Esir ülkeden kısa notlar…
Özellikle son on yıldır hızla gelişen Türkiye-Çin ilişkileri ilk kez bu denli bir kriz yaşıyor. Üstelik on beş gün önce ilişkiler zirvedeyken bir anda bu şekli alması son derece düşündürücüdür. Pekin yönetiminin Türkiye'yi suçlar açıklamalar yapması, Urumçi'de yaşananlara Çin hükümetinin ciddi bir katkısı olduğuna işaret ediyor. Peki iki ülke arasındaki dev ekonomik ilişki, hep Türkiye'nin aleyhine ticari ilişki ne olacak? Sanayi Bakanı Nihat Ergün'ün "ambargo" imasını pek kimsenin önemseyeceğini sanmıyorum. Ama Doğu Türkistan'da krizin devam edeceğini, küresel konjonktürün bunu gerektirdiğini söylemeliyiz. Uygur muhalefetine bu ülkeyi yasaklayan Türkiye, şimdi Rabia Kadir'e vize vereceğini açıklıyor. Öyleyse iki ülke arasında bazı şeyler eskisi gibi olmayacak demektir. Yirmi yıllık hızlı yakınlaşma tersine dönüyor gibi. Birkaç gün sonra Urumçi sokaklarında darağaçları kurulduğunda ya da insanlar sıra sıra kurşuna dizildiğinde Türkiye-Çin ilişkileri kimsenin umurunda olmayacaktır.
Yaklaşık aynı tarihlerle başlayan Türkiye-Hindistan yakınlaşmasını da bu çerçevede dikkatle izlemeyi öneriyorum. Bir süre sonra, benzer bir kriz yine Müslüman azınlıklar üzerinden Hindistan ile İslam dünyası arasında patlak verebilir.
Güncel politikaları izleyeceğiz ama bölge ile ilgili yorumlardaki bilgisizlik şaşırtıcı boyutlarda. Bu yüzden bugün Doğu Türkistan'la ilgili bir rapordan bölümler aktarmak istiyorum. IHH'nın hazırladığı "Doğu Türkistan Özet Raporu" bölgede nasıl bir derin kriz yaşandığını, özellikle Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana ne kadar ağır trajedilerin yaşandığını gözler önüne seriyor. Birlikte okuyalım:
"Doğu Türkistanlılar Kur'an okuduklarında dayak yiyor, Kur'an öğrenmek istediklerinde hapse giriyor. Daha doğmadan yasaklarla karşılaşıyor, eğer devlet tarafından "fazlalık" olarak addedilirlerse annelerinin karınlarından zorla çıkartılıp öldürülüyor. Kendi dillerini, tarihlerini öğrenme hakları yok. İstedikleri üniversiteye girmek, istedikleri işte çalışmak onlar için hayalden de imkansız. Hayatlarının her aşamasında kimlikleri soruluyor. Suçları bir hak talep etmekse, bunun bedelini fazlasıyla ödüyorlar. Hesapsızca işkence görüyor, hapislerde ölüme terk ediliyorlar. Hapis hayatından ve dolayısıyla işkenceden evlerine dönenlerse normal hayatlarına bir daha asla dönemiyorlar: Çünkü artık ya psikolojik bozukluk ya da fiziksel sakatlıkla yaşamak zorunda kalıyorlar."
"Çin Devleti Doğu Türkistan'da yaşayan ve azınlık olan halkı doğum kontrolü adı altında, büyük-küçük, kız-erkek ayrımı yapmadan öldürmeyi planlamaktadır. Normal durumda iki, nadiren üç çocuk doğurmasına müsaade edilen kadınlar, "plan dışında" hamile kaldıklarında hamileliklerinin son günleri dahi olsa mecburi kürtaja tâbi tutulmaktadırlar. Kadınlar nüfus planlaması dışında olan çocuklarını gizli olarak doğurdukları takdirde çok yüksek maddi cezalara maruz kalmakta, doğum yapan kadın veya eşi memur ise bu kişinin görevine son verilmektedir."
