1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Eski İstanbul Daha mı Yeşildi?
Eski İstanbul Daha mı Yeşildi?

Eski İstanbul Daha mı Yeşildi?

Eski İstanbul'un yemyeşil bir şehir olduğu kanısı çoğumuzda hakimdir. Ancak eski fotoğraflar durumun zannettiğimiz gibi olmadığını, ormanlık olduğu söylenen Boğaz sırtlarının bomboş olduğunu gösteriyor.

17 Nisan 2016 Pazar 18:05A+A-

Mustafa Cambaz / Yeni Şafak

Osmanlı döneminde ağaç ve bahçe kültürünün yoğun olması nedeniyle yaygın olan kanı, eski İstanbul'un korular ve ormanlarla kaplı yemyeşil bir şehir olduğu noktasındadır. Ancak eski fotoğraflara bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı görülür. Özellikle ağaçlarla kaplı olduğu zannedilen Boğaziçi sırtlarının bazı yerlerde kümeleşen makiliklerin dışında çırılçıplak olduğu çok açık bir şekilde ortadadır. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarına ait İstanbul fotoğraflarından oluşan “Konstantiniyye'den İstanbul'a” adlı kitabı hazırlayan Dr. Mimar Sinan Genim de eski İstanbul'un zannedildiği gibi yemyeşil olmadığını, aksine çorak olduğunu söylüyor. Gördüğü en yeşil İsanbul'un bugünkü İstanbul olduğunu belirten Genim'e göre İstanbul giderek daha da yeşilleniyor: “Özellikle park bahçeler müdürlüğünün 10- 15 senedir süren çabalarıyla bugün İstanbul Avrupa'nın en yeşil, en güzel şehirlerinden biri haline geldi. Bütün parklar ve bahçelerde olduğu gibi yolların kenarları da çok bakımlı. Bunlar da gayet büyük bir organizasyonla başarılı bir şekilde yapılıyor. Benim gördüğüm en yeşil İstanbul, bugünkü İstanbul. Bakım devam ederse daha da yeşili geleceğin İstanbul'u olacaktır.”

İSTANBUL'UN TEK ORMANI BELGRAT'TIR

Konstantiniyye'den İstanbul'a adlı kitapta yer alan eski İstanbul fotoğrafları doğru zannettiğimiz birçok bilginin aslında yanlış
olduğunu gösteriyor. Boğaz sırtlarının anlatıldığı gibi ormanlarla kaplı olmadığını belirten Genim, “Benim çocukluğumun geçtiği 1960- 65'li yıllarda bile Boğaziçi sırtları çırılçıplaktı. Mayıs ayının ortalarına kadar biraz yeşillenir, sıcaklar başlayınca da her yer sararırdı. Sadece doğal Akdeniz bitki örtüsü makilikler vardı. Bugün Anadolu Kavağı'ndan Riva'ya kadar olan bölge, Rumelikavağı ve Rumelifeneri bölgeleri müthiş ağaçlıktır. Halbuki 1900'lü yılların başında çekilen fotoğraflarda oralarda bir tane bile ağaç görülmez. Sadece makilikler ve bir kaç alçak meşe vardır” diyor. İstanbul'un tek ormanının da Fatih döneminden beri su havzası olarak korunan Belgrat ormanı olduğunu söylüyor Sinan Genim ve şöyle devam ediyor: “Eskiden Boğaziçi'nde insanın olmadığı yamaçlarda doğru dürüst ağaç yoktu. Ağaçlar sadece iskele meydanlarında ve mezarlıklarda görülürdü. Bunun dışında Sultan Abdülmecid devrinin sonlarından itibaren mülki paşalara bahşedilen ve ağaçlandırılan araziler var. Daha sonra koru haline gelen bu arazilerin hepsinin adı var, yani özel mülkiyete aitler. Onların da büyük bölümü eskiden çırılçıplaktı. Kuzguncuk'taki Hüseyin Avni Paşa ve Çubuklu'daki Hidiv korularında olduğu gibi. Bir de ekilip biçilen hasbahçeler vardı. Onların da büyük kısmı 19. yüzyılda sanayileşme için tahsis edildi. İstanbul'un topoğrafyası kanal yapımına elverişli olmadığı için fabrikalar deniz kıyısında yapılıyor. Çünkü ulaşım için elverişli yerde olması gerekiyor.”

