Fas Seyahatnamesi / 10
Tanca şehri ve yollarda geçen bir hayat
Sabahın erken saatlerinde otelden çıkıp Titvan şehrini dolaşmaya başladım. Önce uzun sokakları ve geniş bulvarları adımladım.
Şehir gece ne kadar kalabalıksa sabahın bu saatlerinde de o kadar ıssızdı. Daha sonra ise Titvan’ın tarihi Medinası’na girdim. Medina’da da in cin top oynuyordu. Medina’nın tarihi kapılarından birinden surların dışına çıkıp Tanca arabalarının toplandığı garaja doğru yürümeye başladım ve yarım saatlik bir yürüyüşün ardından Tanca’ya gitmek için bir taksiye bindim. Dolmuş olarak kullanılan takside benim dışımda 3 Faslı teyze daha vardı. Titvan’da oturan teyzeler bir tanıdıklarının düğününe iştirak etmek için Tanca’ya gidiyorlardı. Teyzelerle Titvan-Tanca yolunda neşeli bir sohbete koyulduk. Benim Arapçayı fusha yani kitabi konuşmam Faslı teyzelerin komiklerine gidiyor, teyzeler daha çok ammiceyi yani mahalli Arapçayı kullanmayı tercih ediyorlardı. Fakat her şeye rağmen rahatça birbirimizle anlaşabiliyorduk. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuğun ardından Tanca’ya ulaştık ve genç taksici bizi Tanca’nın girişinde arabadan indirdi. Buralar daha çok Tanca’nın banliyöleriydi ve şehir merkezine gitmek için tekrar bir taksiye binmem gerekiyordu. Etrafı adeta ince bir tül gibi beyaz bir sis kaplamıştı ve sabahın bu erken saatinde şehir yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı.
Taksi kısa zaman içinde yolcularla doldu ve 15 dakikalık bir yolculuğun ardından Tanca’nın şehir merkezine ulaşmış olduk. Sonunda Fas’ın en güzel şehirlerinden biri olan Tanca’daydım. Tanca’ya girer girmez burada daha önce geçirdiğim güzel günler aklımdan geçmeye başladı. Şehir 6-7 sene içinde bir hayli değişmiş olsa da Tanca güzelliklerini bir şekilde korumayı başarmıştı. Atlas Okyanusu ile Akdeniz’i birleştiren Cebeli Tarık Boğazı’nın hemen bitişiğindeki şehir dün olduğu gibi bugün de dünyaca ünlü edebiyatçılara, meşhur müzisyenlere ilham vermeye devam ediyordu.
Tanca’yı gezmeye Hotel Continental’in önündeki geniş meydandan başladım. Beyazlar içindeki Hotel’in az ilerisinde bir zamanlar Tanca’ya yaklaşan gemilere yol gösteren deniz feneri vardı. Kordon boyunca uzanan palmiye ağaçlarının arasından geçerken denizden gelen esinti arada yüzüme vurmasa havanın sıcaklığı dayanılacak gibi değildi. Deniz kenarında yarım saatten fazla yürüdükten sonra şehrin merkezine doğru yönelip önüme ilk gelen yokuşu tırmanmaya başladım. Yokuşu tırmanırken rastladığım İbn-i Batuta Alışveriş Merkezi başta olmak üzere etraftaki dev binalar hemen dikkatimi çekti. Tanca lüks alışveriş merkezleri ve otelleriyle artık Kasablanka’nın tahtını sallayacak bir hale gelmişti. Ben bu arada Medina’yı bulmak için Tanca’nın meşhur mekânlarından biri olan Gran De Cafe Paris’i aramaya başladım. Yıllarca Fas’ı işgal altında tutan İspanya’ya doğru yöneltilmiş topları da arkamda bıraktıktan sonra Gran Cafe De Paris’e ulaştım. Burası benim için Medina’ya girmeden önceki son duraktı. Bir süre kafede oturdum ve etrafı gözlemledim. Modern giyimli gençler, cellabiyeli yaşlılar, iri yarı Araplar ve sempatik Berberiler bir tören yürüyüşü gibi önümden geçip gittiler. Onları seyrederken şehrin ritmini, capcanlı havasını daha da hissettim. Bir süredir oturduğum sandalyeden kalkıp Medina’ya doğru yönelirken Şafşavan’da görüştüğüm Şeyh Raysuni’nin oğlu Enes’le birbirimizi bulmaya çalışıyorduk. Kısa