"Çinli halk, bir Uygur gördüğünde ona kin ve nefretle bakmakta, polisler Uygurları keyfi olarak arayabilmekte ve sorguya çekebilmektedirler. Bir dükkana Uygur girecek olsa bütün Çinliler ona tıpkı bir hırsıza bakar gibi şüphe ile bakmaktadırlar. Hatta dükkan görevlileri mikrofondan "Dükkânımıza Sincanlı girdi ceplerinize dikkat edin" diyerek açıktan anons yapabilmektedir. Taksiciler ve otobüs şoförleri Uygur yolcuları almayı reddeder hale gelmiştir. Bu örnekler, ırki ayrımcılığın tipik örnekleridir. Çin hükümetinin Uygurları "terörist, katil, hırsız, bölücü, radikal İslamcı" olarak yaftalama çabası, "Devletimize en büyük tehlike Doğu Türkistan teröristlerinden gelir", "Uygurlar ihtiyatlı olunması gereken, gözetlenmesi gereken düşman millettir" anlayışını yaygınlaştırması ırki ayrımcılığı tırmandırmaktadır."
"Doğu Türkistan'da hiç kimsenin hayati güvencesi yoktur. Devlet, istediği zaman istediği kimseyi tutuklayabilir ve istediği şekilde cezalandırabilir. Binlerce kişi Çin hükümeti tarafından sudan sebeplerle tutuklanıp yerleri belli olmayan zindanlara götürülmekte, oralarda çürüyüp gitmektedir.
Tutukluların geride kalan çocuklarının ve ailelerinin durumu ise içler acısıdır. Dahası, bu kişilere yardım etmek dahi Çin kanunlarına göre suç sayılmaktadır. Çin, Doğu Türkistanlılara esir muamelesi yapmakta ve onlara türlü zulümleri reva görmektedir."
"Doğu Türkistanlılar düşünce, ifade ve din hürriyeti alanlarında tamamıyla kuşatılmış durumdadır. Barışçı örgüt kurma, toplanma, siyasi haklar, kanun önünde eşitlik, azınlık hakları, eğitim hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, serbest seçimler, eşitlik, adalet, haysiyet ve ünü koruma, göç ve iltica gibi haklar bu halk için söz konusu değildir. Bu bağlamda hiçbir özgürlük sunulmadığı için, Doğu Türkistanlıların gerek ferdi gerekse ailevi ve toplumsal mahremiyeti hiçe sayılmaktadır. Devlet memurlarının, işçilerin ve öğrencilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadetle meşgul olmaları yasaklanmıştır. İbadet yaptığı tespit edilen kişiler işten ve okuldan atılmaktadır. Bu kişiler keyfi olarak gözetim altına alınmakta ya da para cezalarına çarptırılmaktadır. Dini eğitim almak isteyenlerin herhangi bir şekilde gidebileceği bir eğitim kurumu bulunmamaktadır. Camilerde dini değerler değil, devlet yasaları tebliğ edilmektedir. İbadet olarak vasıflandırılabilecek her şey yasaklanmış durumdadır. Birçok cami kapatılmış, Müslüman din adamları üzerindeki resmi denetimler artırılmıştır. "Yurtsever olmayan" ya da "yıkıcı" olarak görülen dini liderler gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır. Halka önder olabilecek kapasitedeki bazı aydınlar zehirlenerek öldürülmektedir."
"Çin hükümetinin 2003 yılından beri uygulamakta olduğu "İşgücü fazlasını başka memleketlere yönlendirme" projesi ile Doğu Türkistan'da yaşayan Uygurlar, özellikle genç kızlar zoraki olarak vatanlarından koparılıp Çin'in iç eyaletlerine çalışmaya gönderiliyor. Haziran ayında oyuncak fabrikasında saldırıya uğrayan Uygurlar da bu proje kapsamında, zoraki olarak Guandong'a sürülmüştü. Bu şekilde zoraki çalıştırılan kız ve erkeklerin sayısı beş yüz binin üzerinde."
İşte Doğu Türkistan, böyle bir ülke. Bazılarının sandığı gibi Sincan ya da Sinkiang değil, 1. 828 bin kilometrekarelik dev bir ülke. Merak ederlere birkaç kitap tavsiyesi: Asya'da Beş Türk (Adil Hikmet Bey, Ötüken Yay.), Çin-Türkistan Hatıraları (Ahmet Kemal İlkul, Ötüken), Alem-i İslam ve Japonya'da İslam'ın Yayılması (Abdürreşit İbrahim, İşaret Yay.)
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT