Fark yok
Aslında bir pazartesi sabahının, daha eğlenceli bir yazı hak ettiğine inanıyorum. Ne bileyim, örneğin "Ahmet Mahmut Ünlü" ile "Ahmet Hakan Coşkun" arasındaki 7 benzerlik ve fark üzerine bir yazı olabilirdi.
Ya da bahtsızlıktan dem vurup, Peygamber'in penceresinin dışında gizli gizli Kur'an dinleyenler ile akıllarını ideolojinin pütürlü zemininin altına astar olarak döşeyenler için "camiye girdim namaz kılmadım, sahura kalktım oruç tutmadım, hacca gittim kurban kesmedim" türü psikolojik süzülmeyi, arınma değil, aksine bahtsızlık olduğundan bahsedip, zavallılıklarını irdeleyen bir trajikomedi de yazabilirdim.
Yazılan bir yazı için, 'bu yazıda ne anlatmak istediniz' şeklinde tepki almak kadar acı verici bir şey olamaz. Zira insanın içinden aynı yazıyı tekrar yazıp "bunu" demek geçiyor. Böyle bir durumla çok sık karşılaşmaya başladım. Ya artık derdimi tam olarak anlatamıyorum yahut okur profili genişledi, tam emin değilim.
"Münevver Karabulut cinayeti" hakkında yazılmadık tek kelime, söylenmedik tek fikir kaldığını düşünmüyorum. İşin içinde hunharca bir cinayet, bir genç kızın cesedi ve ailesinin acısı olunca insan daha dikkatli olmak zorunda kalıyor ama yazılacak her şey yazıldı, söylenecek her şey söylendi kanaatimce. Artık adaletin tecelli etmesini beklemekten başka da çare yok. Dolayısıyla "acılı baba"nın giderek daha da uç savrulmalarla günaşırı medyada boy göstermesinin başka anlamları olmalı.
İşte bu konuyu yazarken olabildiğince dikkatli olmaya çalışarak "Kaynana Semra" ile ilişkilendirdim son durumu. Bazı okurlar bunu yanlış bulurken bazıları tam olarak anlamamış meseleyi. Bir de "Semra Kaynana da kim?" diye soranlar var ki, onlar en şanslı bence.
Süreyya Karabulut ile Semra Türk arasında elbette bir bağlantı ve ilişki yok. Ancak onlara biçilen rollerin giderek örtüşme riski var. Zira her iki ebeveyn de evlat acısı üzerine oturtulan bir süreçte gittikçe çivisi çıkan karakterler oldu. Doğrusu, Süreyya Bey dörtnala Semra Hanım'ın durduğu noktaya doğru koşuyor. Belki farkında değil ama daha önceden onlarca benzer örnek var elimizde. Bir cinayet üzerine medya maymununa dönüştürülen ailelerin yaşadığı trajedi maalesef kurbanları unutturur boyutlara ulaşabiliyor. Semra Hanım'a TV programı sundurtan, Gülten Kızılkaya'ya pavyonda şarkı söylettiren de aynı sürecin etmenleriydi.
Yoksa elbette birinin cinayet sonrası medyatikleştiği, diğerinin medyatikleşmek adına oğlunu ölüme yolladığını elbette biliyorum. Ve açıkçası benimkisi samimi bir hatırlatma ve hatta ricaydı. Dediğim gibi, bu tür medyatikleşme ve ekran maymununa dönüşme, beraberinde tahmin edilenden daha büyük sıkıntıları getirebiliyor. Örneğin diğer çocuklarınız, eşiniz etkileniyor, siz daha da çığırınızdan çıkıp sonradan utanacağınız pozisyonlara düşebiliyorsunuz.
Meseleyi sadece "psikolojik destek alsın" boyutuna indirgemenin çok anlamı olmadığını düşünüyorum. Zira buradaki arıza sadece mağdur babası tarafında değil. Düşünsenize, adamcağız bin tane kameranın önünde "Uğur Dündar gelsin anlatacağım" diyor da sevgili Dündar çıkıp, "Sayın Karabulut bildikleriniz varsa önce polise anlatın, sonra biz zaten haber yaparız" demiyor.
Hâsılı, anlatmak istediğim şey, eğer medyaya mesafe koymadan onu bu kadar ailenize, evinizin içine alırsanız hayatınız kontrolünüzden çıkabilir, çıkacaktır. Yalnız yine hatırlatayım, bu sürecin bir sonu da oluyor tabii ve bir süre sonra gündemden düşünce başınızı vuracak taş arıyorsunuz. Gencecik bir kızını kaybetmiş babayı, diğer çocuklarını ve ailesini kaybetmemesi için uyarmaya çırpınırken, başka türlü eleştiri almak insanı üzüyor sevgili okur.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT