Farklı Bir Açıdan #SuriyelilerDefoluyor Hashtagı Üzerine
CHP bu gayrı insani tutumun engellenmesi için birşeyler yapmaz; CHP'li İYİ Partili siyasiler zehirli fikirlerinden vazgeçmez, AKP'li bazı siyasiler dillerine hakim olmaz ve tabanda olumsuz fikirlerin yaygınlaşmasına engel olunmazsa Türkiye'de inşa edilecek Faşizm PEGİDA'yı aratır!
Bu gayrı insani, gayrı vicdani, gayrı ahlaki gelişme CHP tarafından körüklenmeye devam ederse, yaşanacak muhtemel gelişmelerin önünü kimse alamaz. Faşizan zihinle "Kucaklaşma" inşa edilemez. Ömrünüz de bir seçimlik olur.
AKP'nin yanlışlarının sorgulanmasını isteyen insanlar bunu bu ülkenin tüm kesimlerinin hayrına istemekteler. AK Parti'nin yanlışları üzerinden bir seçim kazananlar bu ülkeyi daha vahim yanlışların girdabına sürüklerlerse bedelini hep birlikte öderiz.
"Bir topluluğa olan kininiz..." sizi de bu şekilde adaletsizliğe sürükler ve bunu kontrol altına alamazsanız, bedeli sadece sandık olmaz! Can, mal, akıl, nesil, din emniyeti herkes için geçerlidir! Birileri için savunur görünüp başkaları için çiğnenebilir farz etmek insanlığı öldürür!
Ağır maliyetleri olur ve kimse altından kalkamaz. Üstelik siyasi-stratejik açıdan da rakibiniz karşısında elinizde tuttuğunuzu düşündüğünüz konjonkturel "ahlaki üstünlüğü" de elinizden alır. Sizi destekleyen toplumsal yapıyı da daha fazla kirletir.
Negatif algıların, post-truth düşüncelere evrilmesi noktasında Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Ümit Özdağ ve Meral Akşener kadar toplumun vicdanında açtıkları yaralar, iktidarın dış politika eleştirilerinin ötesine geçip nefretin, aşağılamanın, ırkçılığın tavan yaptığı ve aslında uluslararası hukuk ve vicdan normları açısından da suç ve ahlaksızlık ihtiva eden bir yapıya bürünmüştür. Hashtag’e yazılan yüzlerce yorumun en hafifi “Irkçı değilim ama…” sözleri olmakla birlikte, bu tarz yorumların hemen tamamı gerçekliği ters yüz eden algılardan beslenmiş dezenformasyonlara dayanmakta. Bunların da ana müsebbibi söz konusu siyasi çizgiler, liderler ve sözcülerdir.
“Post-truth” zamanlardan geçtiğimiz, tüm dünyanın buraya evrildiği analizleri eşliğinde, bilginin bu derece hızlı ve yoğun olduğu bir dönemde, aynı “bilgilerin” bu derece çarpıtmaya müsait hale gelmeleri hiç şüphesiz sosyal-psikolojinin ve seçim stratejistlerinin de ağırlıklı bir konusu olmaya başladı. Trump yandaşları ve karşıtlarından Hindistan’daki seçimlere, Almanya’dan İskandinav ülkelerine, Çin’den 31 Mart öncesi ve sonrası seçim ortamına kadar yaygınlık kazanan bir “Zırvaların Egemenliği” dönemi yaşamaktayız. Ama bu türden konular her ne zaman açılsa “K.Kore gibi ülkelerin günahına mı giriliyor acaba?” diye sormadan edemiyor insan. Zira yalanın sürekli tekrarlanması meselesinin ötesinde, algılar, dezenformasyonlar, zırvalar ideolojilerden ve gerçeklik ötesine olan inanç birlikteliğinden kaynaklanıyor. Kitleler kendi önlerine konulanın sahihliğiyle değil, kendi “hakikat” anlayışlarına lojistik taşıyıp taşımadığıyla ilgileniyor tamamen. Gerçek, eğer alt edilmesi gereken düşmanın işine yarıyorsa onu zırvalarla görünmez kılıp mezara gömmenin hiçbir sakıncası yok. Yeter ki mevzileri tahkim etsin. En kötüsü de kitleleri bunun “ahlaki” olduğuna alıştırmanın, artık üzerinde akli melekeler ve vicdanla düşünmeye ve inanmaya çalışılacak bir vasatın kalmamasını normalleştiren bir sürece evrilinmesi.
Çuvaldız da AK Parti’ye
Bu vebalin ağır yükü sizin sizlerin de omuzlarınızda. Binali Yıldırım, Süleyman Soylu gibilerin bu algıların toplumda yarattığı tahribatları onarmak yerine oya tahvil etmek amacıyla yaptıkları açıklamalar az şey midir? İçlerinde merhamet kırıntısı kalmış zihni karışık muhafazakarların da mezkur süreçten olumsuz etkilendikleri de bilinen bir husus.
Öte yandan, saymakla bitmeyecek hatalar zinciri bu sonucu doğurdu. Bir şehrin belediye başkanı seçimi, seçim olmaktan çıkarılıp başka pekçok hesabın görüldüğü/görüleceği bir zemine çekilince, kazananın kaybedene karşı bu meselelerde de haklı olduğu imajını pekiştirdi.
Mesele seçim kaybetmek değil, ülkeyi savaş alanına, seçimi savaş mevzisine dönüştürüp kaybetmek.15 Temmuz'dan beri yapılan dostane uyarılara "ihanet" ithamında bulunup eleştirilere kibirle, hukuksuzlukla, 'Ben yaptım olduculuk'la karşılık vermek. Bindiği dalları tek tek kesmek. Mağdurların feryadını umursamamak. AK Parti arayan kitlelere CHP'lileşerek dönüş yapmak. Siyaseti farklı bir vesayet altına almakla kalmayıp siyaset dilini de despotlastırmak.
"Ah" alıyorsunuz, dedik. Yüzbinlerce insanı yaşanan travmadan kurtarma adına kucaklamak yerine hayata küsecek hale getirenler, yetmeyip seçim propagandalarında rakiplerini aratmayacak derecede belaltıları, yalan ve iftiraları "savaş kazanma" adına normalleştirenler, trollüğe teslim olanlar için bunlar iyi günler bile olabilir.
Savaş arenasına dönen sosyo-politik ortamda tüm partiler elbirliğiyle toplumu kirletmekle meşguller. Kimin başlattığı önemli mi? CHP tarihi itibariyle bu konuda mimli, lakin onu taklit edenlerin suçu az mı?
Ahlaki meşruiyeti elinde tutabilen bir oluşum kaldı mı? Sadece kaybetmeme adına serdedilen ahlâk yoksunu tutumlarla, evrensel vicdanın, normların ayaklar altına alındığı bir iklimle düze çıkmak mümkün mü?
Son söz; “AKP mağdurlar üretti evet, peki yükselenler hangi yeni mağdurları üretmeye aday?”
YAZIYA YORUM KAT