Filistin'de yaşanan zulmün aktarılma biçimi çok hassas bir konu!
Numan Aka, Filistin'deki zulme dikkat çekmek için yapılan paylaşımların bir zaman sonra "kanıksama" ve "normalleşme" duygularına sebep olabileceğine dikkat çekiyor.
Numan Aka / Açık Görüş
Acının resmi
Yetmiş beş yılı aşkın süren Filistin mücadelesinin dünya kamuoyuna duyurulma biçimi daha çok baskının ve saldırıların şiddetine, yaşanan acıların ve haksızlıkların büyüklüğüne yoğunlaştı. Yine de gerek Filistinlilerin yaşadıkları gerekse hemen yanı başlarında yakın zamana kadar Suriyelilerin yaşadıkları, dünya kamuoyunda oluşturulan insani hassasiyet dünya siyasetine yön veren yöneticileri, siyaset üretenleri ve ana akım medyayı etkileme noktasında yetersiz kaldı çoğunlukla. İnsanların, şahit oldukları havsalaya sığmaz zulümden etkilenip kendi hükümetlerini zorlayacakları, onların da bölgedeki çatışmaların sonlandırılması ve insani krizlerin bitirilmesi için adım atacakları varsayıldı.
Yeryüzünün kangren olmuş yaralarının iyileşmesi konusunda ilerleme sağlanamamış olmasına bakarak insanların şahsi ya da milli sorunları dışındakilere duyarsız olduğu sonucunu çıkarmak büyük haksızlık olur. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir çatışmanın ve yol açtığı yıkımın, yaygın iletişim kanallarıyla ulaştırılması halinde tek tek bireylerde yankı bulmaması mümkün değil. Fakat iç burkucu görüntüler eşliğinde gelen acı haber sağanağının, insanların hassasiyetini artırmak şöyle dursun zamanla azalttığı da bir gerçek.
Bu alanda araştırmaları olan Oregon Üniversitesi Psikoloji profesörü Paul Slovic, insanların daha az ilgi gösterdiğini, çünkü insan beyninin uzun süren felaketlerle başa çıkamadığını söylüyor. Bu olguyu "psişik uyuşma" olarak adlandırıyor; bir başka deyişle ruhsal felç.
"Bir kişinin tehlikede olduğunu veya öldürüldüğünü görürseniz, kendinizi çok kötü hissedersiniz. İkinci bir kişi görürseniz kendinizi iki kat daha kötü hissetmezsiniz". Slovic'e göre durum daha da kötüleşiyor, çünkü sosyal medyada ne kadar çok ölüm ve yıkım görürseniz empati duygularınız o kadar azalıyor aslında. Duygular bağlamında, bir artı bir ikiden azdır."
Halep örneği
Rose Troup Buchanan'ın Suriye Savaşı özelinde 2018 tarihinde yazdığı makale konu hakkında oldukça aydınlatıcı. "İşte Suriye Hakkındaki Bu Makaleyi Büyük İhtimalle Okumayacağınızın Nedeni" başlıklı makalede yoğun şiddet ve acı karşısında toplumsal hissizleşmeye varan olguya dair birçok misal ve tanıklık var.
Doğu Guta'da Esed rejiminin korkunç saldırıları altında yaşayan ve yaşadıklarını tüm dünyaya duyurmak için büyük sıkıntılar çeken, vurulmayı göze alarak saklandığı binanın en tepesine çıkan ve belki de artık aramızda olmayan genç Suriyeli aktivist Adem'in şahitliği bunlardan biri:
"Bir fotoğraf veya video çekip Twitter'ımda paylaştığımda, birisinin bize gerçekten yardımcı olmasını ve burada, Guta'da neler olduğunu gerçekten görmesini umuyorum. Videoları yüklemek ve yayınlamak için çok çalışıyorum ama kimsenin umurunda değil. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Sadece makaleyi veya günlük ölüm raporunu görür ve şöyle der insanlar: 'Ah, bu gerçekten üzücü.' Bundan sonra interneti kapatıp hayatlarını yaşarlar."
El Cezire editörlerinden E. El-Katatney, kendisindeki değişimi de sorgulayarak şunları yazmış aynı sene.
"Kan ve toz içinde ölmüş babası için ağlayan Suriyeli bir çocuğun 3 saniyelik görüntüsünü izledim. Anında gözyaşları. Buna her gün şahit olmak normal değil. Bugün 100 ölü var ve bir haber odasının yöneticisi olarak, hala insanların ilgisini nasıl çekebileceğimi bilmiyorum."
Bugün Gazze'de, Suriye'de yaşananların bir benzeri ve daha kötüleri yaşanıyor. Sadece bir günde bini aşkın silahsız sivilin katledilişine tanık olduk ve olmaya da devam ediyoruz. Resmi rakamlarla yetmiş iki gazeteci, neler olup bittiğini dünyaya duyurabilmek için canını verdi. İsrail, sadece Filistinli gazetecileri öldürmüyor; evlerini, mahallerini bombalayarak ailelerini de cezalandırıyor. Buna karşın İsrail aleyhine devam eden gösteri, boykot ve protestoların seyrinde gözle görülür bir yavaşlama var. Daha fazla akan, daha fazla acı daha fazla tepki oluşturmuyor; bunu açıkça gözlemliyoruz. Öyleyse nedenleri üzerinde tekrar düşünmekte fayda var.
Savaş fotoğrafçılığı
Savaş fotoğrafları denince, konuyla ilgili akla gelen ilk isimlerden Susan Sontag, savaş bölgelerinden gelen her karenin işe yarayacağından ve insanları harekete geçireceğinden emin olamayacağımızı söylüyor. Bunu daha çok bir ihtimal olarak değerlendiriyor ve savaş fotoğraflarının kamuoyunda ilgi oluşturabilmesi için pek çok etkenin bir arada olmasının gerekliliğinden bahsediyor Virgina Wolf'a atıfla:
"Bir vahşeti resimleyen görüntüler kolaylıkla birbirine zıt tepkiler uyandırabilir. Bu bir barış çağrısı olabilir veya bir öç çığlığı olabilir. Veyahut sadece, fotoğrafik bilgilerin sürekli belleğe atılıp üst üste yığılması sonucunda, yaşanan korkunç şeylere dair bir kafa karışıklığı yaratabilir."
Wolf, bu tür dehşet ve acı uyandırıcı savaş fotoğraflarının yarattığı şokun iyi niyetli insanları birleştirmekte başarısız olamayacağına inandığını; bu resimlerle acı çekmemenin, bu tahribata ve katliama neden olan şeyi ortadan kaldırmaya çalışmamanın, özellikle eğitimli kesimin algılayışının ve empati duygusunun başarısızlığı olduğunu söylüyor.
Savaş, ölüm ve yıkım fotoğraflarının kamuoyunda ilgi oluşturabilmesi için pek çok etkenin bir arada olması gerekir. İnsanların bizzat duygu durumları yanında içinde yaşadıkları toplumsal algılayış da oldukça önemli hale geliyor bu noktada. Sonuncusuna "toplumun anlamlandırma sözlüğü" diyebiliriz.. Bunsuz hiçbir iletiyi okumuyoruz aslında. Bir tür şifre çözücü gibi, yaşananları bizim dilimize çeviriyor; bir başka deyişle algılayabileceğimiz bir düzeye çekiyor.
"Başkalarının acılarını sadece seyrederek, onlarla gerçek dışı bir bağ kuruyoruz aslında. Ne kadar çok sempati duyarsak, acılara yol açan gelişmelerde bir suçumuz olmadığı hissine kapılmamız da o kadar kolaylaşıyor."
Hassasiyetten harekete
BuzzFeed, Halep kuşatması esnasında, ilk zamanlar acı dolu haberler çokça takip edilirken, artık kuşatmanın iyice korkunçlaştığı, insanların daha çok acı çektiği son demlerinde iç parçalayıcı haberler çok az tıklanırken mahsur kalanlara yardım çağrılarının neredeyse on kat ilgi gördüğünü tespit etmiş.
Günümüz nesilleri üzerinde savaş fotoğraflarının etkisizliğin ilk nedeni olarak; fotoğrafı şaşırtıcı veya hayret verici bulan önceki nesillere göre artık tüketmeye alışmış veya tüketmekten usanmış bir nesil olmamız gösterilebilir; hassasiyetimizi azaltan bir durum bu. Ayrıca muhtevayı, konu ne olursa olsun kendimize göre metalaştırmaktan vazgeçemiyoruz. Gerçek yerine vermek, satmak veya almak istediğimiz hazır mesaj ve propaganda öne çıkıyor.
