Fas Seyahatnamesi-11
Tanca, Asilah ve bir hatıra
Şafşavan’da tanıştığım Şazeli Şeyhi Raysuni’nin oğlu Enes’le İbn-i Batuta’nın mezarını ziyaret ettikten sonra Enes, “Tanca’ya kadar gelmişken mutlaka balıklarımızdan tatmalısın” diyerek beni bir balıkçı lokantasına götürmek istediğini söyledi. Teklifini kabul edince Enes’le tekrar Medina’nın dolambaçlı yollarında yürümeye başladık. Enes bir ara, “Osmanlı, Tunus ve Cezayir’i almasına rağmen bu ülkelerin hemen yanı başındaki Fas’a niçin dokunmamıştır, bunu biliyor musun?” diye sordu. Enes’in bu sorusuna mantık yürüterek cevap vermeye çalışsam da Enes verdiğim cevapları beğenmedi. Daha sonra da Osmanlı’nın, Faslı yöneticiler genelde peygamber soyundan oldukları için Fas’ı ele geçirmekten uzak durduğunu söyledi. Bu bilginin ne kadar doğru olup olmadığını bilmesem de Enes bunu söylerken aslında, “Osmanlılar peygamber soyundan gelenlere bu denli saygılılardı.” demek istiyordu. Fakat benim için önemli olan peygamber soyundan gelmekten çok peygamberin yolunda olmaktı.
Medina’nın dolambaçlı sokaklarını adımlarken döndüğümüz her köşe başı bize farklı bir âlemin kapısını aralıyordu. Belki de bundan dolayı kadim İslam şehirlerinden yoğun şekilde etkilenen Fransız entelektüel Deleuze; “İslam medeniyetinde şehir adeta bir galaksi gibidir. Her tarafa açılan bir ağa benzer.” demişti.
Medina’dan çıktıktan sonra Enes beni Tanca’nın arka sokaklarındaki bir balık lokantasına götürdü. Geniş bir alana kurulu olan lokantanın içi tıklım tıklımdı. Berberilerin rahat tavırları, siyah yüzlü çocukların sevinç çığlıkları lokantanın içini son derece eğlenceli bir mekâna dönüştürmüştü. Misafirini en iyi şekilde ağırlamak için elinden geleni yapan Enes garsona bize ellerindeki balık türlerinin her birinden birer adet getirmesini söyledi. Böylece masamızda renkli bir sofra kurulmuş oldu. Enes’in sohbetimiz esnasında bana anlattığı Fas hiçbir sorunun olmadığı, her şeyin yolunda gittiği bir ülkeydi ve Kral 6. Muhammed Faslılar için büyük bir nimetti. Enes’in Fas’daki yönetim hakkında bu denli olumlu bir tablo çizmesinde şüphesiz aristokrat bir aileden gelmesinin ve kralla aralarındaki akrabalık bağlarının büyük etkisi vardı. Çünkü sokaktaki sıradan Faslıların, özellikle de orta ve alt tabakayı oluşturan gençlerin söyledikleri Enes’in anlattıklarından bir hayli farklıydı.
Tarık bin Ziyad ve Cebelitarık Boğazı
Enes’le balıkçıda uzun uzun sohbet ettikten sonra vedalaştık ve ben Cebelitarık Boğazı’nı seyretmek için kendime güzel bir kafe buldum. Dünya gerçekten garipti. Bir zamanlar Tarık bir Ziyad’ın İslam orduları ile Endülüs’ü fethe çıktığı yerde ben Tarık bin Ziyad’ın kahramanlıklarla geçen; fakat büyük bir trajedi ile sona eren hayatını düşünüyordum. Hayat dün olduğu gibi bugün de iniş-çıkışlarla, birbirinden enteresan hikâyelerle devam ediyordu. Cebeli Tarıkboğazı’nın kenarında bir taraftan çayımı yudumlarken öyle hayallere dalmıştım ki artık tarihin uzaklardan gelen ayak seslerini işitebiliyordum. İşte Tarık bin Ziyad ordularıyla önümden geçiyor, Müslüman savaşçılar Allah’ın adını yüceltmek, İspanya topraklarında insanlığın yüzyıllar boyunca hayran kalacağı bir medeniyet inşa etmek için gemilerle Endülüs’e doğru açılıyorlardı. Hayaller ve düşünceler eşliğinde uzun bir süre Cebelitarık’ı seyrettikten sonra tekrar Tanca’da gezmeye başladım. Bu sırada karşıma çıkan ve şehrin en güzel camilerinden biri olan 5. Muhammed Camisi’nde ikindi namazını kıldıktan sonra artık geceyi geçirmek için otel arama vakti gelmişti. Şehrin merkezinde birkaç oteli gezsem de “Otel de Paris”de karar kıldım. Tam odama yerleşirken Suriyeli dostum, Doktor Halid Hoca’dan hiç beklemediğim bir mesaj geldi. Şamlı bir Türkmen olan ve İstanbul’dan tanıdığım Halid Hoca kendisinin de Tanca’da olduğunu, eğer müsaitsem akşam görüşebileceğimizi söyledi.
