‘Filistin Yönetimi’nin Elinde İlhak Kararını Durdurabilecek Etkili Bir Koz Bulunmuyor’
Taha Kılınç, İsrail’in resmi ilhak planı ile alakalı Filistin Yönetimi’nin üst düzey isimlerinden Hüseyin el Şeyh’in Amerikan The New York Times gazetesine yaptığı açıklamaları değerlendiriyor.
Yeni Şafak / Taha Kılınç
Aynı senaryo
Merkezi Batı Şeria’nın Râmallah şehrinde yer alan Filistin Yönetimi’nin üst düzey isimlerinden Hüseyin el Şeyh, birkaç gün önce, Amerikan The New York Times gazetesine önemli açıklamalar yaptı. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan El Şeyh, aynı zamanda “İsrail’le ilişkilerden sorumlu isim” sıfatını da taşıdığından, açıklamaları sembolik önemdeydi. “Biz pragmatik insanlarız, kaos ve gerilim istemiyoruz” diyen El Şeyh, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Batı Şeria’yı resmen ilhak planını eleştirerek, “Bu adım, iki devletli çözüm planlarını tamamen ortadan kaldırır” vurgusunda bulunuyordu.
İsrail’i ilhak planından vazgeçirmek için bir dizi tedbiri uygulamaya koyduklarını kaydeden Hüseyin El Şeyh, bu çerçevede, İsrail’e çalışmak için giden Filistinlilere izin belgesi vermeyi durdurduklarını kaydetti. Yine, İsrail’le istihbarat paylaşımını ve askerî işbirliğini dondurduklarını belirten El Şeyh, İsrail’den her ay gelen milyonlarca dolarlık finansal desteği de kabul etmeyeceklerinin altını çizdi. Filistin Yönetimi, tüm bu adımların, İsrail’in ilhak kararını bir kez daha gözden geçirmesine yol açmasını umuyor.
Ancak, New York Times’ın konuyla ilgili uzun dosyasında ayrıntılı biçimde incelendiği gibi, Filistin Yönetimi’nin aldığı tedbirler, şimdiden kadük kalmış görünüyor:
Râmallah’taki irtibat bürolarından gerekli izni alamayan Filistinliler, İsrail’e geçebilmek için, işgal yönetimine direkt başvuruda bulunmaya başlamışlar örneğin. Bu da, şimdiye kadarki dolaylı kontrolün doğrudan İsrail’e havalesiyle sonuçlanmış. İsrail’le istihbarat paylaşımı ve askerî işbirliği resmen dondurulmasına rağmen, Hüseyin El Şeyh’in “Batı Şeria’da kaosa müsaade etmeyiz. Terörizm ve anarşiyle elbette savaşacağız” ifadeleri, İsrail’in bölgede kurduğu sistemi bozacak herhangi bir gelişmenin yaşanmayacağını gösteriyor. Özellikle de, El Şeyh’in röportajda kendisine sorulan “Peki, bir Filistinlinin İsraillilere saldırı düzenleyeceğini öğrendiğinizde ne yapacaksınız?” sorusuna verdiği şu cevap dikkat çekici: “Eğer saldırgan Batı Şeria sınırları içindeyse, onu anında tutuklarız. Yok eğer İsrail topraklarındaysa, bunu aracılar üzerinden İsrailli makamlara bildiririz. Saldırıyı önleyecek bir yolu mutlaka buluruz.” Filistin Yönetimi’nin “ekonomik yardımı reddediyoruz” restinin ise, Gazze’de Hamas’ın daha da güçlenmesi başta olmak üzere, Abbas iktidarını sarsacak birçok gelişmeye yol açacağı kesin.
Konunun en yetkili ismi Hüseyin El Şeyh’in açıklamalarının özeti şu: İsrail, Batı Şeria’nın en az yüzde 30’luk bir bölümünü ilhak ederek topraklarına katmaya hazırlanırken, Filistin Yönetimi’nin elinde bunu durdurabilecek etkili bir koz bulunmuyor.
***
Filistin cephesinde bunlar olurken, ABD’deki Yahudi lobilerinin en güçlüsü American Jewish Committee’nin (AJC) iki gün önce başlayan yıllık forumunun açılışında sürpriz bir konuşmacı vardı: Merkezi Mekke’de bulunan Râbıtatu’l-Âlemi’l-İslâmî’nin genel sekreteri Dr. Muhammed Îsâ. Antisemitizm ve terörle mücadelede daha aktif destek sözü türünden bildik vaatleri tekrarlayan Dr. Îsâ, geçtiğimiz aylarda Nazilerin eski toplama kampı Auschwitz’i de ziyaret etmiş, Yahudi dünyasıyla Suudi Arabistan arasındaki temasları gözle görülür biçimde artırmıştı.
1906’da kurulan AJC’nin temel hedefinin “İsrail’in çıkarlarını korumak”, 1962’de dönemin Suudi Arabistan Veliaht Prensi Faysal bin Abdulaziz tarafından kurulan Râbıta’nın hedefinin ise “İslâm ülkeleri arasındaki yardımlaşma ve dayanışmayı pekiştirmek, ortak problemleri birlikte çözmek” olduğunu hatırladığımızda, Dr. Muhammed Îsâ’nın (ve elbette onu yönlendiren Riyad’daki siyasî iradenin) yürümeyi tercih ettiği yeni yol, bütün çıplaklığıyla karşımızda belirmiş oluyor.
(Râbıta’nın, İslâm dünyasının dört bir yanından üst düzey dinî temsilcilerin katıldığı ve sonuç bildirgesinde Türkiye’nin Libya’daki meşru hükümete verdiği desteğin kınandığı Mekke Zirvesi’ni 1 Şubat tarihli yazımda konu etmiştim, o nedenle tekrar ayrıntıya girmiyorum.)
***
Bugünden baktığımızda, İslâm dünyasının parçalanmışlığından istifade eden Haçlı sürülerinin 1099’da Kudüs’ü işgalinin nasıl mümkün olabildiğini net biçimde görebiliyoruz. Hatalar ve yanlışlar tekrarlanınca, tarihin de tekerrür ettiği malumdur. Aynı senaryo, neredeyse bire bir detaylarla, Filistin’de bugün yine gerçekleşmiş bulunuyor. Tarihten hiç ibret almamak ve hangi sonuçlara yol açacağı belli olan gelişmeleri baygın gözlerle izlemekle yetinmek, gerçekten inanılır gibi değil.
HABERE YORUM KAT