Felsefeden İslam’a uzanan yol
Latin Amerika İslam’a olan ilginin her geçen gün daha da arttığı bir kıta. Yoksulluğun, suç örgütlerinin cirit attığı bir coğrafyada son yıllarda üst üste inşa edilen İslam merkezleri ve mescidler Latin Amerika’yı adeta ışıl ışıl aydınlatıyor. Mühtedilerle yaptığımız görüşmelere Latin Amerikalı Abdullah Santiago ile devam ederken felsefeye duyduğu yoğun ilginin Kolombiyalı genci ciddi okumalar ve sorgulamalar sonucu İslam’a nasıl ulaştırdığına şahit olacaksınız. Müslüman olmadan önce Santiago Salah ismini kullanan Abdullah Santiago’nun ihtida hikâyesi de diğer mühtedi hikayeleri gibi bir hayli ilginç ve derslerle dolu.
...
Röportaja seni daha yakından tanıyarak başlayabiliriz? Bize biraz kendinden bahseder misin?
1983 yılında Kolombiya’nın başkenti Bogota’da doğdum. Benim köküm aslında Filistin’e dayanıyor. Fakat dedelerim Latin Amerika kıtasına göç ettikten dört veya beş nesil sonra gerçek dinleri olan İslam’dan uzaklaşıp Hristiyan olmuşlar.
Kökünüz Filistin’e dayandığı için hayatınızda İslam kültürüne dair taşıdığınız bir takım alışkanlıklar var mıydı?
Arapça olan soy ismimizdeki “Salah” dışında kökümüzün Filistin’e dayandığına dair hiçbir belirti yoktu. Annem dindar bir Hristiyan olsa da babam için aynısını söyleyemem. Babam Batı kültürüne daha yakın biriydi. Ben de kendimi Hristiyan bir Kolombiyalı olarak görüyordum.
Senin gibi kökleri Araplara dayanan Kolombiyalılar daha çok başkent Bogota’da mı yaşıyorlar?
Hayır, daha çok Kolombiya’nın kuzey bölgelerinde yaşıyorlar. 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında Latin Amerika’ya Arap ülkelerinden yoğun bir göç olmuş. Bu insanların dedelerinin çoğu da bu göçler sırasında Latin Amerika kıtasına gelip farklı bölgelere yerleşmişler.
Bize biraz da Kolombiya’daki siyasi ve iktisadi hayatı anlatır mısın?
Kolombiya’da da birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi ülkenin zenginlikleri küçük biz azınlığın elinde toplanmış durumda. Ülkede orta sınıf yok denecek kadar az. Batı kültürü son yıllarda bir hayli etkili olsa da halk hala Latin Amerikalılara has özelliklerini koruyor. Kolombiyalılar din noktasında kendilerini Hristiyan görseler de Hristiyanlığın hayattaki karşılığı sadece semboller ve ritüeller üzerinden devam ediyor.
Hristiyanlığı nasıl sorgulamaya başladın? Herhangi bir olay mı yaşadın yoksa araştırıp düşündükçe mi eski dininden uzaklaştın?
Hristiyanlıkta resim ve heykeller çok ön plandadır. Yaratıcı resim ve heykeller aracılığıyla adeta bir puta dönüştürülür. Ben de bunun etkisiyle çocukluğumda yaratıcıyı güçlü bir insan gibi düşünürdüm. Fakat 12 yaşımdan itibaren bazı şeyleri sorgulamaya başladım. Örneğin uzun uzun hayatın gayesi üzerine düşünüyordum. İnandığım din bana ihtiyacım olan bir hayat ve gaye sunmuyordu. Diğer taraftan içinde yaşadığım toplumu gözlemliyordum. Kolombiya’da Hristiyanlık yaşanan bir dinden ziyade daha çok edebiyatı yapılan bir şeydi. Kendimi ait hissettiğim toplumdaki çelişkileri gördükçe hakikate ulaşma, gerçeği bulma isteğim daha da artıyordu. Ortaokulda gittiğim okula karşı ilgisiz bir öğrenciydim. Çünkü okulda gördüğümüz dersler vasıtasıyla zihnimdeki sorulara cevaplar bulamıyordum. Fakat içimde yoğun bir gerçeğe ulaşma aşkı vardı.
Daha sonra neler oldu?
Ortaokuldan liseye geçince felsefe dersi görmeye başladık ve ilk dersten itibaren felsefe yoğun şekilde ilgimi çekti. Felsefe aslında benim kendime sorduğum soruların benzerlerini sorup bu sorulara cevaplar arıyordu. Derste varlık, varlığın anlamı ve gayesi üzerine filozofların verdikleri cevapları öğrenip kendi aramızda bunları tartışıyorduk. Felsefe beni okula öyle bağlamıştı ki felsefe dersinin olduğu günleri artık iple çekiyordum. Ayrıca başkent Bogota’daki kitapçıları gezip kitapçılardan felsefe ile ilgili kitapları topluyor ve bunları okuyordum. Hayatım artık felsefe kitaplarıyla ve düşünmekle geçiyordu. Okudukça sorularım artıyor, sorularıma cevaplar buldukça dünyanın en mutlu insanı ben oluyordum. Bir süre sonra yaratıcı üzerine okumaya başladım. Okudukça yaratıcının insanın hayatında ne denli önemli bir yer kapladığını fark ettim. Yaratıcıya karşı çıkan büyük filozoflar da fikirlerini ifade ederken yine yaratıcıyı merkeze alıyorlardı. Yaratıcı öyle bir gerçek, öyle bir hakikatti ki insan inansın veya inanmasın yaratıcıdan asla kaçamıyordu. İnsanın hissedip ihtiyaç duyduğu şeyler nasıl var olduklarına delilse bunların hepsinden daha çok hissedilip ihtiyaç duyulan şey de aslında kendi başına onun varlığına delildi. İnsanın hakikate ulaşma isteği de aslında yaratıcıya ulaşma, onu hissetme isteğinden kaynaklanıyordu. Yaratıcı öyle bir gerçek, insanı kuşatan öyle bir güçtü ki yeryüzündeki hiçbir Latin Amerikalı, hiçbir Batılı, hiçbir Çinli veya hiçbir Türk bu gerçekle yüzleşmeden yaşayamıyordu. Yaratıcı üzerine yaptığım okumalar ve kendi kendime sorduğum sorularla bilinçli bir şekilde yaratıcıya inanmaya başladım. Daha önce sırf ailem ve çevrem Hristiyan olduğu için yaratıcıya inanırken artık araştırıp düşünerek yaratıcının varlığına inanıyordum. Fakat önümde araştırmam, cevabını bulmam gereken başka sorularım da vardı. Şimdiye kadar sorduğum soruların cevabını felsefe yoluyla düşünerek bulsam da bu yeni sorularımın cevabını bulmakta felsefe yetersiz kalıyordu.
Neydi bu sorular?
Bizi yaratan bir yaratıcı vardı; fakat bu yaratıcının mahiyeti nasıldı ve yaratıcımız bizden nasıl bir hayat yaşamamızı talep ediyordu? Bu soruların cevaplarını bana ancak dinlerin verebileceğini fark edince bu sefer de yoğun şekilde dinler üzerine okumaya başladım. Felsefe düşünmem ve soru sormam için bana bir kapı aralamıştı. Fakat gerçek yaratıcıyı, hakikati dinler üzerine yapacağım araştırmalar üzerine bulmayı umuyordum. Yoğun şekilde dinler üzerine okumaya başladım. Batı ve Doğu’daki dinleri inceledim. Büyük dinleri asıl kaynaklarından okudum, esaslarını anlamaya çalıştım, özellikle de nasıl bir ilah anlayışına sahip olduklarını öğrenmek için çabaladım. İlk araştırdığım dinlerden biri Budizm’di. Budizm kişinin hakikate ancak toplumdan uzaklaşıp insani özelliklerini tüm yönleriyle yok ederek ulaşabileceğini savunuyordu. Fakat Budizm’de nasıl bir yaratıcıya inanmalıyız sorusunun bütünlüklü bir cevabı yoktu. Daha sonra Tevrat, Zebur ve İncil’den oluşan Kitab-ı Mukaddes’i okumaya başladım. Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahit olarak bilinen Tevrat ve Zebur bölümünde etkili metinlere rastladım. Özellikle Hz. Musa ve Hz. İbrahim kıssaları gerçekten etkileyiciydi. Eski Ahit olarak bilinen bölümünü okuduktan sonra Yeni Ahit’i, yani İncil’i okudum. İncil’de de insanlar için faydalı öğüt ve kıssalar vardı. Hz. İsa’nın yaşadıkları gerçekten etkileyiciydi. Fakat okudukça hem Eski hem de Yeni Ahit’teki çelişkileri fark ettim.
Bunlar ne tür çelişkilerdi?
Bunlar aslında basit çelişkiler. Fakat ilahi olan asla bu tür çelişkileri barındırmaz. Eski Ahit’e yani Tevrat ve Zebur’a göre Yahudiler sürekli hata yapmalarına rağmen Allah tarafından seçilmiş bir millettir. Fakat yaratıcı her şeyden önce adildir ve bu durum yaratıcının mutlak adaletine aykırıdır. Yaratıcı asla yarattığı kulları arasında ayırım yapmaz. Yeni Ahit yani İncil de birçok çelişkiler barındırıyor. İnsanların günahkâr olarak doğması veya Hz. İsa’nın tüm insanların iyiliği için ölmesi düşünen bir insanın kabul edebileceği bir durum değildir. Kitab-ı Mukaddesi okuyunca içinde bazı hakikatler barındırsa da Yahudilik ve Hristiyanlığın tahrif edildiğini fark ettim. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin olduğuna inanıyordum. Ayrıca yaratıcının tek olduğuna da kanaat getirmiştim. Fakat benim aradığım ilah ne Hristiyanlığın ne de Yahudiliğin ilahıydı. Araştırdığım hiçbir din hakikate ulaştırma noktasında beni ikna edememişti. Bir süre hiçbir dine inanmadan tek bir ilaha inanarak yaşadım.
İslam’la nasıl tanıştın, Müslüman olmaya nasıl karar verdin?
Liseden sonra ailemin isteği üzerine hukuk fakültesinde okumaya başladım. Ben aslında felsefe veya müzik bölümünde okumak istiyordum. Fakat babam avukat olduğu için benim de hukuk okumamı istedi. Üniversite ikinci sınıfta Kolombiyalı bir arkadaşımın evinde Kuran’ın İspanyolcasına rastladım. İncelediğim dinlerden sonra aslında İslam’ı araştırmaya karar vermiştim. Arkadaşımdan incelemek için İspanyolca Kuran’ı bana vermesini istedim. Daha sonra kaldığım eve dönüp merakla Kuran’ı okumaya başladım.
Kur’an okumaya başlayınca ilk olarak neler hissettin?
Kur’an okumaya başlar başlamaz bu kitabın asla sıradan bir kitap olmadığını, kesinlikle ilahi bir kitap olduğunu fark ettim. Kuran’daki hitap kesinlikle bir insana ait olamazdı. Bu hitap, bu emirler, bu kıssalar, bu belagat ve bu güzellik tüm kâinatı yoktan var eden yüce yaratıcıya aitti. Sonunda aradığım yaratıcıyı bulmuştum ve Kur’an vasıtasıyla O’nun huzurunda olduğumu, O’nunla irtibat kurduğumu hissediyordum. İnanın hayatımda daha önce böyle bir kitapla karşılaşmamıştım. Günlerce Kuran’ı elimden bırakamadım. Artık beni hakikate, yıllardır aradığımı ilaha ulaştıracak yol göstericimi bulmuştum.
