Filistin değil, İsrail sorunu
19. yüzyıl sürekli bir kavramla çalkalanmıştır. Rusya’nın adlandırmasıyla ‘hasta adam’ veya Batılıların ifadesiyle ‘Şark meselesi’. Şark meselesi aslında bağımsızlık sırasına girmiş azınlıkların Osmanlı’dan kopma meselesi ve Osmanlı’nın çözülmesi süreciydi.
Osmanlı yıkıldı ve azınlıklar genel olarak bağımsızlıklarını kazandılar. Arap dünyası ise bir devlet ve imparatorluk olacağına 23 parçaya bölündü. Lozan’la birlikte Kürtler ise Müslüman olmaları nedeniyle kısmen kaderlerini Türkiye ile birleştirdiler. Bir kısmı ise İran ve Suriye sınırları arasında kaldı. Bir de transfer yoluyla Avrupa sorunu olan Yahudi meselesi Ortadoğu sorunu haline getirildi. Transferle gelen Yahudiler kafalarında hep bir transfer projesi taşıdılar. Filistinlilerin Filistin’den transferi. Böylece Ortadoğu sorununun özü olan İsrail bu sorunu Filistinliler üzerinden çözmek istiyordu. Kısaca Şark meselesinden geriye sadece Kürt meselesi kalmıştı ve ona ilave olarak İngilizler bir de İsrail meselesini ihdas ettiler. Bu zaviyeden bakan Siyonizm Ansiklopedisinin yazarı Abdulvehhab el Mesiri, İsrail’i emperyalizmin bir ileri karakolu olarak görüyor ve emperyalizm adına bölgede bekçilik ve görev yaptığını söylüyordu. Esasında 19. yüzyıldaki Şark meselesi de bir Garp meselesiydi. Zira Fransız Devrimi ile birlikte geleneksel kimliği atomize edilmiş ve ümmet anlayışı yerine ulusculuk anlayışı yavaş yavaş su yüzüne çıkmıştı. Osmanlıların da İslâmi anlamda kendilerini yenileyememeleri üzerine aydınları Avrupa tarzı yeniliğe kendilerini kaptırmışlardı. Onu taklit etmeye ve örnek almaya başlamışlardı. Dolayısıyla 19 ve 20. yüzyıldan devreden Şark meselesi günümüzde Ortadoğu krizi olarak anılmaktadır. Bu krizin merkezinde de Filistin meselesi olduğu söylenmektedir. İşte bu bakış perspektif bulanıklığından kaynaklanmaktadır. Kriz Filistin krizi olmayıp, montaj devlet ve ülke olarak İsrail’in bölgeye monte edilmesindendir. İsrail’in varlığını içselleştirenler ise meseleye bir Filistin meselesi olarak bakmaktadır.
Yaşayan Filistin Sempozyumunda konuşan Doç. Dr. Berdal Aral meseleye böyle teşhis koydu. İsrail’i, anakronik, yapay, ırkçı, işgalci, korsan ve terörist, illegal yani hukuksuz ve hukuk tanımaz bir devlet olarak tanımladı. Geçmişte de Güney Afrika gibi ırkçı rejimlerin dostu olduğunu hatırlattı. Bu bağlamda, darbeci rejimlere de arka bahçesi olduğuna dikkat çekti. Aynı bağlamda, kanlı Şili diktatörü Pinochet’nin de yakın dostları arasında bulunuyordu. Konjonktür müsait olsaydı 12 Eylül rejiminin de en yakın destekçileri arasında olurdu. 1981 yılında Kudüs’ü ebedi başkent ilan etmesi ve ABD’nin tavsiyeleriyle ve ekonomik nedenlerle Türkiye’nin de Arap dünyasına açılma ihtiyacı o dönemde İsrail’le ilişkilerin gelişmesine mani olmuştur. Yasadışı rejimlerle işbirliğinin ötesinde Uganda, Irak, Sudan, Tunus gibi ülkelere yasadışı ve korsanca müdahalelerde bulunmuş ve bu ülkelerin hükümranlık haklarını ve güvenliklerini ihlal etmiştir. Berdal Bey İsrail’in sadece bölge için değil aynı zamanda insanlık için de büyük bir tehlike bir tehdit olduğunu hatırlattı. İsrail sayesinde Batı sorunu Şark sorunu haline gelmiştir. Esasında İsrail, Roma İmparatorluğu ve Titus’dan beri bir Batı sorunudur. Martin Luther ve reformasyon sürecinden itibaren bu sorun daha farklı bir mecra kazanmıştır.
Peki, çözüm nedir? Çözüm bellidir. İslâm aleminin toparlanması, inisiyatifi eline almasıdır. Tabir caizse siyaseten de borçlanma ve diyet ödemek yerine zati ve öznel güçlerine dönmesidir. Şartlar İslâm dünyasının sıçrama hamlesi için belki tarihte eşsine rastlanmayacak bir fırsatı barındırmaktadır. Zira, ekonomik olarak ABD gerilemekte ve bu da askeri gücüne tesir etmektedir. İsrail’in geleneksel müttefikleri olan Avrupa ve ABD güçleri gerileme halindedir. İşte bu ortamda aynen 1974 yılında yapıldığı gibi İslâm alemi İsrail’e ve dostlarına yönelik olarak ambargo uygulamalı ve İsrail’le olan diplomatik ilişkilerini kesmeli. Bu bağlamda, Soner Çagaptay’ın Arap karşılığı olan Memun Fendi gibiler ise İsrail yüzünden Arapların Amerikan ittifakını iyi bir şekilde değerlendiremediklerini söylüyor! Mankurttan mankurtluktan başka ne beklenebilir ki? BM Güvenlik Konseyi kararlarının da Filistin lehindekiler uygulanmazken Irak, Sudan, İran ve Afganistan konusunda alınan kararların derhal infaz edildiği hatırlatıldı. Berdal Bey, Güvenlik Konseyi’nin Ermenistan karşısında Azerbaycan lehinde bir tek karar bile almadığına işaret etti. Bundan dolayı Berdal Aral Bey, İslâm aleminin beşli çetenin altından meşruiyet kilimi çekmesini istemektedir. Dünyanın tepesindeki çifte standart mekanizmasını temsil eden Güvenlik Konseyi karşısında da İslâm alemi boykot silahını kullanmalı ve gerekirse ya birkaç İslâm ülkesi veya İKÖ tüzel kişiliğiyle Güvenlik Konseyi’nde yerini almalı ya da Güvenlik Konseyi ve kararlarını tanımamalıdır. NATO ile birlikte Soğuk Savaş döneminin köhne kurumlarından olan Güvenlik Konseyi de ya tasfiye edilmeli ya da adilane olarak yeniden tanzim edilmelidir. Zira beşli çete olarak anılan Güvenlik Konseyi İslâm dünyasının kalkınmasını ve güçlenmesine karşıdır. Çin ve Rusya, Zimbabwe ve Kuzey Kore’ye kol kanat gererken en zor anlarında İslâm ülkelerini ABD’ye satmaktadır. Irak ve benzeri ülkelerde yaşanılanlar bunun kanıtıdır. Ambargo etkili olmaz diyenler yanılıyorlar. Güney Afrika’ya yönelik ambargo etkili olmuştur. 1974 yılında Kral Faysal’ın öncülük ettiği ambargo da etkili olmuştur. Yeter ki İslâm alemi kendi arasında dayanışma göstersin ve bu uygulamaları kuvveden fiile çıkarsın. İslâm alemi Güvenlik Konseyi’nde destek arayacağına ümmet bilincini canlı tutsun ve gücünü ondan alsın…
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT