Fas Seyahatnamesi - 3: Marakeş’teki Endülüs esintisi
Gecenin geç saatlerine kadar kızıllar içindeki Marakeş’i seyredip Camiül Fena Meydanı’nın keyfini çıkardıktan sonra kalacağım otele geçtim. Sırtım saatlerdir yatak yüzü görmemişti. Marakeş’in içimde oluşturduğu heyecan uzun zaman yorgunluğumu bastırsa da artık dinlenmem gerekiyordu. Şehir merkezine taksiyle 15 dakikalık bir mesafede olan otelime geçip Fas’da gezeceğim şehirlerin hayallerini kurarken uykuya daldım.
Kaldığım otelde kahvaltı verilmediği için sabah kalktığımda ilk olarak otelin çevresinde kahvaltı yapabileceğim bir yer aradım. Sokaklardaki sakinlik dikkatimi çekti; fakat daha sonra günlerden cuma olduğunu hatırladım. Cuma günü birçok Arap ülkesinde olduğu gibi Fas’ta da tatil günüydü. İnsanlar hem rahat rahat tatillerini yapıyor hem de cuma gününün rahmet ve bereketinden istedikleri gibi faydalanıyorlardı. Otelin yakınlarında kendime bir kahvaltıcı bulup yine nane çayı eşliğinde kahvaltımı yaptım ve yol kenarında durdurduğum taksiye binip Medina’ya doğru yol almaya başladım. Bindiğim taksinin şoförüyle neşeli bir muhabbete dalınca vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım ve kısa bir süre içinde Medina’ya ulaştım. Medina bir önceki güne göre çok daha sakindi. Bazı dükkânlar açılmamış, sokaklar bomboştu. Cuma vaktine kadar Medina’nın ara sokaklarında dolaşıp cuma namazını kılmak için Kutubiye Camii’ne doğru yöneldim. Namaz vakti yaklaştıkça sokaklardaki insanlar çoğalıyor, beyaz ve kahverengi cellabiyeler içindeki erkekler ellerinden tuttukları çocuklarıyla Kutubiye Camii’ne doğru yöneliyorlardı. Abdest almak için caminin avlusuna girince kendimi Endülüs’den gelen bir esintinin içinde buldum. Caminin avlusu mavi-beyaz mozaiklerle doluydu ve avludaki yemyeşil ağaçlar etrafa başka bir güzellik katıyordu. Avlunun tam ortasındaki şadırvana yönelince insanların akan sudan değil de; akan suyu doldurdukları kaplardan abdest almaları dikkatimi çekti. Daha sonraki günlerde de bunun Fas’daki tüm şadırvanlarda uygulandığını fark ettim. Yaptığım küçük bir araştırma sonucu Malikilerin akan sudan abdest almayı yanlış bulmamakla birlikte suyu bir kaba doldurarak abdest almayı daha çok tercih ettiklerini öğrendim. Böylece su israf edilmiş de olmuyordu. İslam ülkelerini gezip farklı fıkhi uygulamaları gördükçe mezheplerin aslında nasıl bir rahmet olduğunu da gözlemliyordum. Taassup derecesine taşınmadığı ve fıkhi hükümlerin birer yorum olduğu unutulmadığı sürece mezhepler Java Adaları’ndan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Müslümanlar için büyük bir zenginlikti.
Kutubiye Camii’ndeki hutbe
Abdest aldıktan sonra hutbeyi dinlemek için camiye geçtim. Berberi olduğu her halinden belli olan imam geniş beyaz cellabiyesi, elindeki asası ve vakar dolu mimikleriyle adeta Muvahhidler döneminden çıkıp bugüne gelmiş gibiydi. Konu temizlikti ve Kutubiye Camii’nin imamı temizliği ayet, hadis ve sahabe efendilerimizden örneklerle öyle güzel anlatıyordu ki 1 saati aşkın süren hutbenin hiç bitmemesini istedim. Fas’da kaldığım 11 gün boyunca biri Marakeş’de diğeri Tanja’da olmak üzere iki kez hutbe dinleme imkânı buldum. Konuları sıradan olarak görülen meseleler olsa da dinlediğim iki hutbeden de büyük zevk aldım. Fas gibi ülkelerde her ne olursa olsun klasik ilim geleneği sürüyor ve sadece hutbelerde bile âlimlerin ve süren köklü ilim geleneğinin ne denli önemli olduğunu anlayabiliyordunuz. Bu durum da bana Türkiye’deki Müslüman halka yapılan en büyük kötülüklerin başında kimi zaman kurulan darağaçları kimi zaman da yasak ve baskılarla âlim geleneğinin yok edilmesi olduğunu öğretiyordu.
Menara Bahçeleri ve Badiye Sarayı
İslam medeniyeti baştan sona bir güzellik medeniyetidir. Müslüman da bir imtihan sahası olarak gördüğü dünyada asıl itibariyle iyi olmak ve dünyayı güzelleştirmek için yaşar. Marakeş’deki Menara Bahçeleri ve Badiye Sarayı bu inanç ve anlayışın şehirdeki en güzel örnekleridir. Ben de önce Arapça’da ışık anlamına gelen Menara Bahçeleri’nin yeşillikleri arasında dolaşıp bir zamanlar şehrin su ihtiyacının karşılandığı tarihi havuzu gezdim. Daha sonra da her kapısının ardında ayrı bir güzellik bulunan Bahiye Sarayı’nı dolaştım. Birbirinden güzel ahşap oymaları, rengârenk mozaikleri, tavan işlemeleri ve duvarlarındaki çinileri ile Bahiye Sarayı tüm ziyaretçileri gibi beni de kendine hayran bıraktı. 19. Yüzyıl’da dönemin vezirlerinden Ahmet Bin Musa tarafından yaptırılan Bahiye Sarayı sadece birbirinden güzel oda ve salonlarıyla değil; ışıltılı bahçeleriyle de insanı etkiliyor.
Millah’daki Lazama Sinagogu
Fas geçmişten bugüne Yahudi nüfusunu da barındıran bir ülke. İsrail işgal devleti kurulduktan sonra Faslı Yahudilerin büyük bir kısmı İsrail’e göç etse de ülkede hala az da olsa Yahudi nüfusu bulunuyor. Bahiye Sarayı’ndan sonra Marakeş’in ara sokaklarını aşıp eski Yahudi mahallesi Millah’daki Lazama Sinagogu’nu ziyaret ettim. Sinagogdaki hahamla Arapça sohbet edip Yahudilerin Fas’daki serencamları hakkında bilgi almak benim için ayrı bir deneyim oldu. Hahamın Yahudi tarihi hakkında anlattıkları gibi sinagogda sergilenen kısa belgesel de yoğun şekilde acındırma ve ajitasyona dayanıyordu. Bu acındırma ve ajitasyon İsrail’in kuruluşu ile sonlandırılırken daha çok kurguya dayanan tarih anlatısı üzerinden işgal devletinin kuruluşu meşrulaştırılmaya çalışılıyordu.
Sinagogu da gezdikten sonra artık yavaş yavaş güneş Marakeş’den çekilmeye başlamıştı. Ben de bunun üzerine şehirdeki son gecemi yine Camiül Fena Meydanı’nı seyrederek geçirmeye karar verdim. Bu aslında benim için hem Marakeş’le hem de meydanla bir vedalaşmaydı. Bu vedalaşma anında Marakeş’den sonra göreceğim Fas şehirlerinin beni beklediklerini düşününce içimdeki hüzün yerini kısa bir süre içinde sevince bıraktı. Sabah Fas’ın kuzeyindeki şehirlere doğru yapacağım uzun bir tren yolculuğu beni bekliyordu.
YAZIYA YORUM KAT