Kur’an okuduktan sonra hemen Kelime-i Şehadet getirip İslam’a girmeye karar verdin mi?
Hayır, Müslüman olmadım. Çünkü Kelime-i Şehadet getirmeyi veya Müslümanlığın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Sadece Kuran’ın ve Allah’ın gönderdiği son peygamber olan Hz. Muhammed’in yolunu takip etmeye karar vermiştim.
Daha sonra neler yaşadın?
Babam ve kardeşimle her yaz tatilinde bir ülkeye yolculuk yapıyorduk. Kuran’la tanıştığım yıl da babam bir turist kafilesiyle Mısır’a gideceğimizi söyledi. Mısır’a doğru yola çıktık ve bize rehberlik yapan bir Mısırlı ile ülkeyi gezmeye başladık. Ben Mısırlı rehbere sürekli İslam’la ilgili sorular soruyordum.
Ne tür sorular?
Mesela Müslümanların namazı nasıl kıldıklarını, Ramazan ayının nasıl geçtiğini, orucun nasıl tutulacağını öğrenmeye çalışıyordum. Bu rehberle bir haftaya yakın Mısır’daki ünlü tarihi mekânları gezdik. Mısır’da geçirdiğimiz son gün rehber bana istersem onunla Ezher Camii’ne gelebileceğimi söyledi. Sürekli İslam’la ilgili sorular sormam, İslam’ı öğrenmeye çalışmam Mısırlı rehberin dikkatini çekmişti. Ben de yanıma kardeşimi aldım ve rehberle birlikte Ezher Camii’ne gittik. Camiye girer girmez büyük bir ferahlık hissettim. İçimden kiliselerle camiyi kıyasladım. Kiliselerde konuşmak, ders çalışmak yasaktı. Fakat Ezher Camii’nde isteyenler bir köşede ibadet ediyor, bir başka köşede sohbet yapılıyor, bir diğer köşede de öğrenciler ders çalışıyordu. Bu rahatlığı çok sevmiştim. Daha sonra Mısırlı rehber beni caminin imamlarından birinin yanına götürdü. Bu imam İngilizce konuşabiliyordu. Rehber bana, “İslam’la ilgili öğrenmek istediğin her soruyu bu imama sorabilirsin.” dedi. Bunun üzerine imamla İslam üzerine konuşmaya başladık. Ben İslam’la ilgili farklı konularda üst üste imama sorular soruyordum. İmam da sorularımı cevaplıyordu. Sohbetimizin bir yerinde imam bana, “Sen İslam’a inanıyorsun; fakat Müslüman olduğunun farkında değilsin.” dedi. Bunun üzerine eğer istersem Kelime-i Şehadet getirebileceğimi söyledi. Ben de imama “Nasıl?” diye sordum. İmam Kelime-i Şehadet hakkında kısa bir açıklama yaptıktan sonra onun söylediklerini tekrarlamaya başladım. Bir taraftan Kelime-i Şehadet getiriyor diğer taraftan da ağlıyordum. Benim için gerçekten tarifi imkânsız çok özel bir andı. Müslüman olduktan sonra Ezher Camii’nde imamın tarifiyle ilk namazımı da kıldım.
Bütün bu olanlar karşısında kardeşinin tavrı ne oldu?
Kardeşim bir hayli şaşırdı. Çünkü onun ne sürekli Kur’an okuduğumdan ne de İslam’la ilgilendiğimden haberi vardı. Ben Müslüman olduktan sonra imam bu sefer de kardeşime eğer isterse kendisinin de Müslüman olabileceğini söyledi. Fakat kardeşim bunu kabul etmedi. Daha sonra birlikte otele, babamın yanına döndük. Babama Müslüman olduğumu söyledim ve aynı gün Mısır’a geldiğimiz turist kafilesiyle birlikte Kolombiya’ya doğru yola çıktık.
Müslüman olduğunu öğrenince babanın tavrı ne oldu?
Babam Müslüman olmamı çok fazla önemsemedi. Çünkü Müslüman olmanın nasıl bir şey olduğunu tam olarak anlamamıştı. Babamın aklında din Hristiyanlık gibi haftada bir gün kiliseye gitmekten ibaretti. Fakat İslam’ın hayatın bütününü kapsadığını, bir Müslüman’ın gündelik hayatının tümünü İslam’a göre düzenlemesi gerektiğini bilmiyordu.
Kolombiya’ya döndükten sonra hayatın nasıl devam etti?
Mısır’dan ayrılmadan önce Mısırlı rehber ve camide tanıştığım imam bana İslam’la ilgili kitaplar vermişlerdi. Babam Müslüman olmamı önemsemese de İslam’la ilgili kitapları Kolombiya’ya götürmemi kabul etmedi. Müslüman olmama saygı duyuyordu; fakat İslam’la derin bir ilişki kurmamı istemiyordu. Fakat ben her ne olursa olsun bundan sonraki hayatımı iyi bir Müslüman olarak yaşamaya karar vermiştim. Kolombiya’ya dönünce başkent Bogota’da yaşayan Müslümanlarla tanışmak için Lübnanlı Arapların işlettikleri lokantalardan birine gittim. Burada tanıştığım Lübnanlı Müslümanlar bana çok sıcak davrandılar. Hem Kolombiyalı olup hem de İslam’a girdiğim için çok sevindiler ve beni cuma namazı kılmak için bir mescide davet ettiler. Cuma günü babamı da yanıma alıp bu mescide gittim.
Mescide özellikle niçin babanla gitmek istedin?
Çünkü mescidin olduğu yere giden bazı sokaklar tehlikeli, güvenliğin olmadığı sokaklardı. Babamın ilk gidişimde hem bana yol arkadaşlığı yapmasını hem de Müslümanları daha yakından tanımasını istedim. Gittiğimiz mescid ve özellikle de Müslümanlarla bir arada olmak beni çok etkiledi.
Bu ziyaretiniz babanın İslam ve Müslümanlarla ilgili görüşlerini değiştirdi mi?
Hayır değiştirmedi. Ben Allah’ın evinde olduğum ve Müslümanlarla bir arada bulunduğum için çok sevindim; fakat babam bundan hiç etkilenmedi. Bu ziyaretimizden sonra her cuma aynı mescide gitmeye devam ettim. Hem cuma namazlarımı burada kılıyordum hem de mesciddeki Müslümanlardan İslam’ı öğreniyordum. Bir sene boyunca Ebubekir Mescidi’ne gidip burada İslam üzerine eğitim aldım. Bu sırada benim gibi sonradan Müslüman olan Kolombiyalı eşimle evlendim. Evlilik sonrası eşimle hem Müslümanlarla bir arada yaşayıp İslam kültürünü öğrenmek hem de kendimizi geliştirmek için yola çıkmaya karar verdik. Babama Suudi Arabistan veya Mısır’a gidip Müslümanlarla bir arada yaşamak ve eğitim almak istediğimi söyledim. Babam bu iki ülkede sıkıntılarla karşılaşabileceğimi belirtti. Bunun üzerine Malezya’yı araştırdım ve daha modern bir ülke olduğu için Malezya konusunda babam da sıkıntı çıkarmadı. Önce ben Malezya’ya gittim ve eğitim için başvurduğum üniversiteden kabul aldım. Daha sonra da eşim ve daha bebek olan küçük kızım birlikte Malezya’ya geldiler. Müslüman olmadan önce ilimle uğraşmayı çok seviyordum. Fakat Müslüman olduktan sonra ilme ve okumaya olan merakım daha da arttı.
Müslüman olmak ilme olan merakınızı niçin arttırdı?
Çünkü Allah Müslümanlardan ilimle uğraşmalarını, ölene kadar ilmin ve okumanın peşinden koşmalarını istiyor. Ben de Malezya’da bir süre tarih daha sonra da siyaset bilimi alanında eğitim gördüm. Burada 4 yıl kalıp Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nden mezun oldum. Bu üniversitede İslam dünyasının dört bir yanından Müslüman öğrenciler eğitim gördükleri için İslam kültürünü daha yakından tanıma imkânı buldum. Üniversiteden mezun olduktan sonra İslami ilimlerde daha da derinleşmeye karar verdim. Bunun için de Arapça öğrenmem gerekiyordu. Ailecek Mısır’a gittik ve ben Ezher Üniversitesi’ne kaydımı yaptırdım. Yaşamak bir hayli zor olsa da ilim yönünden Mısır büyük bir zenginlikti. 6 yıl boyunca Ezher Üniversitesi’nde eğitim görüp bir taraftan Arapça öğrendim diğer taraftan da kendimi İslami ilimlerde geliştirdim. Kahire’de 2010 yılında başlayan eğitimim 2016 yılında sona erdi. Buradaki eğitimim sona erdikten sonra bir süre bir merkezde çalıştım. Burada İslami fetvaları Arapçadan İspanyolcaya çeviriyordum. 2017 yılında ise Kolombiya’ya döndüm. Başkent Bogota’da bir taraftan mescidlerde Müslümanlara vaazlar verirken diğer taraftan da Bogota’da bir üniversitede master yapmaya başladım.
Hangi alanda master yapıyordun?
Sonunda okuma serüvenime ilk başladığım alana dönmüş ve felsefeyi seçmiştim. Mısır’da eğitim görürken Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin İmmanuel Kant’ın fikirlerine yönelik yazdığı bir eleştiri metnini okumuştum. Derin bir felsefi ve kelami yapıya sahip olan bu metin beni çok etkiledi ve Mustafa Sabri Efendi’ye karşı büyük bir ilgi duydum. Bu nedenle Kolombiya’da master yaptığım üniversiteye Mustafa Sabri Efendi’nin Kant’a karşı yazdığı bu metin hakkında bir tez hazırlamak istediğimi söyledim. Kolombiyalı hocalarım konuyu çok beğendiler. Fakat karşıma bir sorun çıktı. Benim master yapacağım üniversitede İslam Felsefesi veya Kelam bölümü yoktu. Ama master yaptığım Kolombiya Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi arasında karşılıklı bir işbirliği vardı. Bunu fark edince hocalarıma Türkiye’ye gidip bu konuyu Ankara Üniversitesi’nin yardımıyla araştırmak, tezimi bu şekilde tamamlamak istediğimi söyledim. Ayrıca Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi bir Türk’tü. Bu nedenle Türkiye’de bu konuyu daha rahat araştırabilirdim. Kolombiyalı hocalarım Ankara Üniversitesi kabul ettiği takdirde kendilerinin de her türlü kolaylığı sağlayacaklarını söylediler. Bunun üzerine Ankara Üniversitesi ile iletişime geçtim ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden kabul aldım. Kısa bir zaman içinde de yola çıkıp Türkiye’ye geldim. Ankara’da tezimi hazırlamak için çok iyi imkânlar buldum ve herkes bana çok yardımcı oldu. Tezimi bitirip Kolombiya’ya dönmeyi düşünürken bu sefer de korona salgını başladı. Bunun üzerine internet üzerinden Kolombiyalı hocalarımla konuşup tezimi tartıştık.
Abdullah anlattıklarını şaşkınlıkla dinliyorum. Gerçekten ilginç bir hikâyeye sahipsin. Biraz daha Mustafa Sabri Efendi’ye olan ilgini ve onun hakkında hazırladığın tezini konuşabilir miyiz?
Benim tez konumun başlığı; “Allah’ın Varlığına Dair Delillerin İmkânına ve Kant’ın Epistemolojisi’ne Dair Mustafa Sabri Efendi’nin Görüşleri” şeklindeydi. Kant Allah’ın varlığına dair delillerin tümünün yetersiz olduğunu savunmuş ve bunu ispatlamaya çalışmıştı. Kant yaşadığı dönemde hem Batı’da hem de başta Mısır olmak üzere İslam dünyasında etkili olmuştu. Mustafa Sabri Efendi Mısır’a gidip Kant’ın etkisini görünce Kant’ın metafiziği çürütmeye kalkan fikirlerine karşı cevap vermişti. Müslüman olmadan önce ben de sık sık Kant’ın eserlerini okuyordum ve Kant’ın mantığına hayrandım. Fakat Müslüman olduktan sonra Mustafa Sabri Efendi’nin ona karşı verdiği cevapları okuyunca daha çok etkilendim. Mustafa Sabri Efendi Kant’ın metafiziğe vurduğu darbeye adeta daha büyük bir darbeyle karşılık veriyordu. Bu konu ilgimi çekti. Çünkü içinde hem felsefe hem kelam, hem metafizik karşıtlığı hem de etkili bir metafizik savunması barındırıyordu. Tezimi hazırlarken Mustafa Sabri Efendi’nin Kant’a verdiği cevapları inceledim. Kolombiya’daki hocalarım tezimi çok beğendiler. Tez aşamasını geçtikten sonra da İstanbul’da İbni Haldun Üniversitesi’nde doktoraya başladım. Doktora konum “Kelam ilmi Felsefeye Nasıl Meydan Okuyor?” başlığını taşıyor.
Felsefe ile kelam İlmi arasında gördüğün en temel fark nedir?
Kelam ilmi felsefenin olgunluğa ulaşmış halidir. Felsefe insana düşünmeyi, büyük sorular sormayı öğretir. İslam ise bu büyük soruların cevabıdır.
Müslüman düşünürlerden en çok kimlerin fikirleriyle ilgileniyorsun?
İmam Razi ve İmam Gazali etkilendiğim, eserlerinden faydalandığım iki büyük İslam düşünürü. Son yüzyılda yaşayan İslam düşünürlerinden ise Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır ve Said Nursi beni etkileyen isimler.
Son olarak şöyle bir soru sormak istiyorum. Bir takım çevreler İslam dünyasının geri kalışını felsefeye karşı alınan cepheye bağlıyor. Felsefeye karşı daha hoşgörülü olunan dönemde Müslümanların daha ileri olduğu savunuluyor. Sen de bu fikre katılıyor musun?
Ben bu fikri doğru bulmuyorum. Müslümanların şu anki durumları bence tek bir sebebe bağlanamaz. Siyasi ve kültürel sebepler başta olmak üzere Müslümanların yaşadıkları sorunların birçok sebepleri var. Bu nedenle tek bir sebebe bağlamak yerine bu meseleyi daha geniş, farklı sebepleri tahlil ederek ele almalıyız. Modern bilimler bugün insanın boğuştuğu birçok soruna çözüm üretemiyor. Yaşadığımız yüzyılda doğa, hayat, ekonomi, hukuk adeta bir krize dönüştü. Ayrıca modern bilimler insanlığı büyük bir varoluş krizine soktu. Bugün insanlığı içinde bulunduğu krizden çıkaracak, yaşanan sorunlara çare üretecek potansiyel sadece İslam’da var. Biz ise Müslümanlar olarak bugün İslam insanlığa nasıl yol gösterir sorusunun cevabına yoğunlaşmalıyız. Bunun metot ve yöntemini, usulünü inşa etmeliyiz.
YAZIYA YORUM KAT