Eskiden iyi bir film izlendiğinde "tıpkı gerçek gibi" denirdi. Şimdiyse insanları şaşırtan ya da ayağa kaldıran olayların görüntüsü ekrana düştüğünde "tıpkı bir film gibi" diyor, korku ya da aksiyon filmi gibi diye de sınıflandırıyoruz hatta. Sadece iyi niyetin yetmeyeceği korkunç bir propagandalar/mesajlar savaşı var. Soğuk savaşla bittiğini düşündüğümüz propaganda savaşları başka düzlemlerde devam ediyor. Deyim yerindeyse arsız da çaresiz de, zalim de mazlum da aynı teknikleri kullanıyor.
Yeni bir iletişim dili
İstanbul Bilgi Üniversitesi hukuk profesörlerinden Turgut Tarhanlı, iki yıl önce Şeyh Cerrah Mahallesi baskınları olurken Filistinlilerin, kameralara gülümsemek suretiyle gerçekleştirdikleri yeni iletişim stratejisinin amacını şöyle özetlemişti. "Özellikle, bastırılmış, kuşatılmış olmanın asimetrisini bozarak Filistinli öznelerin direnme gücünü çok insani bir biçimde yansıtıyor. O fotoğraflara bakanlarda, acıya bakma utancını önlerken Filistinlilerin sadece bir 'bakılan' olmadığını vurguluyor. Bu yaklaşım, daha şedit ve ölümcül acıları perdelemek anlamına gelmez. Bilakis, onları tasavvur etme, görme ve kavramayı güçlendirir."
Zaman zaman bu sahnelere şu an şahit olduğumuz soykırım düzeyindeki katliamlarda da rastlıyoruz. Fakat yaşanan katliamın boyutu o kadar büyük ki, toz toprağın, kan ve ölümün kapladığı ekranımızda kaybolup gidiyor umutlu yüzler.
Tüm bu yazılıp söylenenler savaş/çatışma görsellerinin arzu edilen istikamette; insanlığın muhafazası, zayıfın korunması, haklının bilinmesi, haksızlığın önlenmesi yönünde etkili olabilmesi için birtakım ipuçları veriyor.
Nihai tespitler
Öncelikle görsellerin gerçekle bağının koparılmaması, görselin aşırılığına/vahşiliğine yüklenip görenleri duygusal açıdan çaresiz bırakmaması gerektiğini anlıyoruz. Mesajın; görselin gerçekliğini aşmaması bir başka dikkate değer husus olarak karşımıza çıkıyor; bir bakıma anlatının gerçeğe bağlılığı ve tutarlılığı şart.
Öte yandan biteviye tekrar eden acı ve yıkım görsellerinin insanların hassasiyetlerini kötürüm bıraktığı, insana eylem seçeneği sunmayan acı ve öfkenin, içe dönüp insanın kendini ve yapabileceklerini değersizleştirmesine yol açtığı da bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. On yıl öncesine göre bile bugün hayatını bir ekran karşısında geçirenlerin, harekete geçmekten anladığı çok farklı bir şey artık. İptal kampanyaları buna iyi bir örnek. Dijital dünyayla içli dışlı bir topluma, boykot ve protesto çalışmalarının ruhuna uygun uygun bir eylem biçimi geliştirilmiş oldu. Yine yardım ve destek çalışmaları da benzer bir titizlikle insanların meseleden kopmamasını sağlayan önemli bir uğraş.
Acının resmedilmesi denince akla gelen ilk insanlardan biri olan Susan Sontag'ın bile fikirleri arasında gelgitler var. Örneğin fotoğraf aracılığıyla kurbana, mağdura yönelik bir sempati doğmasını umuyor ama bizatihi bu sempatinin harekete geçmeyi engelleyen bir ayak bağı olabileceğini de vurguluyor. Yine, katledilenlerin veya eziyet edilenlerin görüntülerinin "acı pornogrofisi" denerek önemsizleştirilmesine karşı çıkarken belirli sınırlar aşıldığında insanların, sadece tiksindirici bulup uzaklaşacağının da farkında. Yoğun acı ve şiddet görüntüleri karşısında içine düştüğümüz felç haline karşı nihai bir çözüm önermiyorum fakat yazı konunun tekrar düşünülmesini sağlayabilirse amacını yerine getirmiş demektir.
HABERE YORUM KAT