Fadlullah ve edebiyat
İran İslam Devriminin yıldönümü dolayısıyla İran’daki el Vifak gazetesinin yayınladığı söyleşisinin özetini okuyunca ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha anladım. Lübnanlı büyük âlimin Kur’an tefsirlerini kapsayan ders notlarıyla seksenli yıllarda karşılaşmıştım. Akademi Yayınları bir seri tercüme yayınlamıştı. Şii dünyada neler olup bittiğini anlamak için her sese kulak verdiğimiz zamanlar.
Bütün ABD üniversiteleri ve düşünce kuruluşları Şii ve Sünni dünyanın arasında itikadi olarak uçurumlar bulunduğunu, bu devrimin din dışı bir mezhebin müntesiplerinin çağ dışı kalkışmasından başka bir şey olmadığını açıklamak için seferber olmuşlar, Sünni dünyanın etkilenmemesi için geniş bir karalama kampanyasına girişmişlerdi.
Türkiye’de de birçok yazar, ilahiyatçı, bilim adamı Caferiliğin hak mezhep olmadığını ileri sürerek kuşkular yaratmaya çalışmış, büyük bir kesimin devrime soğuk ve mesafeli yaklaşmasında rol oynamışlardı.
Sünni dünyanın bu uzlaşmaz tutumunun ardından İran’a yaptığım ilk seyahatte bu sefer de kimi yerlerde çok katı Şiilerle karşılaşmış ve özellikle Hz. Ayşe’ye yönelik suçlamalar ve ağır dil karşısında hayal kırıklığına uğramıştım. İşte bugünlerin şefkat eli gibiydi Fadlullah. Bütün bu ayrımcılığın bölgede emperyal hedefleri olanların işine yaradığını, iki mezhebin dostça, kardeşçe yakınlaşması gerektiğini söylerdi. Namazı üç vakit değil de Sünniler gibi beş vakit kılmanın faziletini anlatırdı tıpkı İmam Humeyni gibi.
Halil Çelik’in bildirdiğine göre (bir vasiyet gibi alıyorum artık) yine İslam birliğinin sağlanması için Şii ve Sünnilerin birlikte çaba sarf etmesini istemiş. Anlaşmamızın imkânsız olduğu konulardaki ihtilafları fıkıh, fikir ve akidedeki çeşitlilik olarak değerlendirmemizi önermiş. Üzerinde anlaştığımız konular yüzde seksen olmasına odaklanmamızın, düşmanın oyununu bozacağını söylemiş. Yemen’de, Irak’ta, Pakistan’da mezhep farklılıklarından çatışma üreten çabalara Suudi âlimlerin destek vermesine ne kadar üzüldüğü belli.
Fadlullah yapıcı, kuşatıcı, geniş bir tecrübe alanından ses veren yazıları konuşmalarıyla İslam dünyasının ortak bilinç üretmesinde çok büyük bir imkân.
“Min Vahy’il Kur’an” adlı tefsir ciltlerinde (Akademi Yay. 1989)geniş yüreğini, akleden kalbini bize gösterir. “İnsanlar aslında bir tek ümmet idi” diye başlayan Bakara 213. ayeti açıklarken, bozgunculuktan beslenenlerin kaynağını gösterir.
Kur’an’ın icazından bahsederken de vahiydeki ölümsüz sırların perdesini aralar. Sözler sürekli ve büyük bir hayattan sökün edip gelmektedir ki, insana ve yeryüzüne sürekli değişmekte olan hayatın değişmeyen sırrını bağışlasın. Ona ölümden bir köprü yaparak sonsuz hayata ulaşmanın imkânını ve yolunu göstersin. Ölümü insanın gözünde basite indirsin, ölümün ötesine ulaştırsın onu. Ölümden kurtulan insan, dünyasını değiştirdiğinde, hayat, tertemiz denizlerde ruhun saflığıyla yüzüp gittiği güzel rüyalar gibi kalır aklında. Beka âleminde görüntü netleşir, kuşkular dağılıp gider. Bu mealde tefsirlerle insanın hayatını yükseklere, yücelere, temiz arı bir düzeye doğru yönlendirmeye çalışması, yaşamdaki önceliklerimizin nasıl sıralanması gerektiği hususunda benim kuşağımı çok etkilemiştir.
Bir gün karşılaşacağımızı hayal bile edemezdim. IHH ile birlikte mülteci kamplarını ziyaret için yaklaşık bir yıl önce Lübnan’a gittiğimizde, sessizce hayaller kurmaya başlamıştık. Randevu alıp onu yormak, meşgul etmek, hele de güvenliğini tehlikeye atmak istemiyorduk ama birden her şey olumlu gelişip yolumuz açılınca, altı yedi kişilik heyetimizle kendimizi karşısında dizili buluverdik. Sadece o küçük cüssenin içinde vakarla duran, yaşı olmayan ruhun yaydığı dile gelmez, aşkın mı aşkın yücelik hissiyatını teneffüs etmek yeterdi benim için.
Kendimizi tanıtmamız istendi. Yanımızda kıymetli Ortadoğu uzmanları Mustafa Özcan, Ahmet Varol ile Demet Tezcan ve IHH’nın kıymetli emekçileri vardı. Belirgin bir vasfı olmamak çok zor oluyor böyle durumlarda. Sıra gelince hikâye yazıyorum dedim sadece. Birden ayağa kalkacakmış gibi doğruluşunu, “çok tebrik ederim, bu ümmet için ne kadar önemli” mealinde devam eden sözler söyleyişini unutmam mümkün değil. Çünkü zihnimden edebiyatla ilgili ikircikli düşüncelere dair bir perdenin daha kalktığı, yazma yolunda güç koşullara karşı direnişimin bilendiği bir andı. Bu heyecanının benim şahsımla hiçbir ilgisi yoktu elbette. Öyle olsa yazılamaz tabii. Sadece sanata, edebiyata, hikâyelerimizin yazılması gereğine inancının bir tezahürüydü bu mültefit tavır.
Fakat ben genç bir İslamcıyken onun şu cümlelerini de okumuştum: “Her şeyden önemli olan kişinin Kur’an okuması ve ona kulak vermesidir. Sözlük kitaplarına takılıp meseleleri kelimelerle dondurmamasıdır. Edebiyat ve belagat kitaplarının güzel havasına ve sanat ölçülerine kapılıp da oralarda tıkanmamasıdır. Kur’an sözcükleri sözlük kitaplarında dağılıp giden harfler değil, insanın içindeki anlam genişledikçe her sözcük yerini bulur, nasibini alır.”
ÖZGÜN DURUŞ
YAZIYA YORUM KAT