bir süre sonra Enes’le buluşup birlikte Medina’yı gezmeye başladık. Çarşılar daha çok Sug Dahiliy ismi verilen bölgede kurulmuştu. Medina’da kafelerin bulunduğu küçük meydanın ismi ise Sug Dahiliy’di ve Medina’nın en canlı bölgesi de burasıydı. Bir zamanlar ajanlık ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere bir çok karanlık işin tezgahlandığı ve bu yönüyle kitaplara konu olan Sug Dahiliy’deki kafeler bugün daha çok turist avlama mekanlarına dönüşmüştü. Medina’nın en bilinen yerlerinden biri de Kasbah’dı. Beyaz badanalı duvarlar ve mavi kapılı evlerle dikkat çeken Kasbah’ın etrafındaki surlar ise Portekizliler tarafından yaptırılmıştı. Enes’le kısa bir Medina tutu attıktan sonra İbn-i Batuta’nın mezarının bulunduğu mahalleye yöneldik. Daracık sokakları aştıktan sonra İbn-i Batuta’nın üzerinde isminin yazılı olduğu türbesini bulduk. Türbe benim yıllar önce yaptığım ilk ziyarette açıktı. Fakat etraftakiler türbenin artık kapalı olduğunu, ancak özel izinle içeri girilebileceğini söylediler. Ben de bu sırada tüm zamanların en büyük seyyahlarından biri olan İbn-i Batuta’nın sıradışı hayatını düşünüyordum.
İbn-i Batuta’nın sıradışı hayatı
4 Şubat 1304 yılında Fas’ın Tanca şehrinde doğan İbn-i Batuta yollara düşmeye karar verdiğinde henüz 21 yaşındadır. Batuta’nın ilk yolculuğundaki hedefi Mekke‘ye varıp hac yapmaktır. Kuzey Afrika kıyılarından kara yoluyla Mısır’ın başkenti Kahire’ye ulaşan Batuta, Nil kıyısından yukarı çıkarak Kızıldeniz’i aşıp Mekke’ye ulaşmak ister. Fakat yukarı Nil bölgesindeki kabilelerin bu sırada isyan halinde olmaları nedeniyle seyyahımız Kahire’ye geri dönmek zorunda kalır. Mekke’ye gidemeyince bu sefer de Bilad-ı Şam’a doğru yola çıkar. Bilad-ı Şam yolculuğu sırasında Kudüs, Beytülahim ve El Halil gibi şehirleri de ziyaret eder. İbn-i Batuta sonunda Medine üzerinden Mekke’ye ulaşır ve hacı olur.
Bir kere seyyahlığın tadını alan genç Batuta ülkesine geri dönmek yerine ulaşabildiği yere kadar gezmeye karar verir. Bir kervana katılarak tekrar yol almaya başlayan Batuta önce Necef’te Hz. Ali’nin kabrini ziyaret eder. Daha sonra Basra yoluyla İsfahan’a, oradan da Şiraz’a geçer. Batuta’nın Şiraz’dan sonraki adresi ise Bağdat’tır. Bağdat’tan Tebriz’e, Tebriz’den ise ikinci kez hacı olmak için Mekke’ye doğru gider. Kutsal topraklarda bir yıl kaldıktan sonraki rotası ise Afrika kıyılarıdır.
İbn-i Batuta’nın Afrika seyahati şimdiye kadar sadece isimlerini duyduğu yerleri bizzat görmek duygusuyla başlar. Afrika seyahatine çıktığı yıllardaki yaşı ise 27’dir. Önce Afrika’nın kuzey kesimlerini gezen seyyahımız güneye inerek Etiyopya, Mogadişu, Mombasa, Zanzibar ve Kilva’da birer hafta kalır. Daha sonra Hürmüz Boğazı’nı görmek için tekrar yola çıkar. Dönüşte bir yıl daha Mekke’de kalan Batuta’nın yeni hedefi Hindistan’dır. Yolda kendisine gerekecek tercümanı bulmak için o dönemler Selçukluların yönetiminde bulunan Anadolu’ya gitmeye karar verir. Cenevizlilere ait bir gemiyle Alanya’ya geçen Batuta, buradan da Konya üzerinden Sinop’a kadar gider. İbn-i Batuta “Rihle” ismi verilen seyahatnamesinde Anadolu ve Anadolu insanı hakkında şunları söylüyor: "Bilad-i Rum denilen Anadolu dünyanın en güzel memleketidir. Allah güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Allah’ın yarattıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki bundan ötürü bolluk, bereket Şam’da; şefkat ise Anadolu’dadır denilmiştir.”
