Fitneden daha kötüsü fitneye meftun olmaktır
"Fitnenin meftunlukla olan bu bağı, onun karışıklık, bozgunculuk anlamını da aşarak düşmanın fitnesine teslim olmaya, ondan kurtulmaya çalışırken bile fitne sahibinin yol ve yöntemlerini izlemeye bitişiyor ki, bu fitneden çok daha kötüdür"
Ömer Lekesiz/Yeni Şafak
Fitneden daha kötüsü fitneye meftun olmaktır
Haçlı ittifakının Gazze’de yaptığı vahşi yıkım ve soykırımın derin acısıyla, kardeşlik ve dolayısıyla ümmet olma şuurunu kaybetmemiş olan Müslümanların “İki milyarlık İslam dünyası, üç buçuk SiyoNazi’yi neden durduramıyor?” sorusunun yerini giderek “Durduramadık, mahcubuz ve çok üzgünüz!” ifadeleriyle pekişen bir acziyete, tükenişe ve sessizliğe bıraktığı malumdur.
Buna karşı SiyoNazilerin pervasızlığının ve bu pervasızlığı vahşet suretiyle canlı yayında seyreden dünya milletlerinin üç maymunu oynamasının tarih, siyaset ve ideal esaslı nedenlerini yazmanın da artık bir karşılığı kalmıyor. Çünkü Hicazlı bir kardeşimin “SiyoNazilere teslim olan kral-valinize neden karşı çıkmıyorsunuz” sorusuna verdiği “Ne yani Suriye gibi mi olalım” cevabında insani ve imani tüm değerler, idealler, bir buzun güneşte eridiği gibi eriyiveriyor.
Öte yandan söz konusu düzeyde yazmak yakınmaya, suçluluk duymaya ve başkalarını suçlamaya açık olduğundan, işlenmiş bir günahın tekrarlanması şeklinde inancımızın yasakladığı bir şeyi yapmaya da evrilebiliyor.
Hakikat ise asla değişmiyor, bilakis Süreyya yıldızı gibi parlıyor:
“Yaralı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zaman da insan, mümin olarak sabahlar, kafir olarak geceler; mümin olarak geceler, kafir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.”
Peygamber Aleyhisselam’ın bu haberlerinde vurguladığı fitneyi, ona maruz kalmanın şikayetiyle değil, ondan korunma gayretiyle birlikte düşündüğümüzde de şu gerçek önümüze çıkıyor:
Fitne karşısında, hem fitnenin büyüklüğünden korkmamak ve onu çıkaranlara tabi olmamak hem de öncelikle fitneciye bakarak fitneye karşı vaziyet almak ve Allah’ın ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın belirdiği ilkelere tabi olmak…
Bu minvaldeki bir duruşta ya da yönelişte ise yukarıda acziyet, tükeniş, sessizlik, günahını tekrarlama şeklinde ifade ettiğimiz hallerin de fitneye dahil olduğunu öncelikle bilmemiz gerekiyor. Çünkü o hallere tabi olmayı sürdürmek fitneye meftun olma ve bunu kanıksama tehlikesine işaret ediyor.
Fitne ile meftun aynı kökten (ftn) gelen iki kelime…
Misalli sözlük’teki manası karışıklık, fesat, kargaşalık demek olan fitne, Kâmûs’taki “bir nesneyi ateşle yakma” anlamında nefsin hoşlanacağı bir fitneye uğratılmayı da ihtiva ediyor. Tıpkı Mecnun’un Leyla’ya olan aşk derdiyle yanıp tutuşmasındaki gibi…
Fitnenin meftunlukla olan bu bağı, onun karışıklık, bozgunculuk anlamını da aşarak düşmanın fitnesine teslim olmaya, ondan kurtulmaya çalışırken bile fitne sahibinin yol ve yöntemlerini izlemeye bitişiyor ki, bu fitneden çok daha kötü bir sonucu işaret ediyor.
Bir çoğumuzun sosyal medya ezberiyle Stockholm sendromu üstünden anlamaya ve anlatmaya çalışmasından da anlaşılacağı üzere, mezkur kötü sonuç kelimelerimizi, aklımızı ve ifade tarzımızı da fitneye uğratmak suretiyle tehlikesini bize kanıksatmaya başlıyor.
HABERE YORUM KAT