Karşılıklı mesajlaşarak birkaç saat içinde otelin önünde buluşmak için anlaştık. İyice yorulmuştum ve yatağı görünce hiç vakit kaybetmeden kendimi bıraktım. İki saatlik bir deliksiz uykunun ardından Halid Hoca’nın telefonuyla uyandım. O gece geç saatlere kadar Halid Hoca ile bazen bir kafede oturup bazen de Tanca sokaklarında dolaşarak sohbet ettik. Eşi Faslı olan ve Tanca’ya tatile gelen Halid Hoca ile Türkiye, Suriye ve Fas başta olmak üzere İslam âlemi hakkında uzun uzun konuştuk. Son derece zevkli geçen sohbetimizin ardından ben Otel de Paris’in yolunu tutarken Tanca sokaklarına çoktan sessizlik hâkim olmuştu.
Tanca’daki ikinci günümde sabah erkenden bir taksiye atladım ve Faslı ünlü âlim Mustafa Bahyavi Hoca’nın dükkânının yolunu tuttum. Benden bir süre önce İstanbul’dan Fas’a gezmeye gelen Enes Ürün isimli genç bir arkadaşımız Fas’a gittiğimde mutlaka büyük âlim Mustafa Bahyavi’yi ziyaret etmemi söylemişti. Enes’ten aldığım adresle hocanın dükkânının olduğu yeri buldum; fakat dükkân kapalıydı. Daha sonra uzun uzun hocanın yakınlardaki evinin ziline bastım. Evde de kimseyi bulamayınca komşularına hocayı nasıl bulabileceğimi sordum. Komşular hocanın nerede olduğunu bilmeseler de başka bir şehre vaaz için gitmiş olabileceğini söylediler. Ben de bunun üzerine Faslı âlime dönüşte uğramak üzere “Taksi Asilah” ismi verilen garajdan bindiğim dolmuşla her yıl ressam ve müzisyenlerin toplandığı Asilah şehrine doğru yol almaya başladım.
Asilah ve Cinuçen Tanrıkorur
Asilah Türkiye’den de sanatçıların her yıl geldikleri bir şehirdir. Hatta ünlü udi ve bestekâr Cinuçen Tanrıkorur’un Asilah’la ilgili yaşadığı ilginç bir hatırası vardır. Beşir Ayvazoğlu’nun “Her Kuyuda Bir Yusuf” isimli eserinde anlattığı bu hatırayı ben sizlere kısaltarak anlatayım: “Ünlü sanatçı Fas Kültür Bakanlığı tarafından Asilah’da her yıl düzenlenen İslam Kültür Festivalleri için bu şehre davet edilir. Cinuçen Tanrıkorur önce Ankara’dan İstanbul’a daha sonra da Paris-Madrid-Tanca bağlantılı uçakla Asilah’a varacaktır. Cinuçen Bey Ankara’da havalimanına gitmek için önce otobüs terminaline ulaşır. Otobüs terminalinde valizleri otobüslere yerleştiren muavin bu esnada Cinuçen Tanrıkorur’un elinde tuttuğu uda çarpar ve ud boydan boya kırılır. Kendi udundan başkasıyla çalamadığı için büyük üzüntü yaşayan Cinuçen Hoca, İstanbul’da uçaktan iner inmez soluğu Harbiye’de alır ve udunu tamir etmesi için güvendiği bir ustaya bırakır. Fakat udun tamiri için 2 gün gerekmektedir ve Cinuçen Tanrıkorur uçak biletini iki gün sonraya erteletir. Bu durum da Cinuçen Bey’i Fas’ta bekleyenlere teleks üzerinden iletilir. Fakat Cinuçen Tanrıkorur radyodan o gün akşam haberlerini dinlerken dehşet içinde kalır. Çünkü udu kırıldığı için son anda binmekten vazgeçtiği uçak düşmüş ve uçaktaki yolcuların tamamı hayatını kaybetmiştir. Böylece başta şer olarak görülen bir olaydan hayır çıkmış ve Cinuçen Tanrıkorur son anda ölümden dönmüştür.” Hayat Aliya İzzzetbegoviç’in de ifade ettiği gibi nedensellik üzerine kurulu değildir ve pozitivistler haksızdır. Çünkü hayat kendi içinde yüzlerce mucize barındırır.
Tanca ile Asilah arası arabayla yaklaşık 45 dakika olduğu için kısa bir süre içinde Fas’ın sanat şehrine ulaşmıştık. Taksiden iner inmez güzel bir şehre geldiğimi hissetmiştim. Atlas Okyanusu’nun hemen bitişiğindeki Asilah aynı zamanda şirin bir tatil şehriydi. Taksiden indikten sonra önce 5. Muhammed Meydanı’na yöneldim. Hava çok sıcaktı ve bir an önce kendimi bir otele atmalıydım. Asilah’ın ara sokaklarına daldım ve otel aramaya başlamıştım ki Otel Manzar Cemiyl (Güzel Manzaralı Otel) karşıma çıktı. Otelin isminde belirtildiği gibi özel bir manzarası olmasa da oda fiyatları oldukça ucuzdu. Artık şehrin tadını çıkarmak için Asiah’da iki gün kalmaya karar vermiş ve Otel Manzar Cemiyl’den bir oda kiralamıştım...
YAZIYA YORUM KAT