1. YAZARLAR

  2. BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

  3. Evrim Kuramı ne anlatıyor? -2
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

Evrim Kuramı ne anlatıyor? -2

11 Nisan 2009 Cumartesi 19:19A+A-

“Evrim Kuramı”na Gerçekçi Bir Bakış-1 başlıklı konuyla ilgili ilk yazımızda İslam’ın algısı ile Batıda gelişen algının kısa serüvenini konu edinmiştik. İslami bilgi birikiminde ortaya konan evrimci yaratılış teorilerini, Kilise’nin dogmatizmini ve bu dogmatizme savaş açan aydınlanmacıların İslami mirastan yararlanmalarını konu edinmiştik. Özgün Müslüman düşünüşün ya kırk katır ya kırk satır misali dayatılan “ya evrimci materyalizm ya evrim düşmanı dindarlık” kısır döngüsünden farklı, başka bir okuma yapabileceklerini düşünüyoruz.

Zaman Yazarı Ali Ünal “Evrimin, hem kaynağı hem neticeleri itibarıyla dünya görüşünden tarih görüşüne, ekonomiden siyasete, felsefeden dine ve metafiziğe, oradan ahlâka kadar pek çok tesirleri, yankıları ve yönlendirmeleri söz konusu” olduğunu yazıyor. Oysa Evrim kuramının sahibinin materyalistler olmadığını, Bir kuramın yanlış yorumlara alet edilmesinin o kuramın yanlış olduğu anlamına gelmeyeceğini bilmesi gerekirdi. Ancak kendisi Evrim karşıtlığını Dini bir vecibe olarak telakki eden cemaatin yazarı olduğundan bu haklı tespitini evrim karşıtlığını haklı çıkartmak için durağan evren ve statik yaratılış anlayışını da paylaşıyor. Oysa Evrimin yaratılış planındaki yeri doğru anlaşılırsa Allah’ın her dem hayata yasalarıyla müdahalesi ve “yaratış” halinde olduğu gerçeği daha net anlaşılır.

Afgani, Abduh, Beheşti, Mutahhari, Şeriati…

Darwin, Türlerin Kökeni'nde, "Başlangıçta bir veya birkaç biçime (Yaratıcı tarafından üflenmiş) hayata dair bu görüşte bir ululuk var" der. Cemaleddin Afgani, Yaşamın tümüne yayılan bu yaratıcı ruhu reddetmedikçe evrime olumlu yaklaşılabileceğini, evrimle değil materyalizmle mücadele edilmesi gerektiğini söyler. Hatta Evrim kuramının yaratılışı daha iyi anlamamıza yardımcı olacağını söyler. (C. Afgani’nin Hatıraları, Mahzumi Paşa, Klasik Yay.) Bu yaklaşımın tezahürlerini Afgani’nin öğrencileri Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’ya ait olan el-Menar Tefsiri’nde de okumaktayız. Evrim konusunda özgün duruş sergileyen ilim adamları arasında Şehid Ayetullah Beheşti, Şehid Ayetullah Bahoner, Şehid Ayetullah Mutahhari, Şehid Dr. Ali Şeriati evrimsel yaratılışı anlamaya ve bu planı değerlendirmeye çalışan İslam alimlerinden sadece birkaçıdır…  (Afgani, Beheşti, Bahoner, Mutahhari ve Şeriati’nin yaklaşımlarını 3. Yazımızda konu edineceğiz.)

Kilise’den bağımsız şekilde düşünebilen ender isimlere de rastlayabiliyoruz. Örneğin Türkçe’ye İnsanın Tabiattaki Yeri” (İst. İşaret Yay.)başlığıyla çevrilen kitabıyla Din-Evrim ilişkisini inceleyen arkeolog rahip Teilhard de Chardin’i görüyoruz.

Yorum ve Kuramı Ayrıştırmak

Evrimsel yaratılış düzeneğinin işleyişi konusunda Charles Darwin’in ortaya koyduğu bilimsel kuram konusunda popüler ve yüzeysel bilgilerin ötesinde maalesef bugün Müslümanların fazla bilgisi bulunmamaktadır. Çoğu zaman evrim kuramıyla ilgisiz kimi iddialar ya da evrim kuramı etrafında üretilmiş şehir efsaneleri tekrarlanmaktadır. Oysa ifade edilen şeyin ne olduğu tam anlaşılmadan yapılan reddiyeler de dini bir vecibe aşkıyla ortaya konmaktadır. Oysa Kuram ve o kuramın yorumlanması ayrı şeylerdir. Kuram (Teori), Edinilen bulgulara ve kanıtlara dayanılarak ortaya konan bir düzenek tezi, değerlendirme iken Kuramın yorumu bu kuramdan yola çıkarak dini, felsefi ve sosyolojik çıkarımlarda bulunmak kuramdan hareketle öznel yorumlarda bulunmaktır. Bu açıdan baktığımızda Evrim bir kuram, Materyalist yorumun neticesi olan Sosyal Darwinizm, Faşist Darwinizm, Marksist ya da Anarşist Darwinizm ise bu kuramın yorumlanma biçimidir. Aynı kuramı Müslümanlar ve de Chardin gibi Hristiyanlar ise kendi paradigmalarına göre değerlendirmektedirler.

Şimdi isterseniz Evrim Kuramının ve bu kuramın yorumlarının ne dediğine bakalım:

Evrimin mekanizmasınının anlaşılmasında ve açıklanmasında bugün geçerli olan bilimsel sentez, İngiliz doğabilimci Charles Darwin tarafından 1859'da ortaya atılmış olan evrim kuramı üstüne kuruludur. Darwin, organizmaların evrim sonucu ortaya çıktığını ve organizmaların göz, kanat, böbrek gibi belirli bir amaca hizmet eden organlara sahip olmalarının yine evrimin bir sonucu olduğunu ileri sürdü. Bu iddiası temelde doğru olmakla birlikte eksikti. Darwin, kuramını doğal seçilim adını verdiği sürece dayandırıyordu. Ona göre türdeşlerine göre daha çok işe yarar özelliklere sahip olan canlılar (örneğin daha keskin görüşe sahip olanlar ya da daha hızlı koşanlar) hayatta kalma yarışında avantajlı duruma geçiyor, bu nedenle soyunu devam ettirme şansını artırıyordu. Darwin 1831-1836 yılları arasını, işi gereği, dünyanın farklı bölgelerine seyahat ederek geçirmişdi. Bu yıllarda aklında bir tür evrim kuramı şekillenmeye başladı. Beagle Gemisiyle farklı bölgelerde geçen 3 yıl sonunda, evrim teorisine en çok katkıda bulunacak yer olan Galapagos Adalarına vardı. Bu adalardaki doğal yaşamı ve canlıları, Güney Amerika'dakiler (anakara) ile kıyasladı ve o dönem için şaşırtıcı bazı bağlantıları keşfetti.

Darwin burada, "başarılı nesiller sonunda, yeni bir türün, hali hazırdaki bir türden yavaşça farklılaşarak oluştuğu" kanısına vardı. Doğal seçilim adını verdiği bir işlem sonucunda bu değişimlerin ortaya çıktığına inanıyordu:

Darwin'in bu teorisi 3 ana temel üzerine oturmuştur:

  1. Bir canlı popülasyonunda çeşitli karakteristikler mevcuttur ve bu değişken karakteristikler popülasyondaki bireyler tarafından yeni doğanlara aktarılır.
  2. Canlılar ölenlerin yerine geçecek sayıdan daha fazla yavrularlar.
  3. Ortalamada popülasyon rakamları genelde sabit kalır, hiçbir popülasyon sonsuza kadar büyüme göstermez.

Canlılar gezegende oluşan değişimlere göre kendi yapıları da değişiyordu. Bu değişimde hayatta kalma mücadelesi doğal seleksiyon(seçilim) ve karşılıklı yardımlaşma gibi faktörlere göre devam ediyor. Bu durum Darwin’in elde ettiği bulgular ve gözlemleri düzenli biçimde açıklamasıydı. Ortaya konan bu açıklama tarzı Kilisenin durağan yaratılış dogmasını sarsıyordu. Evrimi sürdüren üç temel süreç vardır; Doğal seçilim ve genetik değişim ve karşılıklı yardımlaşma. Bu süreçlerin ilki olan doğal seçilim, bulunduğu ortama en iyi uyum sağlayan bireylerin hayatta kalmasını ve kendi genlerini yavrularına aktarmasını, diğer bireylerin ise üreme şansı bulamayıp genlerinin ortadan kalkması sonucunu doğurur. Doğal seçilim ile hayatta kalmaya yardımcı olan yeni özellikler sağlayan mutasyonlara sahip bireyler hayatta kalarak popülasyonda baskın hale gelir, hayatta kalma şansını azaltan mutasyonlara sahip bireyle ise yok olur. Bu sayede sonraki nesildeki bireyler, atalarından aldıkları genler sayesinde ortama daha iyi uyum sağlar ve hayatta kalmakta daha başarılı olurlar. Hayatta kalmada başarılı olmanın yani seçilimde kazanmanın en temel unsuru da karşılıklı yardımlaşma/dayanışmadır. Canlılar bu uyum süreci ile yaşamakta ve çeşitlenmektedir. Rus anaşist teorisyen ve doğabilimci Kropotkin, canlılar arasındaki karşılıklı dayanışmanın özellikle sosyal darwinistlerce gözardı edilerek kainattaki sistemin güçlü-zayıf çatışmasındaki bir gladyatörler arenası gibi algılandığını oysa evrimsel sürecin karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma faktörünün de var olduğunu anlatır. Yaptığı gözlemleri paylaşarak Sosyal Darwinizm‘in ve ilerlemeci tarih anlayışının yorumlarının yanlış olduğunu ortaya koyar. Bkz. Karşılıklı Yardımlaşma” (Mutual Aid: A Factor of Evolution) Çev. Dominik Pamir İst. Kaos Yay. )

Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın ifadesine göre  “Normal olarak evrim uyum sağlayıcı bir süreçtir. Evrimle oluşan organizmaların çevrelerine ve yaşam koşullarına, çoğu kez inanılmaz bir incelik ve beceriyle uyum sağladıklarını biliyoruz. Görünüre bakılırsa, uyum kurma amaçlı bir davranıştır.”

“Biyolojik evrimin en basit tanımı, değişerek türemedir. Bu tanım hem küçük ölçekte evrimi (yani bir popülasyonun içinde gen sıklıklarının nesilden nesile değişmesini) hem de büyük ölçekte evrimi (yani aradan bir çok nesilin geçmesiyle ortak bir atadan farklı türlerin türemesini) kapsar. Evrim yaşamın tarihini anlamamızı sağlar. Biyolojik evrimde temel fikir, Dünya üzerindeki bütün yaşamın ortak bir atası olduğudur. Tıpkı sizin büyükannenizin kuzenlerinizin de büyükannesi olması gibi...  Canlı varlıklar dış şartlara göre üç ana dala ayrılmıştır.  Yaşam ağacı denilen bu üst gruplandırma:

1-Bakteriler,

2-Ökaryotlar

3-Arkeler olarak isimlendirilir.

Bakteriler tek hücreli mikroorganizma grubudur. Ökaryotlar ise (Latince: Eukaryota), hücrelerinin yapısından dolayı beraber gruplandırılmış bir canlılar grubudur. Bitki, Hayvan ve Mantar hücreleri ökaryotturlar. Bakteriler gibi arkaeler de çekirdeği olmayan tek hücreli canlılardır, yani prokaryotlardır. İlk tanımlanan arkaeler aşırı ortamlarda bulunmuş olmalarına rağmen sonradan hemen her habitatta raslanmışlardır.

Bulunan tarihsel bulguların karşılaştırılması ve bu bulgulardan alınan DNA/RNAların üzerinde yapılan araştırmalara göre Dünyadaki çok sayıdaki yaşam biçimi, evrimsel sürecin bir sonucudur. Tarihin Kambriyen döneminde hayatın oluşmasını sağlayan elverişli ortamda ilk yaşam suda/denizlerde oluşmaya başlamıştır. Prof. Dr. Ali Demirsoy  “Kalıtım ve Evrim” isimli eserinde yaşamın başlangıcına dair şu bilgileri vermektedir: “Dört milyar yıl önceki koşullar, bir sürü basit molekülün yanı sıra büyük bir olasılıkla ilk olarak 16; daha sonra 20 amino asitle, sitozin (S), guanin (G), adenin (A) ve urasil (U) adı verilen bazların sentezlenmesini gerçekleştirmiş olabilir. İlkel atmosfer taklit edilerek gerçekleştirilen laboratuvar deneylerinin çoğunda, bu amino asitler ve bazlar, inorganik maddelerden kendiliğinden sentezlenerek elde edilebilmiştir. Koşulların değişimiyle ortaya çıkan ürünler de değiştiğinden, farklı birçok amino asitin sentezi aynı yolla gerçekleşmiştir.”

Tüm canlılar, ortak atalardan geldikleri için akrabadırlar. İnsan ve diğer tüm memeliler, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış sivrifaremsi bir canlıdan evrimleşmişlerdir. Memeliler, kuşlar, sürüngenler, iki yaşamlılar ve balıkların ortak atası 600 milyon yıl önce yaşamış su solucanlarıdır. Tüm hayvanlar ve bitkiler, yaklaşık 3 milyar yıl önce yaşamış bakterimsi mikroorganizmalardan türemişlerdir. Biyolojik evrim, canlı nesillerinin ortak atadan değişerek türeme sürecidir. Yeni nesiller, eski nesillere göre farklılıklar taşırlar ve ortak atadan uzaklaştıkça çeşitlilik artar.

Evrimsel Çeşitlenme: Bilinçli Bir Süreç

Evrimsel süreç bu noktada tesadüfi değildir. Materyalistler ise bu sürecin tesadüfi/kendiliğinden olduğun şeklinde yorumlarlar. “Yaratıcı Evrim” adlı kitabında Materyalist Darwinciliğin mekanik yorumsamasına karşı çıkan filozof Henri Bergson’dur:

“Nasıl olur da sonsuz denecek kadar çok birtakım küçük varyasyonlar, eğer bu varyasyonlar salt raslantı ise, evrimin birbirinden bağımsız iki kolu üzerinde aynı planı izlesin? Evet, nasıl olur da tek tek alındığında hiçbir işe yaramayan birtakım varyasyonlar iki kolda da doğal seleksiyonla aynı sıra veya düzende korunarak biriktirilmiş olsun?”

Bergson’un bıraktığı yerden biz devam edelim, Doğal seleksiyonla aynı düzende korunarak biriktirilen şey bilinçli bir planın tasarlanan bir düzeneğin işlemesinin sonucudur. Darwin’in  “yaratıcı tarafından üflenen ruh” dediği şey işte budur. Ayrıca Murat Belge’nin de haklı olarak ifade ettiği üzere “Varlıkta, “Herkes değişecek” diye bir kural yok, böyle bir emir verilmemiş. Değişim, varoluşun toplam koşullarından birinde, sözgelişi iklimde, bir şeylerin değişmenin yeni koşullar üretmesi sonucu bir zorunluluk olarak çıkar. Karınca gibi bir tür, çevresindeki koşullarla uyum sağlamışsa –ki belli, sağlamış- bir “mutasyon” geçirmesine de gerek olmaz…. “Felsefi” boyutu da olan bir nokta. Hayat ve dış koşulların beni değişmeye zorladığı anda, benim belirlenmiş bir yapım var; dolayısıyla, nasıl bir değişimden geçeceksem, bu benim varolan yapımın bir bölümünün uğrayacağı bir değişimdir ve bünyemde bunu gerçekleştirecek bir potansiyel olmalıdır. Örneğin koşullar beni havada uçmaya zorluyorsa, bunu yaptıracak şekilde kullanacak, kullanmaya yatkın organlarım olmalı. Zaten ancak böyle organlarım varsa (ya da, bedenim, bu eylemi yapacak kadar hafifleyebiliyorsa), bunlar kanata dönüşebilir vb.

Şimdi, felsefî-epistemolojik soru şu: Evrilmek için gerekli potansiyel zaten evrilen canlının evrim öncesi yapısında varsa, evrim onun kendini gerçekleştirmesi olarak mı anlaşılmalıdır? Yani, evrimin sonucu diye gördüğümüz şey, aslında öngörülmüş bir amaç mıdır? Böyleyse, bu da bir teoloji (amaçlılık) anlayışı getirir. (23.09.2008, Taraf)

Evrim’in Kanıtları: Dün ve Bugün

Peki bu çeşitlenme kuramı neden bilim insanları arasında bu denli güçlü bir kuram olarak kabul görmüştür? Çünkü Darwin’in Galapagos seyahatinin ardından geçen yıllar boyunca bulunan her yeni bulgu Darwin’in içinde yaşadığı kültürel ortamdan ve bilgi düzeyinden çok daha farklı olmasına rağmen onun kuramını destekler biçimde kanıtlar ortaya koymuştur.

Evrim kuramını güçlendiren bulgular tarihten günümüze ulaşan fosillerde kendini göstermektedir. Ayrıca bu fosiller üzerinde yapılan DNA araştırmaları ve DNAlar arasındaki karşılaştırmalar da önemli veriler sağlamaktadır. Evrim bugün de devam etmektedir. Bu sürecin günümüzde bizzat yapay müdahalelerle de oluştuğunu gözlemleme imkanına sahibiz.  Örneğin Yapay seçilim…

Darwin ve Wallace'tan uzun zaman önce çiftçi ve yetiştiriciler, bitki ve hayvanlarının özelliklerinde yıllar içinde önemli değişiklikler yapmak için seçilim fikrini kullanıyorlardı. Çiftçi ve yetiştiriciler sadece istenen karakterlere sahip bitki ve hayvanların üremesine izin vererek çiftlik hayvanlarının ve tarım bitkilerinin evrimine neden oldular. Bu sürece yapay seçilim denir çünkü hangi organizmanın üreyeceğine doğa yerine insanlar karar verir. Çiftçiler, yaban hardalının belirli özelliklerini yapay olarak (kendileri) seçerek bugün bildiğimiz birçok tarım ürününü geliştirmişlerdir. Oysa bu tarım ürünleri daha önce “yaratılmamışlardı”… Brokoli, Karnabahar, Lahana ve Kıvırcık Lahana türleri bu evrimin sonucudur… Hepsi ortak ataları olan Yaban Hardalı bitkisinin çifçilerin müdahaleleri sonucu ortaya çıktılar. Yine bugüne dair bir kanıt köpeklerin ve kedilerin evrimidir. Köpekler özel eğitimlerden/evcilleştirmeden geçirilerek Kurtlardan evrimleştirilmiştir. Binlerce yıl önce köpekler yoktu. Fino ya da terrier köpekleri ise hiç yoktu… Oysa insanların evrimsel sürece katkılarıyla Kurtlardan köpekler köpek türü içinde de özel çiftleştirmelerle farklı alt köpek türleri evrimleşti… Aynı durum kedi türleri için de geçerlidir.

Wisconsin Üniversitesi’nden Jeffrey McKinnon, 2004 yılında dikenli balıklarla (Gasterosteus aculeatus) gerçekleştirdiği deneyler sonucunda, reprodüktif izolasyonun beden boyu üzerinde etkili olduğunu gösterdi. Araştırma Alaska, British Columbia, İzlanda, İngiltere, Norveç ve Japonya sularındaki balıkların çiftleşmelerine dayanıyor. Moleküler analizlerle denizlerde yaşayan öncülerinden gelişen akarsu balıkları veya okyanusta yaşayan ama yumurtlamak için tatlı sulara geçen balıklar incelenmiş. Bu tür göçer balıkların bedenleri akarsularda yaşayanlardan daha büyük. Balıklar aynı boyda balıklarla çiftleşmeyi tercih ediyorlar. Bu da farklı akarsu tipleri ve bunları yakınları arasındaki reprodüktif izolasyon üzerinde olumlu etki yapmakta. Biliadamı Losos ve arkadaşları deneylerini altı küçük Bahama adasında gerçekleştirirken ilk önce küçük Anolis kertenkelelerini (Anolis sagrei) toplamış ve ölçüp işaretledikten sonra serbest bırakmışlar. Daha sonra ise yırtıcı Leiocephalus carinatus kertenkelelerini de bu adalara bırakmışlar. Altı ila on iki ay sonra kaç tane Anolis kertenkelesinin hayatta kaldığı araştırılmış. Bu şekilde av durumundaki kertenkelelerin ilk önce uzun bacaklara sahip oldukları ancak daha sonraları bacakların kısaldığı görülmüş. Sonuçlar davranışların çevreye uyum esnasında evrimsel değişimi göstermesi açısından önem taşıyor.

 Charles Darwin Galapagos adalarına geldiğinde birbirlerine çok benzeyen ama gagaları farklı olan ispinozlarla karşılaşmıştı. Yer ispinozlarının gagaları derin ve geniş, kaktüs ispinozlarınki uzun ve sivri, ötücü ispinozlarınki ise ince ve sivriydi ki bunlar farklı beslenme alışkanlıklarını yansıtıyordu. Darwin tüm ispinozların kökenin adaya göçen ortak bir ataya uzandığını düşünüyordu. Sonuçta Galapagos adasındaki ispinozlar Amerika kıtasının güneyinden biliniyordu. Darwin’in ispinozları bu açıdan, doğal ayıklanmanın ortak bir atadan, çeşitli ekolojik nişlerde ne şekilde farklı biçimler yarattığını gösteren klasik bir örnektir.

Gaga biçimindeki değişimde hangi genetik mekanizmaların işlediğini bulmak isteyen Harvard Üniversitesi araştırmacısı Arhat Abzhanov, 2006 yılında yayımlanan araştırmasında çeşitli türlerde gaga biçimiyle ilişkili olan çok değişken olan genleri aramış. Abzhanov ve ekibi bu arayış sonucunda kalsiyum dengesinde de önemli bir rol oynayan kalmodulin (calmodulin) proteinini bulmuşlar. Bu protein farklı biçimlerin ve boyutların gelişmesinden sorumludur. Araştırmacılar sonuçlarını kanıtlamak için yavru ispinozları genetik değişimden geçirerek kalmodulin seviyesini yükseltmişler. Bu şekilde yavruların gagaları uzamış. Bu deneylerle aynı zamanda gaganın genişliği ve derinliği gibi çeşitli özelliklerin genetik düzlemde ayrı ayrı işlendiği de anlaşılmış. Sonuçlar Darwin’in ispinozlarındaki farklı gaga biçimlerinin, kalmodulin etkinliğindeki değişimlere bağlı olduğunu göstermekte. (Abzhanov, A. et al. Nature 442, 563–567 (2006).)

Tüm bu gözlemlere bir de olumlu mutasyon örneklerini de ekleyebiliriz. Bilindiği üzere Mutasyon üçe ayrılıyor. Olumlu, Olumsuz ve Nötr. Evrim karşıtları sadece olumsuz mutasyon örneklerini göstermektedirler. Oysa Bakterilerdeki antibiyotik direnci bir mutasyon örneğidir. Yakın çağda antibiyotikler, yani bakterilerin belli karakteristiklerini hedef alan ilaçlar, çok popüler oldular. Bakteriler hızla evrildikleri için antibiyotiklere karşı direnç geliştirdiler. Böcekler ve böcek ilaçları arasındaki durum bakterilerle antibiyotikler arasındaki duruma benzer. Böcek ilaçları, böcekleri öldürmek için yaygınlıkla kullanılır. Buna karşılık, böcekler de böcek ilacına karşı bağışıklık kazanmak için hızla evrilirler. Labaratuvarda Naylon yiyen bakteriler geliştirilmiştir.  Damar tıkanıklığı, modern besinler ve yaşam biçimleri tarafından üretilmiş yakın çağın başlıca hastalıklarından birisidir. İtalya’da Milano yakınlarında, atalarından birinin talihli bir mutasyon mirası sayesinde damar sertliğine yakalanmayan bireyleri olan bir topluluk vardır. Ayrıca Aids virüsü olan HIV virüsü evrimleşerek güçlenmekte ve direnci kuvvetlenmektedir.

Günümüze ait diğer kanıtları Tavukların uçamadıkları kanatlarında, insanların kuyruk sokumlarında ve erkeklerin işlevsizleşmiş memelerinde de gözlemleyebilmekteyiz…

Ne, ne zaman oldu? nasıl bilebiliriz?

Berkeley Üniversitesi’nin hazırladığı “Evrimi Anlamak” metninde bu konuda şu bilgiler yer almaktadır: “Yaşam 3,8 milyar yıl önce başladı, böcekler 290 milyon yıl önce çeşitlendi, insan ve şempanze soyları ise birbirlerinden yalnızca 5 milyon yıl önce ayrıldılar. Peki bilim insanları bütün bu olayların ne zaman olduğunu nasıl ortaya çıkardı? Böyle önemli evrimsel olayların tarihlerini belirlemek için bilim insanlarının kullandığı birçok yöntem vardır. Bu yöntemlerden bazılarını şunlardır: Radyometrik tarihleme: Bilim insanları kayalar ve diğer maddeleri, içerdikleri doğal radyoaktif maddelerin zamanla bozunmalarından yola çıkarak tarihlendirirler. Katmanbilim: Bu bilimdalı, yeryüzündeki katmanların üstüste dizilişlerinden yola çıkılarak olayların kronolojik bir sıraya koyulmasına yardımcı olur. Moleküler saatler: Bilim insanları canlıların günümüzdeki genetik farklılıklarından yola çıkarak iki soyun birbirinden ne zaman ayrıldığına ilişkin öngörülerde bulunabilirler.

Özetlersek Evrim kuramı, tüm canlıların suda canlandığını ve türediğini, değişen şartlara uyum sağlayan canlıların zamansal süreç içinde çeşitlenmeler yaşandığını bulgulara ve canlılar arasındaki yapısal ilişkilere dayanarak düzenli bir işleyişin olduğunu ifade etmektedir. Makro evrim Büyük patlama ile başlayan ve tüm kainatta devam edegelen sürekli dönüşümdür. Bu dönüşümün dünya tarihi özelindeki gelişimi Kambriyen döneminde “öz-canlılar”dan tıpkı bir tohumun yeşermesi gibi canlıların çeşitlenmesi ve bu çeşitlenen üst türlerin dış ve iç faktörlere binaen değişim geçrierek çeşitlenmeyi devam ettirmesidir.  Bu çeşitlenme mutasyon ve seçilim yoluyla yeni alt türlerin oluşmasına sebep olmaktadır.

Konu uzun ve ayrıntılı olduğundan İnsanın Evrimi ve İslam’ın konuya bakışı konusunun diğer yazımıza bırakalım.

Selam ve Dua ile…

YAZIYA YORUM KAT

18 Yorum
  • Murat AYDOĞDU / 28 Nisan 2009 08:22

    Kuantum biliminde, tüm doğanın yavaş yavaş değil sayısal aşamalar halinde olduğunu belirtir.( Işığın foton adı verilen enerji paketleri halinde olması, Maddenin en küçük parçasının , atom, atom altı tanecikler ve kuarklara kadar indirgenebilen sayısal yığınlar olması, Elektronların gelişi güzel değil kuantlaşmış yörüngelerde bulunması gibi). Mutasyonda araform yaklaşımı kuantum açısından gereksizdir. Yoksa bu bir geliştirilmesi gereken kuram olup inanç değildir. Doğal seleksiyonun insana toplumsal yorumu tam anlamı ile faşizm’dir. Beklide meleklerin “Yeryüzünde bozgunculuk yaratacak insan” yaklaşımının nedeni budur.(Bakara,2;30).

    Rabbimiz bizi doğayı anlamaya kavramaya çağırır. Bu anlama çabasında göz yorgun Rabbine döner (Mülk,67;4). Anlama çalışmasında Vahyi, kitabi bilgiye başvurmazsak, sınırlı ve çaresiz kalırız.( Bakara,2;17).

    Doğayı anlama çabasında, ayaklarımızın yere sağlam basması (Kitab’dan ayrılmamak) dileği ile,

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat AYDOĞDU / 28 Nisan 2009 08:21

    Öncelikle, Şükrü Hüseyinoğlu ve M. Esed kardeşlerim, muhkem ayetler(Kitabın anası), Tevhid ve hak batıl mücadelesinde omuz omuza (Bünyan-ı mersus, Saff,61;4) olacağım kişilerdir.

    M.Esed kardeşimin YAKLAŞIMI tamamı ile doğrudur.
    Bir (doğru yada yanlış)veriyi, araştırmayı görmezden gelirsek, tutarlı değerlendirmesini yapmazsak, bunu başkaları yapar ve Müslümanlar entelektüel üstünlüğü kaybederler. Evrim kuramı bizce, doğruluk payı olan bir kanaat ve yaklaşımdır, inanç değil. Bilim kendi başına kendi anlamını bilemez, böyle bir bilme çabasına yöneldiği anda felsefe alanına girmiş olur. Yani Şükrü kardeşimizin tesbiti ile Bilim Kilisesi (Tübitak’da yuvalanmış mongol ateistler gibi) oluşturup, bilimi inanca dönüştürürler. Bilimsel kuramların inanç olarak algılanması zamanla Agnostizim, bilinmezcilik ve nihilizm, her şey boştur anlayışına götürür ki çoğu batılı bilim adamı (Bizdeki ucuz versiyonlardan daha tutarlı olduklarından) ateist olmadan bu anaforlara kapılmıştır.
    Popper bilimsel yöntem görüşünde, “Bütün sistemleri zorlu bir sınamadan geçirerek, sonunda nispeten elverişli sistemi seçmek amacıyla, her kuramı yanlışlamaya tabi tutmaya dayanır” der. Yine Popper’e göre “kuramlar hiçbir zaman deneysel olarak doğrulanamaz.”. Popper’in tarih hakkındaki görüşü de “Olayların peş peşe gelişi hakkındaki bilimsel açıklamalar, eğilimler ve ön-deyiler kanun değildir, olsa olsa yönelimdir.”
    Paul Feyerabend, bilimin hiçbir yöntemsel üstünlüğe sahip olmadığını, bilimsel kuramların geçerliliklerinin tarihsel olarak göreli olduğunu vurgular.
    Khun, farklı bilimsel modellerin birbirleriyle kıyaslanamacağını ve herhangi bir kuramın geçerliliğinin ancak karşılaştırmalı/seçmeli olacağını söyler.

    Yanıtla (0) (0)
  • m.esed / 27 Nisan 2009 22:38

    evrim bilimsel bir teori dahi değil, ideolojiktir. BJournal biology e evrim teorisini tartışan bir makale gönderdiğimizi düşünelim. Doğal seleksiyon yerine Tanrının seçimi ve spontan genetik mutasyon yerine Tanrının mutasyonları kavramlarının kullanıldığı bir makaleyi bilimsel -teorik bulmazlar. Peki doğanın seçimi nasıl bir bilimsel terminolojidir. burada anlatmak istediğim evrim inancının bir inanç olduğu, bir teori olmadığı, bir teori olsa dahi, teorik gibi görünen kavramların içine ideolojik ve inançla ilgili kavramların nasıl art niyetli bir şekilde hissettirilmeden sokulduğu gerçeğidir.bir teori olayların nasıl olduğuna ilişkin bir modeldir. Bir tümevarımdır. olaylar şuna (şu modele) benzer şekilde oldu demektir.seçimi Tanrı yapmıştır demek bilimsel değildir ve bilimsel terminolojide komiktir. Ancak seçimi doğa yapmıştır anlamındaki 'doğal seleksiyon-seçim ' kavramını kullanmak ta en az yukarıdaki kadar bilimsel terminolojide komik bir ifadedir. Darwinistlerin tüm açıklamalarında teorik ifadeler ile inanç ifadeleri iç içe art niyetli şekilde sokulmuştur. evrim inancına gelince:1,evrim mutasyon yoluyla oluşur.2.evrim doğal seleksiyon yoluyla oluşur.Bu ikisi zıttır. Darwinistler zorunlu olarak evrimin biyolojik farklılığı arttıran bir süreç olduğunu söylerler.mutasyonlar da bunu sağlar. Ama Doğal seleksiyon, seçmek ve ayıklamak yani en uygununu seçmek demektir.sonuçta biyolojik farklılığı azaltır. öyleyse pozitif mutasyon olmalı ve negatif mutasyonlar ayıklanmalıdır.ancak sorun şu ki pozitif mutasyon oranı negatif mutasyona göre yok denecek kadar azdır. ve negatif mutasyonlara sahip ara canlılar kat be kat fazla olması gerektiği halde nedense fosilleri bulunamamaktadır. böylece pozitif spontan doğal mutasyonlar ve doğal seleksiyon sonucu çok büyük olasılıkları gerektiren böyle bir sürece inanmak tam da dediğimiz gibi bir dine inanmakla eşanlamlıdır. Art niyetlerin ve cümlelerin içine sezdirilmeden yerleştirilen ateist inanç ifadelerinin farkına varmalıyız.

    Yanıtla (0) (0)
  • Şükrü Hüseyinoğlu / 27 Nisan 2009 15:33

    Son bir yorum yaparak bu tartışmadan ayrılmak istiyorum.

    Bir önceki yorumda Kitab'a uymakla kitabına uydurmak arasındaki farka dikkat çekmiştim.

    Murat Aydoğdu kardeşimiz mazur görsün, hakikate olan sevgi ve bağlılığımız önceliklidir ve öyle de olmalıdır. Bu konuda gösterdiğimiz hassasiyet, sertlik olarak algılanmamalıdır.

    Tarihten bir örnek vermek istiyorum:

    Mürcie fırkası, insanın amellerinden sorumlu olmadığına şu ayeti delil (!) getirmişti:

    "Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi." (Saffat 37/96)

    Yani, sizi ve yaptığınız her şeyi (iyi ya da kötü) Allah yaratmaktadır (!), dolayısıyla hangi günahı işlerseniz işleyin bir sorumluluğunuz yoktur (!).

    Oysa bir önceki ayeti okuduğunuzda, ayetin nasıl da kitabına uydurma operasyonuna maruz bırakıldığını görürsünüz.

    Bu örneği niçin verdim:

    Ayetleri bağlamından kopararak ele aldığımızda, yanılmamız kaçınılmaz olur.

    Murat Aydoğdu kardeşimizin zikrettiği ayetlerin tümü, yaratılış gerçeğini dile getiren ayetlerdir ve bir önceki yorumda dile getiridiğimiz şu hakikati anlatmaktadır:

    İnsan nesli, Hz. Adem ve Hz. Havva'nın ahsen-i takvim üzere yaratılmasıyla başlamıştır. İnsanoğlu, anne karnında aşamadan aşamaya geçirilerek ahsen-i takvim üzere yaratılmakta ve bu yaratılış sistemi üzere ilk insanlardan bugüne neslini devam ettirmektedir.

    Allah'a emanet olun.

    Yanıtla (0) (0)
  • emre / 26 Nisan 2009 19:21

    Bülent Şahin Eşdeger kardesimizin bu çabalarını gercekten takdir ediyorum . Bu cografyada 'evrim ve yaratılıs' konusu genellikle 'bizimkilerin' üzerinde pek durmadıgı konulardan bir tanesi . Bu nedenle kardesimizin bu konu üzerine ayrılmıs diger yazılarını da sabırla bekliyoruz . Benim kendisine Haksoz aracılıgı ile bir sorum olacak . Evrimi anlama çabaları ile ilgili yaptıgı bu araştırmaları daha ayrıntılı bir şekilde kiraplaştırmayı düşünüyor öu ? Zira bu noktada müslüman camianın hasreten bu konu üzerine elle tutulur bir çalışmaları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az.
    Sevgilerle

    Yanıtla (1) (0)
  • Murat AYDOĞDU / 25 Nisan 2009 15:15

    A- Evrimci yaratılış teorisine karşı çıkan batılıların, karşı çıkışlarındaki ana sebepler;
    1-İnsanın beşer yönünün, hayvan kökenli olmasının nefislerine ağır gelmesi, büyüklenmek, kibirdir.
    2-İnsanı Allah, Allah'ı insan suretinde algılamalarındaki problemdir. Yahudi ve hristiyanlar biz Allah'ın çocuklarıyız derler, halbuki onlar beşerdir.( Maide, 5:18)
    3-Kaynaklarındaki tahrifattan kaynaklanan, Adem'i 7 000 küsür yıllık tarihe endekslemeleri.

    B- Müslüman kardeşlerimin karşı çıkışları ise; Kendilerine materyalist formda geldiği için Savunma psikilojisi ile reaksiyon göstermeleridir.

    Ara geçiş formları aramak, mutasyon kuramını anlamamaktan kaynaklanır. tahmini 100 000 yıl önce yaratılan Homo Sapiens'in Ahseni Takvim (kıvamına ermiş, en güzel süreçte yaratılmış) olduğunu ve günümüz insanı ile aynı özelliklerde olduğunu biliyoruz.

    Allah bizi terkiben yaratmıştir.(İnfitar 82:7,8) devirlerle aşama aşama yaratmıştır (Nuh, 71:14) Yerden bitki gibi bitirerek yaratmıştır (Nuh,71:17) Anılmaya değer bir hale gelene kadar üzerimizden çok zanan geçti (İnsan,76:1) Biz önce Beşerdik, Alah ruh üfleyince insan ve halife olduk (Sad, 38:72)Sanırım ilgili ayetlerle tasfilatlı açıklamalar Bülent kardeşimizin 3. ve 4. makalelerinde verilecek.

    Afaki ayetleri kuran ile anlamaya çalışmak angaje değildir. Teşbihle anlatılan ayetlerde hataya düşebiliriz. Birbirimize karşı şefkatli, zalimlere karşı şedit olmalıyız.
    Selam ve dua ile,

    Yanıtla (1) (0)
  • Şükrü Hüseyinoğlu / 25 Nisan 2009 10:27

    Bir önceki yorumda hatırlattığımız yaratılışla ilgili ayet-i kerimeleri bile evrime angaje eden bir yaklaşım (Murat Aydoğdu kardeşimizin yorumu) karşısında olmak üzüntü verici. Bu durumda insanlığın ataları olan Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yaratılışıyla ilgili ayetleri de hatırlatsanız, bir sonuç elde etmeniz zordur.

    “Günümüze ait diğer kanıtları Tavukların uçamadıkları kanatlarında, insanların kuyruk sokumlarında ve erkeklerin işlevsizleşmiş memelerinde de gözlemleyebilmekteyiz…” şeklinde, aklının ermediğine işlevsiz diyebilme cüreti gösteren pozitivizmin iddiaları, mutlak gerçekmiş gibi takdim ediliyorsa ve bunda ısrarcı olunuyorsa yapabileceğiniz çok şey yoktur.

    Arkadaşlar! Önemli olan ortaya atılan bir iddiaya Kur’an’dan bir şekilde destek bulmaya çalışmak değil, daha baştan salim bir akıl ile Kur’an’a yönelmek ve onun beyanlarına tabi olarak varoluşu ve hayatı anlamak ve anlamlandırmaktır. Kitab’a uymak ile kitabına uydurmak arasındaki farkı iyi tesbit etmeliyiz.

    İnsan nesli, Hz. Adem ve Hz. Havva'nın ahsen-i takvim üzere yaratılmasıyla başlamıştır. İnsanın zaman içinde evrimleşerek kemâl bulduğunu öne sürmek, Kur’an’ın yaratılışla ilgili beyanlarıyla kesinlikle bağdaştırılamaz. İnsanoğlu, anne karnında aşamadan aşamaya geçirilerek ahsen-i takvim üzere yaratılmakta ve bu yaratılış sistemi üzere ilk insanlardan bugüne neslini devam ettirmektedir.

    Evrim teorisi, somut karinelere değil tamamen mantıki çıkarımlara dayalı bir teoridir ve bu sebeple de hiçbir zaman teori olmanın ötesine geçememiştir. Teorinin en önemli iddiası (ve ihtiyacı) olan ara geçiş formları konusunda da hiçbir bulgu ortaya konulamamıştır. Ara geçiş formlarına örnek o diye öne sürülen bazı bulguların aslında nesli tükenmiş canlılara ait kalıntılar olduğu anlaşılmıştır.

    Yaratılışla evrim akla kara gibi birbirinin zıddı yaklaşımlardır. Bunları uzlaştırmaya çalışmak, ortasını bulmaya kalkışmak beyhûde çabalardır.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ersen Akyıldız / 24 Nisan 2009 14:01

    Bülent Abi emeğine ve aklına sağlık. Çok faydalı ve ufuk açıcı bir yazı dizisi olacak gibi duruyor. Devamını bekliyoruz. Açık görüşlülük, özgür düşünce ve komplekssiz duruş en çok Müslümanlara yakışır. Lütfen gereğini yapalım.

    Selam ve dua ile...

    Yanıtla (1) (0)
  • Bülent Şahin Erdeğer / 24 Nisan 2009 10:11

    Safa Aldemir kardeşim, yazımızda kuyruk sokumu'nun ve benzeri organların "gereksiz"liğine dair bir iddiada bulunmadım. Eğer dikkatli okursak Evrim sürecinin bazı organları değişen şartlara göre işlevsizleştirdiği bazılarını ise çok daha fazla geliştirdiğini ifade ediyoruz. Potansiyel olarak var olan değişime uygunluk şartlara göre ortaya çıkmakta. Yoksa Kainatta hiçbir şey "gereksiz" değil. Herşeyin yeri ve zamnına göre bir gereği var. Ve herşey yeri ve zamanına göre görev görüyor. İşte en güzel yaratma da budur zaten. Bu işleyen sistem! Yoksa biri şunu sorabilir 5 aylık bebeğin kulakları işlevsiz gereksiz biçimde mi orda duruyor? Oysa 5 aylık bir bebeğin yetişkin kulaklarına sahip olması 5 aylıkken onun sağlığını bozar... Bütün bunlar akıl-vahiy uyumunu ortaya koyar. Akılsız Vahiy bir işe yaramaz. Akli gözlemler ve araştırmalar bizim kainatı doğru okumamıza yarar. Akıl vahyi doğru anlamımızda 1. kaynaktır.

    Biz bu meseleleri bizden olmayanlara yaranmak için değil bu çağın çocukları olarak müslümanca okumak için yapıyoruz. Eğer çevrenizdeki sorunlara gözünüzü kapar da kendi getto dilinizi tekrarlarsanız bunun adı ancak taassub olur. Komşularınız katledilmişken Ermeni sorununa gözünüzü kapattığınızda ilkeli tavır sergilemiş olmazsınız.

    Allah'a iftira ettiğimizi iddia eden ve makalelerimizdeki argümanlara tek bir eleştiri dahi getiremeden önyargılarla konuşmak doğru değil. Oysa 4. yazımız tamamen İslami Nasslara ve Kur'an kavramlarına ayrıldı. Bir sözün bitmesini beklemeden ve onu dinolemeden hüküm vermek doğru mu? Takdiri sizlere bırakıyorum...

    Yanıtla (1) (0)
  • Murat AYDOĞDU / 24 Nisan 2009 00:19

    Öncelikle, Şükrü kardeşimize ikinci yorumundaki yumuşak üsluptan dolayı teşekkür ederim.

    Bu konudaki kalkış noktamızı, sonradan şekillenmiş rasyonen bilim felsefesi olarak almadığımıza inanıyorum.

    Bülent kardeşimizinde belirttiği gibi, müslüman düşünürlerin bu konudaki yaklaşımları; Darwinden, sosyal Darwinci marksistlerden ve Irkçı yorumlardan çok daha öncedir. Belki onlar Muallimi evvelin diye adlandırdıkları eski yunan düşünürlerden esinlenmişde olabilirler. İlim nereden gelirse gelsin, Kitabi vahye aykırı olmadıkça, kutsal/itikat kabul etmeden varoluşu anlamlandırmada fıkhedebileceğimize inanıyorum. (Rabbimiz bizi, Yeryüzünde halife yaratmış, isimlerin ilmini öğretmiş ve bize afaki-enfüsi ayetleri göstermiştir.)
    Vermiş olduğunuz ayetler ve bizim düşüncemize dayanak olan ayetler arasında tam bir uyum olduğuna inanıyorum. Rabbimiz tarafından Ölçü, düzen ile en güzel şekilde yaratılan insan; süreç içinde, Allah'ın kanunları (Sünnetullah) çerçevesinde aşama aşama yaratılmıştır.

    Yanıtla (0) (0)
  • Şükrü Hüseyinoğlu / 23 Nisan 2009 20:30

    Kimse gaza gelmesin! Burada kimsenin kimseyi tekfir ettiği filan yok. Ortaya konulan bir iddianın veya tutumun, âlemlerin Rabbi yüce Allah'ı gereğince tanıyıp takdir edememekten kaynaklandığına inanıyorsam bunu dile getirmemden daha doğal ne olabilir?

    Bir Müslüman için herhangi bir meselede öncelikli ve temel referans vahy olmalı değil midir? Bir Müslümanın kalkış noktası beşeri üretim ve iddialar değil, vahyin verileri olmalı değil midir?

    Vahyin verilerini merkeze alıp beşeri üretimleri bu çerçevede değerlendirmek yerine, geleneksel veya modern üretim ve iddiaları kalkış noktası edinmek, daha baştan yanlış bir eksende hareket etmek anlamı taşır. Bizlerin geleneksel ve modernist din anlayışlarına yönelik eleştirimizin temelinde de bu husus yatmıyor mu?

    Somutlaştırırsak:

    Rabbimiz Kur'an'da;

    "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir." (Furkan 25/2)

    "Biz insanı en güzel biçimde yarattık." (Tîn 95/4)

    buyururken, "Bilim Kilisesi"nin "insanların kuyruk sokumları ve erkeklerin işlevsizleşmiş memeleri" şeklindeki iddialarına çanak tutmak nedir?

    Bizim için referans, Rabbimizin beyanları mıdır, "Bilim Kilisesi"nin son dönemlerde bilimsel olarak da çürütülen bu tür iddiaları mıdır?

    Yanıtla (0) (0)
  • wexteki / 23 Nisan 2009 16:10

    Bülent Şahin Erdeğer adlı düşünebilen beyinlere fazlasıyla ihtiyacımız var. sahip çıkmamız lazım. kendisin çalışmalarından dolayıda ayrıca kutlarım. bir sonraki araştırmasınıda sabırsızlıkla bekliyorum.

    Yanıtla (1) (0)
  • Safa Aldemir / 23 Nisan 2009 14:39

    "Günümüze ait diğer kanıtları Tavukların uçamadıkları kanatlarında, insanların kuyruk sokumlarında ve erkeklerin işlevsizleşmiş memelerinde de gözlemleyebilmekteyiz…"

    Bu örnekleri açabilir miyiz. Ben böyle olduğuna inanmıyorum.

    2.si sözüedilen baktariler antibiyotike karşı direnç göstermek için mutasyona uğramıyorlar. Zaten o dirence sahip olanlar hayatta kalıyor. Geri kalanları ölüyor. Bu şekliyle hayatta kalan bakteri türleri çoğalıyor ve onlara işleyecek yeni antibiyotikler geliştiriliyor. Bu bir evrim delili değildir. Binlerce tip bakteri tipi olduğuna delildir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Özkan Özyer / 23 Nisan 2009 12:27

    Bu nedir? Yazar imanıyla tanıdığımız ve sevdiğimiz bir Müslüman. Bu kadar kolay mı insanları harcamak? Şükrü Bey Yazarı Allah'a iftira atmakla itham etmiş. Bence çok vahim ve maksadını aşan bir ifade. Yani bir meseleyi sakince konuşamayacaksak, böyle hemen tekfir edeceksek farklı konuşan herkesi linç edeceksek özgür düşünceye vurgu yapmanın ne alemi var? Gerçekten son günlerde ard arda hayal kırıklıkları yaşıyorum. Ben ilk iki yazıyı da okudum Allah'a bir iftira göremedim. Aksine Allah'ın nasıl yarattığına dair farklı bir bakış gördüm. bazı yerlerine katıldım bazı yerlerine soru işareti koydum. Ama her halukarda ufkumu açtı. Lütfen biraz daha açık fikirli olalım...

    Yanıtla (1) (0)
  • Halil İbrahim / 23 Nisan 2009 11:20

    Bülent Şahin'in bundan önceki yazısı bilebildiğim kadarıyla yayından kaldırılmıştı. Demekki Haksöz'ün o konudaki duruşuna uygun düşmemişti!Gerçi bu ikinci yazısı da bir takım sorunlu ifadelerle dolu.Yazar sanırım,bundan önce kaleme aldığı bazı yazılarında da 'adil olalım!'düşüncesiyle Müslüman kitleyi oluşturan fertlerin önemli bir kısmını -rencide etti demeyelim- sanki hep yanlış içerisinde debeleniyorlar saikiyle ciddiye almadan yola çıkarak çeşitli vesilelerle eleştirdi.Ör.Ermeni soykırımı vs.Ben kendi adıma yine de bizlere yönelik bir art niyet aramyorum,ama Şükrü kardeşinde biraz sert te olsa dile getirdiği tasavvurlara sanki çanak tutuluyor diye de düşünmekten kendimi alamıyorum. Bilmem haksız mıyım?! Derdimi ve olası kaygımızı anlatabildim mi? Bülen kardeş izleyebildiğim kadarıyla genç ve velut bir kardeşlimiz.Elbette öncelikle benden veya bizden farklı düşünebilir, düşünmelidir de! Diğer insanları,çevreleri anlamak ve onlarla ilgili bir kanaat ve görüş sahibi de olmak isteyebilir.Hatta ilkeliliğini yitirmeden mesaisini o arkadaşların bulunduğu ortamlarda da ifa edebilir.Ama kadim ilişki türleri olan"insan kendi;insan Allah ve insan çevre ilişkileri sadedinde hakikatin hilafına bir düşünce ve eylemlilik içerisinde olunamaz! Yaratılışçı evrim konusunda birkaç Müslüman ilim ehlinin isimlerini zikrediyor.Diyelim ki bu şahıslar o tür bir kanaate varıp,öyle düşündüler.Bizde mi -yada ben bir okuyucu olarak- düşünmek zorundayız?! Evrim konusunda ne Allah'ın kitabında ve ne de o kitabın/hitabın en özgün yorumu olan sünnet'te evrim olgusunu destekyecici mahiyette bir tek karşine bile yok!Sadece"O ol!deyince oluverir!"ancak! O ol dedikten sonra yaratılan şeylerin haddine mi evrime tabi olmak Bülent kardeş?!Biz kaynaklarımıza yönelip kendi anlam dünyamızı kuracağımıza, hangi dürtülerden yola çıkarak hakikate raci olmayan görüşleri alıp kendimizce geliştirmek istiyoruz?Herkesin dini,düşüncesi ve anlam dünyası kendisine! Sözün özü bizleri evrimsiz yaratana hamdolsun!

    Yanıtla (0) (1)
  • Murat AYDOĞDU / 23 Nisan 2009 10:29

    Evrim kuramının mantıklı ve Kuran'a aykırı omadığına kanaat getiren birisi olarak,
    Bühtandan, Allah'ı takdir edememekten ve yanlış Allah tasavvurundan Yine Allah' a sığınırım.
    Şükrü kardeşimizin söylediklerini defalarca düşünüp, kendimi defalarca yargılayacağım. Uyarıları için şükran, itham kokan sert tavrı için üzüntü duydum.
    "Akli ve mantıki değerlendimesi yapılmayan inanç zoraki çağrıdır." (Ali Şeriati)

    Yanıtla (1) (0)
  • Şükrü Hüseyinoğlu / 22 Nisan 2009 14:47

    Yüce Allah her türlü noksan sıfattan münezzehtir. O neyi murad etmişse onu herhangi bir örneğe ihtiyaç duymadan en güzel biçimde var etmiştir. Rabbimiz insanı da en güzel biçimde yarratığını beyan etmektedir.
    Hem Allah'a imandan söz edip hem de evrim iddiasını gündeme getirip savunmak, Allah'ı gereğince tanımamanın ve takdir edememenin sonucudur.

    Evrim iddiası, varlığı anlamaktan ve açıklamaktan aciz kalan Allahsız bir tasavvurun bu acizlikle kurguladığı akıl ve mantık dışı bir iddiadır. Ancak bir bilim-kurgu film senaryosu olarak iş yapabilecek bir iddialar yığınını ciddiye almak Müslümanca bir tutum olamaz....

    Yanıtla (0) (0)
  • wekteki / 21 Nisan 2009 15:57

    bir tek türkiye'demi yaşıyor yahuu. bizim laikçiler,ulusalcılar,türk-islam sentezcileri neden evrim geçirmiyorlar.onlar evrimlerini tamamladılardamı bizimmi haberimiz yok. acaba hep devrim peşinde koştuklarındanmı evrime uğramıyorlar. yoksa hep merak edilen 'ara geçiş canlılarımı' bunlar.....:):):)......

    Yanıtla (0) (0)