BOĞAZİÇİ'NDE BİNA YAPMAK TEŞVİK EDİLDİ

Günümüzde Boğaziçi İmar Kanunu ile yapılaşma sınırlandırılıyor. Geçmişte büyük yanlışların yapıldığına dikkat çeken Genim, bir zamanlar Boğaziçi'nde bina yapmanın özendirildiğini anlatıyor: “1940'lı yıllarda Boğaziçi'nde bina yapacaklar için Şirket-i Hayriye vapurları 3 sene müddetle bedava gidiş- geliş hattı koyuyor. Yıllık kömürlerini, yakacaklarını ve inşaat malzemelerini ücretsiz taşımak için ilanlar veriyor. Vapurların müşterisi artsın diye insanlar teşvik ediliyor. Tabi işin tadı kaçırılıyor ve 1983'te de Boğaziçi'nde bina yapmak yasaklanıyor. 40'ta teşvik ediyorsun, 43 sene sonra 83'te yasaklıyorsun. Zamanında teşvik ettiğin şeyi bir plana bağlasan, iki- üç kattan fazla yapılamaz diye sınırlasan bu durum yaşanmazdı. Ama bütün bunların esas problemi, 1957'de çıkarılan imar kanunu. O zamana kadar komşuluk münasebetleri, bir arada yaşamanın getirdiği birbirine hürmetin sonucu binalar yapılıyor. 57'de iki kat yapılmayacak yere 5 katlı bina yapabiliyorsun. Kanun müsaade etti ben yaparım diyor insanlar. Halbuki daha önce orada başkasının manzarasını, havasını, güneşini kesersen o mahallede yaşama şansın yoktu. İnsanlar sana ne selam verir ne hatırını sorar. Bundan da büyük müeyyide olmaz. Bugün kimsenin umurunda değil. ”

yesil2.jpg

ŞEHİR ÇOCUK GİBİDİR TERBİYE İSTER

Yeni şehirler kuramamanın sıkıntısını çektiğimizi belirten Sinan Genim, şehirleri canlı bir organizmaya benzetiyor. “Şehir, müdahale etsen de etmesen de hayatını sürdürmeye devam eder. Bir çocuk gibidir. Sen çocuğa mecburi eğitiminin yanında eğer evde ailevi bir eğitim vermiyorsan, o hayata kendi bildiği şekilde devam eder. İt de olur, kopuk da, iyi bir insan da. Onu yönlendirebiliyorsan senin yönlendirdiğin yolda daha faydalı üretimler yapabilir. Şehir de öyledir. Yenilenmesinde iyi yönlendirebiliyorsan iyi bir sonuç elde edebilirsin. Dur demen mümkün değil. Bir canlıya dur diyebilir misin? Bir çocuğu al bir odaya koy. 10 sene orada tut. On sene evvel 3 yaşında bıraktığın çocuğu 13 yaşında alırsın. Büyümeye devam etmiş, bu arada dünya ile kopuk. 10 senesi onun için kayıp. Bizim şehirlerimiz de zamanında akıllıca müdahale edilmediği için kayıp. Kendi kendine gelişmiş. Şimdi onu terbiye edip doğru bir hale getirmeye çalışıyorsun. Negatiften başlamak zordur. Önce sıfıra getireceksiniz sonra onun üstüne inşa edeceksiniz. 50 sene evvel akılcı çözümlerle bu işi yönlendirseydiniz bu kadar sermaye ziyanlığı olmaz, o insanlar da şehir de sıkıntı çekmezdi. Şimdi herkes ağlıyor ama herkesin de bir şekilde bu işe katkısı var. Bugün 50 yaşına gelmiş herkesin bu çarpıklığın olmasında katkısı var.”

HABERE YORUM KAT

1 Yorum