1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. Fahşaya tavır almak, münkeri reddetmek zorundayız!
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

Fahşaya tavır almak, münkeri reddetmek zorundayız!

16 Haziran 2023 Cuma 20:31A+A-

Seçim sonrası iktidar mensuplarının kimi icraatlarıyla bazı tartışmaların yoğunlaştığı görülüyor. Beklendiği üzere Türkiye’de kamusal hayatın nasıl cahili bir zorlamaya maruz kaldığını net biçimde ortaya koyan manzaralar tekerrür ediyor. Yemin meselesinde net biçimde görülen bu tağuti dayatma olgusu Anıtkabir taziminde çok daha açık bir şekilde tezahür ediyor. Yaz mevsimi dolayısıyla çeşitli belediyelerin kültürel etkinlik adı altında düzenledikleri konserler, eğlence organizasyonlarında aynı şekilde vahim çirkinlikler sahneleniyor.

Birileri “bakın omuz verdikleriniz ne zulümlere imza atıyorlar” diye bizlere eleştiri yöneltiyor, “bunlara mı destek verdiniz” diye soruyorlar. Hayır, bizler bu yapılanlara destek olmadık, kimseye de bu zulümleri icra etsin diye destek vermedik. Bizi mevcut iktidara destek vermeye iten saik muhalefetin düşmanlıkta, zulümde sınır tanımayan bir anlayışı temsil etmesiydi. Şu anda eleştirdiğimiz kimi görüntülerin sosyal ve siyasal düzlemde tam tekmil bir hayat tarzına, sistematik, kapsamlı bir ifsad olgusuna dönüştürülme riskiyle karşı karşıyaydık ve hamd olsun bu tehlike şimdilik püskürtüldü. 

Yanlışa, Harama, Günaha Ortak Olmamak

Biz genel manada Müslümanların sevinçlerine ve endişelerine ortak olma kaygısıyla hareket ettik. Şüphesiz iktidar icraatının tamamını benimsememiz söz konusu olamazdı ama mazlumların faydasına olacak adımlara destek olma, onları çoğaltma umuduyla tutum belirledik. Bu tutum elbette yanlışlar karşısında da tavır almayı gerektirir, kim yaparsa yapsın yanlışa itiraz etmeyi, günaha, zulme asla ortak olmamayı gerektirir.

Bu çerçevede ister gönüllü ister mecbur tutulduklarından dolayı yapsınlar hiçbir haramı normalleştirmemeli, sıradanlaştırmamalıyız. Mustafa Kemal tazimine kim ne gerekçe, kılıf üretmeye kalkışırsa kalksın toptan karşı çıkmalıyız. Eğlence, konser, festival vb. isimler altında fahşaya yönelen her sözü, eylemi reddetmeliyiz.

İşte son tartışmalarda görüyoruz, birileri sanatçı adı altında sahneye çıkarılan bazı isimlere seçim sürecinde takındıkları siyasi tutumlarından ya da sarfettikleri kimi sözlerden dolayı şiddetle itiraz ediyorlar. Hiç şüphesiz kendisine açıkça küfredene kucak açmak zelil bir davranıştır, kınanmayı hak eder. Ama burada mesele sadece bu isimlerin siyasal kimliği ya da tavrından ibaret değil ki!

Sorun Politik Olmaktan Önce İdeolojiktir!

Onlar bizzat kişilikleriyle, varlıklarıyla, eylemleriyle bu toplumu, genç nesilleri çürüten müfsid yaratıklardır. Yoz hayat tarzları, kılık kıyafetleri, temsil ettikleri kirli kimlikleriyle uzak durulması, lanetlenmesi, yokluğa mahkûm edilmesi gereken kişilerdir.

Düşünün ki, rezil bir yaratık, her türlü fahşayı sahnede sergileyen bir tip ancak İmam Hatipliler aleyhine sözlerinden ötürü hesaba çekiliyor. Her fırsatta gençleri ahlaksızlığa, edepsizliğe sevk eden bir başkası ancak iktidar seçmenini aşağıladığı için tepki görüyor.

Hayır, burada önemli bir hata yapılıyor. Siyasal tavrındaki edepsizlikten önce bu tiplerin her şeyleriyle zararlı yaratıklar olduğu ve yol açtıkları fesadın asla görmezden gelinmemesi gerektiği ortaya konulmalı. Hesap sorma mekanizması öncelikle bu iğrenç işlevlerinden ötürü işletilmeli. Ne yazık ki ne siyasetin ne de toplumun gündeminde böyle bir hassasiyet yok ya da çok zayıf. Maalesef bizler de sürekli fahşayı, fesadı soluya soluya bunlara alışıyor, bir müddet sonra normal görmeye başlıyoruz.

Oysa bu şeytani oluşumlara, faaliyetlere karşı mutlaka hassasiyet geliştirmeliyiz. Toplumu bu yönde teşvik etmeli, siyaseti etkilemeye, yönlendirmeye çalışmalıyız. Elimizden geldiğince bu bağlamda bir gündem oluşturmaya çalışmalıyız. Bunun için de elbette kendi gündemimizde, sözlerimizde, kalbimizde bu hassasiyet yer tutmalı. Haramlara, günahlara, fahşaya, şeytanların yaydıkları çirkinliklere karşı tavır geliştirmeliyiz. Görmezden gelmemeliyiz, geçiştirmemeliyiz.

Hassasiyetlerin Aşınması ve Duyarsızlaşma Riski

Eğer biz tavır geliştirmezsek, reddetmezsek bir müddet sonra bu hassasiyetlerimizin aşınması kaçınılmaz hale gelir. Bakın gençlerde genel manada bu hassasiyetin zayıf olduğunu görüyoruz. Maalesef Müslüman ailelerin gençleri bile esmekte olan bireyci, modernist rüzgarların etkisiyle duyarsızlaşıyorlar. Gençlerimizin bir kısmı yanlışa yanlış demiyor, gördükleri çirkinliklere karşı “onların hayatı, bizi ilgilendirmez” deyip geçiyorlar. Ne yazık ki önceki nesillerin tepkisizliği, sonraki nesillerin duyarsızlığını besliyor.

Hayır, bu tutum İslami şahsiyetin bir tezahürü değildir. Biliyoruz ki din hayata müdahale eder. Hayata müdahale etmeyen din Allah Teala’nın sahih, muhkem, korunmuş dini olamaz.

Bazıları geçmişte insanların nasihate, uyarıya açık olduklarını ama modern hayatta artık kimsenin buna tahammül göstermediğini, dolayısıyla “emri bil maruf ve nehyi anilmünker”in zemininin kalmadığını düşünüyorlar. Bu düşünce doğru değildir. Şüphesiz bireyci kültür ve modern hayat tarzının yaygınlaşması insanların başkalarına kulak vermesini, tavsiyelerini, uyarılarını dikkate almasını zorlaştırmıştır ama bu geçmişte herkesin bu hususta çok tahammüllü ve iyi niyetli oldukları anlamına gelmez.

Bilakis günaha, şirke, zulme bulaşanlar her zaman uyarılara, ıslah çağrılarına, hayatlarını değiştirme tavsiyelerine önyargılı yaklaşmışlardır. Bu anlamda uyarma, ıslah etme çabası her zaman zor olmuştur. Nitekim Salih’in kavmiyle olan mücadelesinde de bu durumu net biçimde görmekteyiz: “Artık, Salih onlardan yüz çevirdi ve ‘Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz’ dedi.” (Araf, 7/79)

Abdullah b. Mes‘ûd’un rivayetine göre Resûlullah (s), İsrâiloğulları arasında kötü davranışların yaygınlaşmaya başlamasını şöyle tasvir etmiştir: “Bir kimse günah işleyen birine rastladığında ona ‘Allah’tan kork! Bu işi yapma, sana helâl değildir’ der, ertesi gün onu aynı halde görse de onunla oturabilmek ve yiyip içebilmek için artık ikaz etmezdi. Hepsi böyle yapar hale gelince Allah onların kalplerini de birbirine uygun hale getirdi.

Rivayete göre Resulullah bu açıklamayı takiben Maide, 5/79 “Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür.” ayetini okumuş sonra şöyle buyurmuştur: “Aman dikkat edin! Allah’a andolsun sizler de ya iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve zalime zulmünden vazgeçinceye kadar baskı yaparsınız ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirine benzetir, onlara lânet ettiği gibi size de lânet eder” (Tirmizî, Tefsîr; Ebû Dâvûd, Melâhim; İbn Mâce, Fiten)

Sonuç Almakla Değil, Tavır Almakla Mükellefiz!

Biliyoruz ki inancımız, akidemiz, dünya görüşümüz yeryüzünde fitnenin tamamen ortadan kalkmasına kadar bize mücadele etme vazifesi yüklüyor. Münkere tavır almayı emrediyor. Bunu gücümüz ve imkanlarımız nispetinde yapmak zorundayız. Bu tutumun birtakım bedelleri olabilir. Gerekirse birileriyle aramız açılmalı, ilişkilerimiz bozulmalı yeter ki Rabbimizle aramız açık olmasın. Haktan yana tavır almaktan ötürü başımız ağrıyacaksa ağrımalı, belaya girecekse girmeli. Ama Allah için hakkı söylemekten asla geri durulmamalı!

Unutmayalım ki işimizle, evimizle, ticaretimizle, kariyerimizle, unvanımızla, çoluk çocuğumuzla, akrabalarımızla hep imtihan olunuyoruz. Tüm bu imtihan alanlarında tökezlememek, yalpalamamak ancak yalnız Allah için olma bilinciyle hareket etmekle mümkündür. Rabbimizin “emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun” emri şiarımız, hayat rehberimiz olmalı.

Hevaya Teslimiyet Zelil, Rabbe Teslimiyet Aziz Kılar!

Biliyoruz ki Rabbu’l-Alemin’in belirlediği kurallara, hududullaha riayet edilerek sürdürülen bir hayat insanı aziz kılar, sahibine izzet bahşeder. İnsanların tasvibine ayarlı hayatlar ise belki geçici başarılar, kısa süreli mutluluklar ama kalıcı bedbahtlıklar getirir. Aişe (rh) validemiz Resulullah’ın (s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim insanların gücenmesini göze alarak Allah’ın rızasını gözetirse, insanlardan gelen sıkıntılara karşı Allah ona yeter. Kim de Allah’ın gücenmesini göze alarak insanların rızasını gözetirse, Allah onu insanlar(ın insafın)a bırakır.” (Tırmizi, Zühd)

Maalesef insanların büyük çoğunluğu aziz olanı bırakıp değersiz olana yönelmekteler. İnsanlarla iyi geçinme hevesine kapılıp Rabbu’l-Alemin’in rızasından uzaklaşabilmekteler. Geçici dünya menfaatleri için ahiretlerini tehlikeye atmaktalar. Oysa Rabbimiz Müminlerin geçici değil, kalıcı olana yönelen insanlar olduklarını bize bildirmiştir.

Tüm bunlar insanları yoran, şahsiyetsizleştiren, zillete sürükleyen kalbi marazlardır. Kalbimizi diri tutalım. Dünyevi manada bir bedeli olsa da hayırlı olanı tercih edip, saadeti geçici ve sahte hazlarda, kazanımlarda, başarılarda aramayalım. Siyasetçilerin tökezlediği yerin tam da burası olduğunu biliyoruz. Ve dışarında bakınca da düştükleri durumu net biçimde görebiliyoruz.

Muhasebe ve Özeleştiri Yapmalıyız!

Peki, biz bu mantıktan ne kadar uzağız? Belki onlar kadar somut, açık ve kapsamlı çelişkiler içerisine düşmüyoruz ama acaba bizim hayatımıza yansıyan zikzaklar, tutarsızlıklar karşısında da net tavır alabiliyor muyuz? Siyasilerin batıl değerler üzerine ettikleri yemin ya da Anıtkabir tazimi hepimizi rahatsız ediyor. Peki, okula gönderdiğimiz çocukların ulusal bayram, tören vs. adına sürüklendikleri ortamlardan da aynı şekilde rahatsız mıyız? Örneğin çocuklarımızı bu zulme, zorbalığa karşı bilinçlendiriyor muyuz? En azından buğz etmeye, bu dayatmaya, zulme, şirke karşı sürekli bir karşıtlık, itiraz, nefret içinde olmaya onları teşvik ediyor muyuz?

Siyasilerin Mustafa Kemal tazimine yönelik sözleri bizi rahatsız diyor. Peki, ticari alışveriş içinde olduğumuz firmaların, müesseselerin Mustafa Kemal’i yüceltme adına yaptıkları da aynı şekilde bizi rahatsız ediyor mu yoksa ticari işlerde önemli olan menfaat, kazançtır diye mi düşünüyoruz?

Mersin’de asker cenazesinde CHP’li vekil dua eden Hocayı gayet çirkin bir şekilde Mustafa Kemal’i anması için uyarıyor, Hoca da denileni yapıp duasına tağutu da dahil ediyor. Tersinden düşünelim, biz katıldığımız bir cenazede bu şekilde tağuta dua eden bir Hoca ile karşılaşsak, Hocaya bu yaptığının kabul edilemez olduğunu söyler miydik? Böyle bir uyarı yapma ihtiyacı hisseder miydik? Yoksa içimizden lanet okuyup geçer miydik?

Görmezden Gelmeyelim, Zamanla Gerçekten Göremez Hale Gelebiliriz!

Tavır alalım ve imanımız tavra dönüşsün, görünür olsun! Örneğin tağutlarınadının anıldığı her yerde hiç olmazsa yüzümüzü ekşitelim. Irkçı cahiliyenin kutsandığı her cümle ruhumuzu sıksın ve bu sıkıntımızı dışarıya yansıtalım. Sokaklara taşan edepsizlikler karşısında umursamaz bir tavır takınmayalım, en azından tiksindiğimizi belli edelim. Örneğin sokakların plaja dönüşmesine, reklam panolarında sergilenen fahşaya tepkisiz kalmayalım. Bu edepsizliği açıkça lanetleyelim.

Düşünün ki, çoluk çocuğunuzla sıkışık trafikte seyahat ediyorsunuz ve birileri reklam adına en rezil görüntüleri gözünüzün içerisine sokuyor. Bu münkeri elimizle tasfiye etmemiz mümkün olmasa bile hiç olmazsa şikâyet etmek, karşı çıkmak, en azından buğzetmek mutlaka gerekir. Aksi halde imani bir zafiyet söz konusu olabilir.

Özetle hududulllahı gözetme, koruma hususunda daha net, daha açık ve etkin olmak durumundayız. Haramların, günahların, fahşanın yaygınlaşması, bir sel gibi ortama tümüyle hakim olmasına karşı yapabileceklerimiz vardır ve bu konuda hassasiyetimizi artırmalıyız.

Yine mesela bizi davet eden kişiler çok yakınımız, kıramayacağımız akrabalarımız, komşularımız olabilir ama helal-haram çizgilerinin birbirine karıştığı bir düğün ortamının bizler parçası olmamalıyız. Hududullahın gözetilmediği, hassasiyetlerimizin dikkate alınmadığı ortamlarda bulunmak zorunda değiliz. Bilakis o tür ortamları terk etmekle mükellefiz.

Tavrımız İddiamızı Yansıtmalı!

Bizler iddia sahibi insanlarız. Haramlar konusunda net olmak yanında şüpheli şeyler hususunda dahi tavır sahibi olmalıyız. Şüpheli şeylerden kaçınma hususunda gevşek tutumun zamanla haramlara kapı aralayabileceğini bilmeliyiz. Resulullah’ın (s) şu uyarısına kulak vermeliyiz: “Helaller bellidir; haramlar da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunu bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Bu tıpkı bir koruluğun etrafında hayvan otlatan çobanın durumuna benzer, sürüsü her an oraya girebilir. Bilin ki her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise O’nun haramlarıdır.” (Müslim, Musakat)

Rabbimiz İslam’ın izzetiyle bizi aziz kılsın, cahiliyenin, şirkin, küfrün zilletinden bizi ve yakınlarımızı muhafaza buyursun. Aziz ve Celil olan Allah bizi her durumda, her ortamda hakka tabi olanlardan eylesin.

YAZIYA YORUM KAT

20 Yorum