Evet, Türkiye milleti!
Geçen cumartesi günü, 20 yıl önce de yaptığım gibi televizyondan TBMM'nin açılış oturumunu izledim. BDP'liler ve diğerlerinin, Kürtlüklerini inkâr eden metne itiraz etmeden, soğukkanlılıklarını koruyarak yemin etmelerini büyük takdirle karşıladım.
Bu Parlamento'nun yapacağı anayasada böyle bir metin elbette ki olmayacak ve olmaması için BDP'lilerin de burada olmaları çok önemli. İzlerken herkes gibi benim de dikkatim en çok Leyla Zana üzerindeydi. Zana, 1991 yılındaki yemin töreninden sonra Kürtçe, "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği için yapıyorum" demiş; bu yüzden açılan dava üzerine 1994'te Meclis'ten yaka paça götürülerek tutuklanmış, 10 yıl hapse mahkûm edilmişti. Dikkatlerim Zana'nın üzerindeydi ama yemin ederken "Türk milleti" yerine "Türkiye milleti" dediğini fark etmedim. Zana'nın gazetecilere "Önceden planladığım bir şey değildi. Demek ki bilinçaltı..." dediğini okudum. Evet, Türkiye milleti! Gerçek ve doğru olan da bu! Ne Türklüğü ne de Kürtlüğü inkâr eden, ikisini de ve tüm diğer etnik grupları da kapsayan Türkiye milleti!
Zana'yı izlerken aklıma 20 yıl önce, onun ilk yemini üzerine yazdığım köşe yazısı aklıma geldi. Bu, benim askerî vesayet düzeninin kalelerinden Cumhuriyet Gazetesi'nde 10 yıl çalıştıktan sonra yazmama izin verilen köşe yazılarının ilkiydi. Eski yazılarımı yeniden yayımlamak âdetim değil ama okurlarımın merak edeceklerini düşünerek, 9 Kasım 1991 tarihli yazıyı mecburen kısaltarak buraya aktarmak istiyorum. "Parlamento'da deprem" başlıklı yazıda şöyle demişim:
"Geçen gün televizyondan TBMM'deki yemin törenini göz ucuyla izliyordum. Bu arada Leyla Zana olayını hemen tümüyle izledim. Bana Parlamento'da bir deprem yaşanıyor gibi geldi. Sanki eskimiş yapılar çatırdıyor, yeni olan uç veriyor gibiydi. Sanıyorum Parlamento'da yaşanan, 'Ne Mutlu Türk'üm Diyene' sloganıyla ifade edilen politikanın geçirdiği deprem. Türkiye Cumhuriyeti bugüne değin bu slogan ile çoğul etnik yapısını bir potada eritme politikası izledi... Şimdi 'masa'da yeni bir talep var. Sayıca en kalabalık olan ve başka nedenlerle de potada erimeye en büyük direnci gösteren etnik grup, yani Kürtler yeni talebi ilk kez bu denli açık ve güçlü bir şekilde dile getiriyor. TC Parlamentosu'nda etnik kimliklerini özgürce dile getirerek yer almak istiyor. Siyasî liderlerimiz ve Parlamento bu talebe, bir kısım basın gibi 'rezalet, kepazelik, hainler' bakışıyla yaklaşmayı sürdürürse gerçek bölücülük bu olacak. 'Türk ve Kürt kardeşliğini savunuyorum' diyerek parlamentoya gelenlerin etnik kimliklerini dile getirmeleri bastırılırsa, onlar da siyasî sistemin dışına, halkın birliğine düşman olan şoven Kürt milliyetçilerinin kollarına itilecek. Parlamento, halkı temsil etme yeteneğini önemli ölçüde yitirecek. Oysa Türk ve Kürt kardeşliğini savunanlar ezici çoğunlukta. Bunları şoven milliyetçilerle karıştırmak 'cinayet' olacak."
"Siyasetçilerimizin ve kalem erbabının artık şunu görmeleri gerekiyor: 1990'larda dünya ve Türkiye, 1960'ların ve 1970'lerin dünyasına ve Türkiye'sine hiç benzemiyor; 2000'lerde çok daha az benzeyecek... Kürt sorununda da bir yol ayrımına geldik. Bundan sonra TC ya özgürlükçü ve çoğulcu düzenin doğal bir gereği olarak Kürtlere etnik kimliklerini serbestçe ifade etme özgürlüğünü tanıyarak Kürt sorununu demokrasi içinde çözecek, ya da çözemeyecek. Geleceği seçmek elimizde. Bugün dünyada ve toplumumuzda yaygın bir demokrasi, özgürlük ve barış talebi var. Sorunlarımızı demokrasi içinde çözmek için koşullar her zamandan daha elverişli... Halkın çoğunluğu kimliklerin, fikirlerin bastırılması; farklılığa tahammülsüzlük bitsin istiyor... Burada en büyük görev Parlamento'ya ve topluma yol gösteren siyasî liderlere düşüyor. Siyasî lider ve partilerimiz bu görevi yüklenmeye hazır mı?"
Evet, yazıyı okuyunca "20 senedir yerimizde sayıyoruz" izlenimine kapılmak da mümkün. Ama gerçek bu değil. İç barış için koşullar hiç bu kadar olgunlaşmamıştı.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT