Eynesil’de Askeri Vesayet Sorunu Konuşuldu
Kenan Alpay, Eynesil'de ‘Türkiye’de Askeri Vesayet Sorunu’ başlıklı bir konferans verdi.
GİRESUN- Eynesil Ebrar Eğitim ve Dayanışma Platformu’nun tertip ettiği ‘’İslami Düşünce Konferansları’’ serisinin altıncısı Kenan ALPAY’ın ‘Türkiye’de Askeri Vesayet Sorunu’ konulu tebliğini sunmasıyla devam etti. Konferans Fikri ÇOBAN hocanın Kuranı Kerim okumasıyla başladı. Özgeçmişi takdim edilen Kenan ALPAY konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet edildi.
Kenan ALPAY şunları söyledi:
Askeri vesayet meselesinin Türkiye halkının başına musallat edilmiş en önemli kriz konularından biri olduğunu ifade eden Alpay askeri vesayetin tarih içerisinde siyasal ve sosyal hayatta geçirdiği evrelere dikkat çekti. Askeri vesayetin modern literatürdeki adının militarizm olduğunu ifade eden Alpay şunları ifade etti: Militarizm demek askeri duygu, düşünce, mantık ve işleyişin siyasal ve sosyal hayata hâkim kılınması demektir. Asker gibi düşünen, davranan, ilişki geliştiren, hiyerarşi kuran bir toplum inşa etmek militarizmdir.
‘Asker-ordu her şeyin en iyisini bilir, kurtuluş bütün bir topluma askeri disiplin kazandırmaktır’ söyleminin toplum ve devlet katında hatta kültür ve edebiyatta hâkim olması için gayret gösteren yüz yıllık bir devlet var karşımızda. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908’de gerçekleştirdiği darbeyle vesayet krizi başlamış ve bu bayrağı devralan Kemalist kadrolar eliyle daha ileri aşamalara taşınmıştır.
Tek Parti Dönemi, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan, Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, İnternet Andıcı ve daha birçok hukuk dışı eylem ve süreç askeri vesayetin en somut, en can yakıcı göstergeleri olarak kaydedilebilir. Oysa ki Silahlı bürokrasi tarafından şekillendirilen merkezdeki sermaye, siyaset, akademi ve medya sınıflarının geniş toplum kesimlerinden yükselen hak taleplerini bloke etmek üzere inşa ettikleri bu çarpık ve zalim statüko ile adaleti, huzuru ve kardeşliği temin etmek mümkün değildir.
Güç ve saygı timsali modern bir tabu gibi topluma dayatılan Kemalizmin korunması ve kollanması için orduya dokunulmazlık hatta kutsiyet atfedildi. Ordunun toplum nezdinde dokunulmaz hatta kutsal kılınması için akıl, hukuk, imaj vd. kadar dini-mistik değerler de devrede tutuldu. Her yol ordunun dört dörtlük güç ve saygınlığını teminat altına almaya çıkıyordu.
Darbe politikaları yoluyla dört nesildir bütün imkânlar seferber edilerek topluma TSK’nın nasıl ve ne kadar güçlü olduğu bilfiil belletildi. Bu belletme işi burada da kalmadı üstelik. Düzenli olarak kamuoyuna sunulan sözde araştırma şirketleri raporlarıyla TSK’nın güçlü olduğu kadar en saygın kurum olduğu da dikte edildi.
İttihat ve Terakki’nin ihdas ettiği ve Mustafa Kemal’in ideolojisini ve kurumsal kimliğini netleştirdiği politikalar özellikle “Ordu-Devlet” ve “Ordu-Millet” terkibini meşrulaştırmaya odaklanmıştı. Bu politikalar üzerinden ordu, devletten de milletten de hem daha güçlü hem de daha saygın bir statüye yükseltiliyordu.
Bilindiği üzere “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganı iktidar sınıflarının her zaman için ana sloganıydı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde geçen “irtica, bölücülük” vb gibi tehditlere nefes aldırmayacak, onları saklandıkları deliklerde enseleyecek, gerekli cezayı verecek gücün adresi tereddütsüz hep TSK’ydı!!
Siyasete ve topluma vesayet edecek bir ordu, toplumu yukarıdan aşağıya mühendislik hesaplarıyla dizayn etmeyi uhdesine almış bir TSK yapılanmasına makul ve mantıklıdır denilemez, sessiz kalınamaz. Unutmayalım ki kontrolsüz ordu, ordu değildir. Kontrolsüz ordu olsa olsa cunta olur, çete olur, darbe yapar.
Topluma balansa ayarı yapmayı iş edinen generaller ordusu elbette veayeti sürdürmek için her yolu denerler ve yeni yollar üretmek için kumpaslar kurarlar. Kimi zaman ‘Topyekun Savaş’ ilan ederler kimi zaman gazete manşetleri üzerinden ‘Gerekirse Silahla’ diye manşetler attırırlar. Toplumu ve siyaseti süngü zoruyla, dipçik zoruyla hizaya çekmeye kalkışırlar ve tehdit unsuru olarak “28 Şubat 1000 yıl sürecek’ diye kabadayılık yaparlar.
Ergenekon ve Balyoz davalarının iddianamelerini dikkatle okumalıyız. Askerin, ordunun siyaset ve toplumu tasallut altında tutmak üzere ne gibi plan ve programlar üzerinde çalıştığını dikkatle takip etmeliyiz. Kurmay sınıfın ürettiği komplo ve sabotaj, cinayet, faili meçhul gibi provakatif eylem planlarının icra edilme aşamasında kamuoyunu nasıl hazırladığını söz konusu davaların iddianamelerinden takip etmek de mümkün.
Milli Güvenlik Derslerine giren subaylara tevdi edilen görevlerin başında istihbarat toplamak ve bu istihbarat raporlarını düzenli olarak komuta kademesini sunmak var.
Diplomasiye, kültüre, eğitim sistemine, camide verilen vaazlara kadar burnunu her işe sokan bu militarist gelenek saksıda yetişmiyor. Askeri okullar birer darbe fideliği gibi iş görüyor. Askeri vesayet ciddi bir darbe yemiştir. Fakat rehavete ve galibiyet havasına girmeye hiç gerek yok.
Darbecilerin ideolojisi Kemalizm bütün resmi kurumların resmi itikadıdır. Askeri vesayetin merkezinde yer alan ordu kurumudur, Genelkurmay karargâhıdır. 12 Eylül anayasası, TSK İç Hizmet Kanunu, Askeri Yargıtay ve Danıştay, Yüksek Askeri Şura Kanunu, askeri liseler ve akademiler müfredatı yerli yerinde durmaktadır. Gelenek ve teamüllerin darbelerin icra edilmesindeki kritik belirleyiciliği göz önünde tutulmalı ve bu yollar tamamen kesilmelidir.
Toplumsal taleplerin, siyasal iradenin askeri mantık karşısında ‘ast’ muamelesi görmesini istemiyorsak ona yerini, görev ve salahiyetlerinin sınırlarını iyice belletmek zorundayız. Askeri vesayetin önünü kesmek, toplumsal adalet ve özgürlükleri teminat altına alabilmek için TSK’nın her kademesinin emir ve görüş bildirmeye değil almaya hazır hale getirilmesi gerekir.
Program soru-cevap faslının ardından 21 Nisan 2012 Cumartesi günü Hülya Şekerci’nin sunacağı ‘Kuran-Hayat Ekseninde Mümin Kadın’ konulu konferansının duyurusu ile sona erdi.
HAKSÖZ-HABER
HABERE YORUM KAT