1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Filistin’de yapılanlar değilse, soykırım nedir?
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Filistin’de yapılanlar değilse, soykırım nedir?

06 Kasım 2024 Çarşamba 00:03A+A-

Siyonist İsrail’in Filistin’deki katliamları birkaç gün sonra dört yüzüncü gününe girecek. Silahsız, şiddet karşısında savunmasız Filistinlileri öldüren İsrail, saf kötülüğünü dünyanın gözü önünde icra ediyor. Kurbanları arasında hedef gözetmiyor çünkü amacı olan “Filistinli Müslümanların “kökünü kazımak!”  zalimliğini açıkça ifade etmekten çekinmiyor.

Filistin’de kahredici sahneler yaşanıyor. Zalimlik ve orantısız güç kullanımı barbarca sergileniyor. Öldürmenin en vahşice olanı, bugüne kadar cezası veril(e)mediği için fütursuzca yapılıyor. Tüm bu yaşananlar “Hissedene tragedya, (umarsızca) seyredene komedya!” olarak yansıyor. Soykırım edebiyatı üzerinden meşruiyet devşiren modern dünyanın “uygar” devletleri ise soykırım yapıyor.

Modern Batı, “ne kadar köklü bir uygarlık” olduğunu ispat etmek için ürettiği kavramlara Yunanca ve Latince isimler vermeyi sever. Soykırım kavramı da, Yunanca ırk veya soy anlamına gelen “genos” ile Latince öldürme anlamındaki “cide” kelimelerinden türetilmiştir ama 20. yüzyıla aittir. Amerika Savaş Bakanlığı’nda görev yapan Polonya asıllı avukat ve akademisyen Raphael Lemkin tarafından ilk defa 1930’larda kullanılmış, 1948 yılında BM Soykırım Sözleşmesi olarak kabul edilebilmiştir. Teoride sıkça atıfta bulunulsa da kavramın pratikte ilk kullanımı, 1993’te Bosna-Hersek devletinin Adalet Divanı’na başvurusu ile olabilmiştir. Sözleşmeye göre ilk mahkeme kararı ise ancak 1998’de verilmiş; Ruanda Mahkemesi, Akayesu’yu Ruanda soykırımına katıldığı için suçlu bulmuştur.

Soykırım kavramının neden yürürlüğe giremediğinin, uygulanabilir olamadığının sebebi ise bizleri hiç şaşırtmıyor. Bugün olduğu gibi dün de ABD sözleşmeyi onaylamak konusunda ayak diretiyor. Ancak 1988 yılında sözleşmeyi büyük bir ölçüde etkisiz kılacak çekinceler koyarak onaylıyor. Çünkü ABD’nin yaptığı ancak adı bir türlü kon(u)lamayan soykırımlar var. Kıta yerlileri başta olmak üzere Vietnam, Afganistan, Irak bir çırpıda sayılabilecekler olanlar. Japonya’ya atılan atom bombası sadece bombaya maruz kalanları öldürmedi, bölgede yaşayan tüm halkın geleceğini de imha etti. Bugün İsrail’in hamisi ABD ve bu yazı yazılırken seçime girecek olan Başkan adaylarının en önemli vaatleri arasında, “İsrail’e destek olmak” ilk sıralardaydı.

Soykırım denilince ilk akla gelen şey toplu katliamlar. Oysa bir soykırımdan bahsedebilmek için illa toplu katliamlar yapılması da gerekmiyor. Amerika’daki yerli halkın zorla kısırlaştırılması, Çin’deki Uygur çocukların zorla alınıp bir diğer gruba asimile etmek için yeniden eğitilmesi ya da Suriyeli milyonlarca insanın yurtlarından edilmesi gibi zorbalıklar da amaç veya etki bakımından soykırım niteliği taşıyor. Bu uygulamalar bir halkın toplumsal canlılığını öldürmek anlamına geliyor. İsrail’in Filistin’de yıllarca uyguladığı Apartheid rejimi yanında, yaptığı katliamların da ardı arkası kesilmiyor.

İsrail’in hamisi ABD’nin dünyanın her bölgesinde gerçekleştirdiği cürümlerinin soykırım olup olmadığı, siyaseti bırakın akademide bile halen tartışılıyor. Peter Novick’in “Karşılaştırmalı zulüm bilim” adını verdiği soykırım literatüründe, Hugo Adam Bedau’nun “Vietnam’da Soykırım?” adlı makalesi de yer alıyor. Makale: “ABD’nin Vietnam’da yaptıkları soykırım mıdır?” sorusuna cevap niteliği taşıyor. Soykırımda temel unsurun niyet olduğunu savunan Bedau’ya göre, ABD Vietnam’da bir halkı yok etme niyetiyle hareket etmemiştir. Sonucun soykırıma yakın olması durumu değiştirmemektedir.

Tarihçiler, psikologlar, sosyologlar, siyaset bilimciler ve felsefeciler soykırım araştırmaları yapıyorlar. Kökenleri, nedenleri, etkileri, gözetimi ve önlenmesi gibi konulara odaklanıyorlar. Ancak “soykırım yapabilme gücünü kendilerinde görenler” minarenin kılıfını da hazırlamışlar. Ellerindeki güçle zalimleri kahraman olarak gösterebildikleri gibi, kaçınamadıkları ve cezalandırılması gereken bir suç olduğu vakit, kimin/kimlerin cezalandırılacağına da hükmedebiliyorlar. Ruanda örneğinde olduğu gibi asıl aktörler birer kahraman gibi muamele görürken, Akayesu gibi figüranlar cezalandırılabiliyor…

Bu kadar net bir olguda bile uzlaşılamaması, insanlık adına utanç kaynağı olması yanında, soykırım olgusuna ne kadar ideolojik ve güce endeksli yaklaşıldığını gösteriyor. İnternette “Soykırım yapılan halklar ve failleri” gibi bir tarama yapınca karşımıza başta Yahudi soykırımı olmak üzere Bangladeş, Kamboçya, Doğu Timor, Ruanda gibi sonuçlar çıkarken daha fazla insan öldürülmesine rağmen Vietnam ve Irak çıkmıyor. Yurtlarından koparılarak Avrupa ve Amerika’ya köle olarak götürülen ve benlikleri yok edilen milyonlarca Afrikalı çıkmıyor. Çünkü onlar başka kategorilerin konusu…

Soykırım Çalışmaları Enstitüsü ve Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Birliği, farklı disiplinlerden sosyal bilimcilerle çeşitli araştırmalar yapmış. Bu araştırmaların istisnaları hariç, ideolojik ve güç merkezli olduğunu rahatlıkla görebilmek mümkündür. Birlik daha “Soykırım tanımı” üzerinde bile anlaşamamış ve bilgi sayfasında üyelerine: “Çalışmalarınızda hangi soykırım tanımını referans alıyorsunuz?” sorusunu soruyor. En çok kullanılan tanımlardan biri, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde yer alıyor:

“Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

 a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,

 b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi,

c) Grubun fiziksel varlığını bütünüyle veya kısmen ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi,

d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla uygulamalar yapılması,

e) Gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakledilmesi.”

Bu tanımda yer alan her bir madde tartışılmaya devam ediyor. Metnin maddelerinden bazılarını kabul etmeyenler olduğu gibi metni eksik bulanlar da var. Tartışmalar bir tarafa, şu sayılanlardan hangisi Filistin’de yaşanmadı? Suriye, Doğu Türkistan, Afganistan, Irak ve Bosna’da; barbarca katliamlar, bir halkı “bütünüyle veya kısmen” ortadan kaldırmaya yönelik yaşam şartlarının dayatılması, neslin kesilmesi için doğumların engellenip, aile üyelerin birbirinden ayrılması, evliliklerin yasaklanması ve çocukların ailelerinden kopartılması gibi birçok soykırım suçu işlendi. ABD bu suçların, aktörü veya destekçisi ya da en hafifiyle göz yumanı oldu.    

İnsan sormadan edemiyor; teoride yazılanların pratikteki karşılığı nedir? Bir eylemin soykırım sayılması için kaç kişinin öldürülmesi gerekiyor? Hangi tür bedensel zararlar dikkate alınıyor? Zararın kalıcı mı olması gerekiyor? “Zihinsel zarar”dan kasıt nedir? Bu sorular soykırımlar üzerinde yapılan spekülasyonların neticesidir. Bu spekülasyonlar, bilinçli olsun ya da olmasın işi sulandırarak, soykırım faillerine yönelik tepkilerin doğuracağı olası sonuçları engelliyor.

Örneğin, yukarıda bahsi geçen Bedau’ya göre ABD: “Sizi öldürüyorum ama bir amaç ve hedef olarak bütününüzü ortadan kaldırmaya niyetim yok(tu)!” diyor. Bu savunma hangi aklın ürünü olabilir? Gerçekleştirilmek istenen bir amaç uğruna, öngörerek ancak “niyet etmeyerek” bir topluluğu ortadan kaldırmak ne kadar meşrudur? “Özgür ve demokratik” olmak için ölmemiz ya da yaşamak için size itaat ederek sisteminizi kabul etmemiz mi gerekiyor? Kaldı ki, dayatılan sistem açık bir şekilde ahlak dışıysa, kabul etmek zaten bir soykırım değil midir? Bedau gibiler ABD’yi temize çıkarırken; başkaları Çin’i, Rusya’yı aklamaya çalışıyor. Stalin’in milyonlarca kişiyi açlıktan öldüren politikalarını, “Sovyetler Birliği’nin ihtiyaç duyduğu endüstriyel hammaddeleri alabilmek için tahıl stok edip, takas etmesi gerekiyordu. Bu politikanın yol açtığı kıtlık soykırım sayılamaz” diyenler; neden belli grupların açlığa mahkûm edildiklerini, aynı dönemde sefahat içinde yaşayanların kimler olduğunun üstünü örtüyorlar.

Soykırım, insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Soykırımı savaş suçları kategorisine indirgemek karşılıklılık esasına dayanan savaş ortamında iş kazası olarak görülüyor. İnsanlığa karşı işlene suçlar sadece savaş anında, bir savaşla bağlantılı olarak işlenmiyor. Suriye örneğinde görüldüğü gibi bir ülkenin diktatörü kendi muhaliflerine; Filistin’de görüldüğü gibi Siyonistler toplama kamplarındaki Müslümanlara da uygulayabiliyor.  

Bazıları Filistin’deki katliamlara “Soykırım değil ama soykırıma benziyor” şeklinde yaklaşıyor. Onlara göre bir yıldır devam eden katliamların soykırım sayılabilmesi için Filistinlilerin tamamen yok edilmesi gerekiyor. Siyonistler açıkça tüm Filistinlileri ortadan kaldırmak niyetini gizlemiyor ve bunu eyleme döküyorken; failler hedeflerine ulaştıktan sonra dünya vakayı soykırım olarak kabul etse ne olur? “Ders çıkardık/çıkaralım” nutukları ile anma günleri yapsa ne olur? Oysa İsrail şimdi, şu anda bebek ve çocukları öldürüyor! Öldürdüğü kurbanlarının cesetlerine dahi saygı göstermiyor. Ey kendini insan sınıfında gören fıtratını yitirmemiş kardeşim, sen de ses ver! İsrail’in Amerika’nın desteği ile yaptıkları soykırım değilse, Soykırım nedir?

YAZIYA YORUM KAT