Karadeniz’i geçtikten sonra da Kırım’ın Kefe limanına ulaşan Batuta, Volga nehrinin yukarısına doğru yol alan bir kervanla Astrakhan şehrine girer. Astrakhan’a vardıklarında dönemin kağanı hamile olan eşlerinden birinin doğum yapmak için memleketi olan İstanbul’a dönmesine izin verir. Bu seyahatte ona eşlik etmesi için de İbn-i Batuta‘dan yardım ister. İbn-i Batuta 1332 yılında İstanbul’a girer ve bir ay kadar İstanbul’da kalır. Bir ay İstanbul’da kaldıktan sonra Astrakhan üzerinden Hindistan’a gitmek için tekrar yola çıkan İbn-i Batuta önce Afganistan’a, buradan da Hindistan’a ulaşır. Delhi Sultanı, İbn-i Batuta’yı Mekke’de görmüş olduğu öğrenim ve seyahatlerde elde ettiği deneyimler nedeniyle kadı olarak görevlendirir.
Batuta Çin yolunda
Kısa bir süre kadılık yaptıktan sonra Delhi Sultanı Batuta’ya bu sefer de isterse kendi vekili olarak Çin’e gidebileceğini söyler. Bu teklifi hemen kabul eden Batuta‘nın amacı yeni diyarlar görmektir. Batuta Çin’e ulaşmak için yola çıkar ve içinde bulunduğu kervan yolda kimi zaman eşkıyaların, kimi zaman da korsanların saldırısına uğrar. Yolda başına gelen olumsuzluklardan dolayı Maldiv Adaları’na sığınmak zorunda kalan İbn-i Batuta ada halkının isteği üzerine burada kadılık yapmaya başlar. Maldiv Adaları’nda evlenen Batuta uzun bir süre adada kalır. Fakat yol aşkı Batuta‘nın yerleşik hayata geçmesine yine izin vermez. Bir Çin gemisine binerek Çitatong, Sumatra ve Vietnam üzerinden Fujian eyaletindeki Quanzhou şehrine, buradan da kuzeye giderek Şanghay yakınlarındaki Hangzhou’ya ulaşır. Batuta yıllardır yollardadır ve artık doğduğu topraklara dönme vaktinin geldiğini düşünür. Şam üzerinden hac yoluyla Mekke’ye giden Batuta Şam’da babasının ölüm haberini alır. Sardinya’ya uğrayarak Tanca’ya varır ve annesinin de birkaç ay önce vefat etmiş olduğunu öğrenir. Doğum yeri olan Tanca’da da uzun süre kalmayan Batuta buradan Endülüs’e geçer. Daha sonra tekrar Fas’a dönen İbn-i Batuta bir süre Marekeş ‘te kalır. Fakat yollar Batuta’yı yine kendine çeker. Mali’ye gitmeyi kafasına koyan İbn-i Batuta Nijer Nehri kıyılarından geçerek Mali’nin başkentine ulaşır. Burada 8 ay kalır ve buradan da Timbuktu‘ya geçer. Timbuktu’da fazla kalmayan Batuta, Mağrip Sultanı’nın ricası üzerine sarayda görev yapmaya başlar ve 1353 yılında Fas’a kesin dönüş yapar.
Sultan Ebu İnan Faris’in isteği üzerine şair Muhammed İbn Cüzac’a anılarını anlatmaya başlayan İbn-i Batuta‘nın seyahatnamesi de böylece ortaya çıkar. “İbn-i Batuta Seyahatnamesi” bugün Ortaçağ’daki İslam dünyasını en iyi anlatan kitaplardan biri olarak kabul ediliyor. Yüzyıllar boyunca İslam dünyasında bilinmeyen İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nin ilk nüshası Cezayir’de bulunup Fransızlar tarafından Paris’teki Ulusal Kütüphane’ye götürülür. Seyahatname ilk kez 1853’te Fransızlar tarafından basılır ve büyük ilgi görür. “Rıhle” Batı dillerine çevrildikten sonra Doğu’da da önem kazanmış ve İbn-i Batuta bütün dünyada Doğu’nun en bilinen isimlerinden biri haline gelmiştir. Hayatı yollarda geçen ünlü Müslüman seyyah İbn-i Batuta anlattığı yol hikâyeleriyle bugün de seyyahlara ışık olmaya devam etmektedir.
YAZIYA YORUM KAT