"Farkındalık düzeyleri yüksek olan kimseler kendi ırklarını fetişleştirmez."
Marmara Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ekmel Geçer, ırkçılığın psikolojik bir sorun olduğunu ifade ediyor.
Gülçin Kazan Döğer / AA Ayrımcılık Hatta
Kişilerin ırkçılığa yönelmesinin bir tür psikolojik savunma mekanizması olduğu belirtiliyor
Irkçılık, geçmişten bu yana insanlar arasındaki eşitliği yok sayan ve toplumsal bütünlüğe zarar veren bir sorun olmaya devam ederken uzmanlar kişilerin ırkçılığa yönelmesini bir tür psikolojik savunma mekanizması şeklinde değerlendiriyor.
Marmara Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ekmel Geçer, AA muhabirine, kişilerin ırkçı davranışlara neden yöneldiğine ve ırkçılığın nasıl şiddete dönüştüğüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Geçer, ırkçılığın, ayrımcılık, ötekileştirme ve dışlamayla bağlantılı olduğunu ve bu eylemleri gerçekleştirmek için "ırk" kavramının araçsallaştırıldığını belirterek, tarihte dinleri, etnik kökenleri, fiziksel özellikleri nedeniyle milyonlarca kişinin soykırıma varan saldırılara maruz kaldığını söyledi.
Ayrımcılıkla ilgili ilk örneğin, Hz. Adem'in oğulları Habil ve Kabil'e kadar götürülebileceğini kaydeden Geçer, "Habil ve Kabil'den beri insanların bir kısmı kendilerini diğerlerinden üstün saymış, bu yüzden gruplar arasında büyük çatışmalar çıkmış, binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Maalesef aynı ayrıştırma, üstenci bakış ve ötekileştirme günümüzde de devam ediyor. Sıklıkla tartıştığımız yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve çok kültürlülük korkusu bu davranışların en belirginlerinden." dedi.
Bir savunma mekanizması olarak "Irkçılık"
Geçer, insanların ırkçı söylem ve davranışları tercih etmesinin en önemli nedenlerini "öz güven eksikliği, aşırı kaygılanma ve kendini sürekli tehlikede hissetme" olarak sıralayarak, şöyle devam etti:
"Irkçı davranışlara yönelme, bireyin kendini diğerlerinden üstün görmesi, bazı eşya ve hakların sadece kendine ait olduğunu iddia etmesi en çok da öz güven eksiliği dahil, güvensizlik duygusuyla baş edememesiyle ilgilidir. Bir tür savunma mekanizmasıdır. Bu durum belki fıtri bir özellik olması nedeniyle normal karşılanabilir ama kişinin öfkelenip etrafındakilere zarar vermesi ne kadar 'normalse' ırkçılık da o kadar normaldir."
Sosyal psikolojideki "dehşet yönetimi" teorisine atıf yapan Geçer, "İnsanlar özellikle tehlike ve kaos zamanlarında kendilerini tehdit altında hisseder ve böyle durumlarda kendilerini korumak için aidiyet duygularını artırıcı davranışlarda bulunur. Ne var ki çoğu zaman ait oldukları kabileleri, milletleri ve grupları fetişleştirir." değerlendirmesinde bulundu.
Geçer, insanların kaygılarını, statü arayışı, belli bir grupla özdeşleşme ve aşırı hırsla telafi etmeye çalıştığına dikkati çekerek, "Irkçı kişiler, kutsallarını, etnisitelerini, kültürlerini, dinlerini üstünlük nedeni olarak vurgular ve bu duygularla aşırı özdeşleşir. Aslında bir anlamda ırkçılığın sebebi ölüm korkusudur. Üstünlük ve hırs duygusu insanlara bir ölümsüzlük illüzyonu yaşatır. 'Saf ırka' sahip olmak insanın bu dünyada ebedi kalacağı yanılgısına yol açar." diye konuştu.
"Irkçılık, ruhsal hastalık belirtisidir"
Irkçılıkla psikolojik hastalıklar arasındaki ilişki olduğuna değinen Geçer, ırkçı kişilerde psikolojik bütünlük olmadığını ve "ırkçılığın" psikolojik bir rahatsızlık olarak ele alınabileceğini dile getirdi.
Geçer, ırkçı kişilerin, psiko-kültürel gelişimlerinin yeterli olmadığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Irkçılığın ruhsal hastalık belirtisi olduğunu düşünüyorum. Bu kişilerin, öz saygı ve öz güvenleri az. Dengeli ve farkındalık düzeyi iyi olan insanların, diğer insanları tehlike olarak görmeleri kabul edilebilir mi? Farkındalık düzeyleri yüksek olan bireyler kendi ırklarını fetişleştirmez. Onların yanlışlarını da kabul eder. Her şeyi kendi kültürleri üzerinden değerlendirmez. Hem kendilerinin hem de milletlerinin yaptığı yanlışı rahatlıkla ifade edebilir. Şahıslarına ya da ait oldukları gruplara yönelik eleştirileri kişiselleştirmez ve bu eleştirilere saygı duyar, kabul etmediklerinde de öfkeye kapılamadan, saygıyla cevap verir. Varlıklarını 'farklılık' ve 'üstünlük' üzerinden kurmaz."
"Irkçılık ve ayrımcılık kişi kendini 'kesinlikle haklı' bulduğunda şiddete eviriliyor"
Irkçı ve ayrımcı söylemlerin, kişilerin kendilerini kesin olarak haklı bulduğu anlarda şiddete evirildiğine işaret eden Geçer, "Diğerleri haklı değilse, şiddete maruz kalmalarında bir sakınca yoktur diye düşünürüz. Kişide 'Nasıl olsa sosyal medyada benim gibi düşünenleri kolayca bulabilirim' düşüncesi hakim olur. Onca hem fikirlinin bir araya gelmesi kişiye kendini daha da güçlü hissettirir." şeklinde konuştu.
Geçer, sosyal medyanın ırkçılığın üretilmesinde kritik öneme sahip olduğunun altını çizerek, özellikle dijital algoritmalar sayesinde kişilerin kendi gibi düşünenlerle daha fazla bir araya geldiğini söyledi. Geçer, "Bu durum bizi, yankı odasına (echo chambers) hapsedecek. Orada sadece bizim gibi düşünenlerin sesini, yani kendi sesimizi duyacağız. Bu da farklı fikirdeki herkesi düşmanlaştırmamıza, ötekileştirmemize neden olacak." görüşünü paylaştı.
Irkçılığın şiddete dönüşmesinin bu noktada daha önemli hale geldiğine vurgu yapan Geçer, sözlerini şöyle tamamladı:
"Artık diğerleri kötü, bizler iyiyizdir. Bizi bir araya getirebilecek gri alanları ve diğer renkleri görmeyiz. Elbette şiddet de böyle durumlarda meşru kabul edilecektir. Siyah olanlar neden yaşasınlar ki? Dünyanın 'ötekiler' olmadan daha güvenli olduğu düşünülür. Oysa kocaman bir yanılgı içindeyiz. Tam aksine, dünya 'ötekilerle' güzeldir. Siyahın olmadığı yerde beyazın, beyazın olmadığı yerde siyahın kıymeti yoktur. Empatinin, saygının, sevginin ve merhametin olmadığı hayat ancak zifiri karanlıktır. Aydınlık, huzur ve mutluluk için birbirimizi görmekten ve birbirimize saygı duymaktan başka çaremiz yok."
HABERE YORUM KAT