özgürlük ve şerefli hayat' meşru bir hayaldir, makul bir taleptir. Bu talebe karşı düşmana kullanılamayacak silahlarla saldıran Esed'i tutmak caiz değildir, bu sebeple Hizbullah Suriye'den çıkmalı, silahlı desteğe derhal son verilmelidir.
Denebilir ki, 'her iki tarafa da silahlı destek verilmesin, adil bir barış için gayret edilsin'.
Bu teklife katılmamak mümkün değil, ama gel gör ki, açıkça bilineni Rusya'nın Esed'e silah sattığı ve bunu daha önce yapılmış bir akde dayandırmasıdır. Sanki Rusya, işine geldiğinde nice akdi bozmamış gibi!
Ayrıca zulmün ve katliamın baş aktörü ile masaya oturarak 'adil bir barış' nasıl sağlanır?
Zaten Esed'in istediği karşı tarafı imha etmek veya ülkeyi bölmek ve ondan sonra adil (!) bir barış sağlamak değil midir?
Böyle değil ise Türkiye'nin altı ay devam eden 'adil barış' tekliflerini niçin reddettti?
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT